ENES CANSEVER-HAFTANNI YORUMU
Mayıs ayı, idamların, zulümlerin ve acıların yaşandığı bir ay.
-4 Mayıs, Dersim katliamının yılı…
-6 Mayıs, Deniz Gezmişlerin idamı…
-11 Mayıs, Reyhanlı katliamı…
-13 Mayıs, Soma’da 300 işçinin katliamı…
-27 Mayıs, ülke Başbakanı’nın idamı…
Tenkil Müzelerinin temeli nın atıldığı süreç…
Peki, 4 Mayıs’ta bugünkü ismiyle Tunceli’de ne olmuştu?
Elinde balyozla, hırsını alamayan devletin Tunç-eli neler yapmıştı?
4 Mayıs 1937’de Toplanan Bakanlar Kurulu, Dersim’de Tenkil Harekâtına dair kararın altına imza attı.
Çok gizli ve yarım sayfadan oluşan kısa karar, ilerde yaşanan büyük bir katliamın habercisiydi.
Bu coğrafyada acı hiç eksik olmadı.
Bu kara bahtlı coğrafyanın insanları, hep zulüm ve baskıyla karşı karşıya kaldı.
Ne yazık ki, ibret alınamadı…
1937…
Aradan 83 yıl geçti…
Dört dağın arasındaki Dersim’de, Munzur çayının yamacında kurulan Tenkil Müzesi’nin çadırı, devletin Tunç-eli ile kazıkları çakıldı.
Ve tek tek dönem dönem kurulan bu çadırlar, çadır kente dönüşerek, sınrları aştı…
Aradan 23 yıl geçti…
Utanç Müzesi, darağacına giden başbakanın görüntüleriyle donatıldı…
Başvekili tokatlayan, tekmeleyen postallılar, ellerini ovuşturan cellatlar ve kurulan darağaçları!
Bugün 27 Mayıs’ın arasından 60 utanç yılı geçti.
Dönem dönem demokrasiyi budayan zihniyet.
Başbakan Adnan Menderes ve iki bakanını ipe götürün cellatların duruşundan ders çıkarsaydık, ülke bugünlere gelir miydi?
Büyük ayıplarla dolu bir dönem.
İnanılmaz bir kin?
Vatandaşına karşı bitmez nefret.
6 Mayıs 1972’de idam sehpasına çıkarılırken, vasiyetleri dahi yerine getirilmeyen ve işkence edercesine 50 dakika darağacında asılı tutulan Deniz Gezmiş ve iki arkadaşı Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın infazlarından ders çıkarmış olsaydık, bugün meydanda höyküren muktedirler, kendi siyasi bekaları için ülkemizin her bir köşesini savaş meydanına çeviremezdi.
Bugün cezaevlerinde kanser ettiği insanları,hastanede gazeteciye kelepçeli kemoterapi işkencesini çektirmezdi.
Sol görüşlü Deniz Gezmiş’in ölüsüne duyulan kin…
Cemaat mensubu olduğu gerekçesiyle, kanser hastası Cihan Haber Ajansı Temsilcisi Mevlut Öztaş’a, yapılan kelepçeli tedavi işkencesi…
İkisi de, aynı nefretin eseri ve refleksi.
Yada, 83 yıl önce 4 Mayıs’ta, Dersim’i kavuran Ağustos sıcağında Alevilere yapılan insanlık dışı uygulama…
Dersim katliamından sağ kurtulan Yamoş Bakıray, Ali Hıdır Şahin, Hasan Bakır, bazen sesleri titreyerek, bazen gözleri dolarak anlattığı trajedi…
Alevi toplumunun liderlerinden sakallarını kesmelerini isteyen üniformalı silahlı devlet çetelerine direnen dedelerinin sesine kulak vermiş olsaydık, faili belli o Tunç-eller, 1990’larda, Guneydoğu’daki köyleri yakmazdı.
Tarihe bir kara leke ve yürüklerimizde böyle derin bir yara daha bırakmaya cesaret edemezlerdi.
Mesela süngü zoruyla bir binaya sokarak ateşe verdikleri köylüleri ve Hozatlı Alevi ninenin kafasına kurşun sıkarak, kurda kuşa yem etmek amacıyla cesedinin ormana atılmasından ibret almış olsaydık, Cizre’nin meydanında 60 yaşındaki Taybet İnan‘ın cesedinin bir hafta meydanda kalması karşısında dilsiz şeytan sessizliğine gömülmezdi koca ülke.
1937-38’de bugünkü adıyla Kayışdağı’ndan aşağı atılan ve tek suçları Alevi olan bu mazlumların suçlarıyla yüzleşen bir devlet anlayışı olsaydı, aradan 53 yıl geçmesine rağmen aynı anlayışın devamı niteliğinde olan, Doğu ve Güneydoğu’da, 17 binden fazla faili meçhul cinayeti tekerrür etmezdi.
Ülkenin yakın ve uzak geçmişi de birbirinin kopyası ve tekrarı…
Roboski’de 34 Kürtvatandaşin katledilemesi…
Sivas Madımak’ta insanların canlı canlı ateşe verilmesi…
Başbağlarda toplu katliamın yapılılması…
Hangi birini sayalım ki?
Ülkemizin idaresini de iradesini de ipotek edenler, Dersim’in acısını gerçek anlamda okuyabilmiş olsaydı, Anadolu’nun dört bir yanın kasıp kavuran acı, işkence ve trajediler bugün tekrar ediyor olmazdı.
Dünya Anneler günü arifesindeyiz…
Analar, gözü yaşlı.
Öyle anneler var ki her gününü, gözyaşları içinde geçiriyor.
Cumartesi Anneleri, tam 778 haftadır, evlatlarını katledenleri, devlete soruyor.
Kimi faile meçhule kurban yakınının mezarını, kimi anne ise; devletin kaçırdığı evladını arıyor.
Ama duyan yok…
Duyma bir yana, bu ceberut anlayış, 800’e yakın bebeği annesiyle zindana atarak acının yaşını, bebeklere kadar indirdi.
Tıpkı, 1980’de yaşı tutmayan toyların, çocuk yaşındaki gençlerin yaşını büyüterek, idam sehpalarına götüren faşist anlayış gibi…
Cezaevleri tıklım tıklım…
Bebekler,
Çocuklar,
Hamile kadınlar,
Hasta tutuklular,
Kanser ettiği insanlar,
80’ne merdiven dayamış piri fani, yaşlı dedeler…
Öldüremediklerini, koronavirusiyle yok etmeye çalışıyorlar…
Kanla, gözyaşıyla dolu bir tarih…
Tenkil müzesi o kadar zengin(!) ki…
80 yıl önce Munzur çayının yamacında kurulan Tenkil Müzesi’nin ucu, Meriç’in, Ege’nin ve Sakız Ada’sının eteklerine ulaştı.
Bu Utanç Müzesi, sınırları aştı, Avrupa’ya, Amerika’ya, Kanada, Avustralya’ya ve Yeni Zelanda’ya kadar ulaştı.
Tüm dünya, 83 yıl önce devlete sırtını vererek, bu utancı işleyen muktedirlerin, bugün aynı geleneği sürdürdüğünü ibretle izliyor.
Yaşanan trajediler, siyasetin nasıl ikiyüzlü bir alan; siyasetçilerinse bayağı ve basit varlıklar olduğunu bir kez daha gösteriyor maalesef.
Hepsinde zulmün, zalimliğin, insafsızlığın izleri vardı.
Çağımızın en önemli utancı…
İzledikçe utanacak, utandıkça izleyecek, nesiller…
Avrupa’nın, kentlerinde, sergi salonlarında sergilenebilen eşyalar, Siyasal İslam’ın en karanlık ve korkutucu yüzünü de ve dahi dünkü yobazların da gerçek icraatlarını sergileniyor.
Hangi birini sayalım ki…
Her dönem farklı Tenkil Müzeleri…
Gördüğünüz gibi; hepsinin hikâyeleri ayrı fakat acıları ortak.
Daha doğrusu bugün acı çektiren de aynı idare ve aynı irade…
Tunceli’de, 83 yıl önce, masum insanların başına inan devletin Tunç-eli, inip kalkmaya devam ediyor.
Ve yeter artık diyoruz, analar ağlamasın!..
Anadolu’daki annelerin, gözyaşı nerdeyse Munzır nehriyle eşdeğer, Meriç kadar…
Bu kadar kan ve gözyaşı yetmiyor mu?
e.cansever@yepyeni.zamanaustralia.com.au.