Ehli dalaletin son elli küsur yıldır, ehli haset rüesasının son 15 yıldır ve bazı dostların da bu koroya iştirak ederek açık gizli topa tuttuğu bu abiler kimdir?
Neden dün, bugün hep topa tutuluyorlar?
Bu sorulara cevap verebilmek için Türkiye’nin son elli yılını çok iyi tahlil etmek lazım.
İsterseniz bu abilerden başlayayım.
Yaklaşık elli beş yıldır işin içinde olan bir abiye merak ederek beş yıl önce “evinde çoluk çocuğu ile kaç bayram yaptığını” sordum.
42 YILDA AİLESİYLE 3 BAYRAM GEÇİREBİLDİ!
Abi “kırk iki yıldır çoluk çocuğumla ancak iki veya üç bayram yapabildim” dedi.
Kurban bayramında, kurban postları toplar, Ramazan da yurtlardaki, yuvalardaki çocuklar madden ve manen iyi yetişsin diye onları kendi çocuklarına tercih eder.
Peki, dünyalık neyin var?
Diye sordum; “babadan kalma tarlalar vardı, hizmete bağışladım”.
Yine babadan kalan İstanbul’da küçük bir dairesi varmış.
Onu da bağışlamış fakat almamışlar.
Onu da ehli hasedin rüesası gasp etmiş.
Eşim de onun eşine sormuş.
Yenge hanım “beyim bazen haftalarca eve gelemezdi.
Ev işlerini istişare etmek için onunla aynı arabaya binip yolda istişare ederdim” demiş.
Ben abi deyince her abinin yanında onun kadar fedakâr hanımefendileri de kastediyorum.
Bir başka abi, askerin polisin terörden dolayı gitmek istemediği, gitse de kışlasından karakolundan çıkamadığı şehir ve kasabaları gündüz, gece dolaşmış.
Kaç defa ölüm tehlikesi atlatmış.
Yani her zaman kefenini sırtında taşımış, eline geçen o kadar imkâna rağmen, bir evcik bile almamış. Şimdi yurtdışında göçmen ve gariban bir halde yaşıyor, şikâyeti yok.
Kırk beş yıldan fazla zamandır, bu işin içinde olan, zekâsı ile üniversite imtihanlarında Türkiye’de 70 yıllarda ilk ona girmiş ama istek üzerine öğrenci yetiştirmek için öğretmenliği tercih etmiş.
Bu abiyi Ramazanda Kadir Gecesi iftara davet ettim.
Bana “hep dolaşıyorum, yirmi beş gündür ailemle iftar edemedim.
Aileme, Kadir Gecesi onlarla birlikte iftar açacağıma söz verdim.
Kırılmayacaksanız bu sözümde durmak istiyorum” dedi.
Bu süreçte kimseden bir kuruş para almadan kendi el emeği ile bir işte çalışıyor ama yapacağı vazifesini hiç aksatmıyor.
Bir başka abi Amerika’da koştururdu.
Türkiye’ye öğretmen bulmak için gidiyor.
Anne ve babasının evine ancak gece 11:30 gibi varıyor.
Bir sonraki gün, sabah altıda ayrılmak zorunda kalıyor.
Hayatı hep böyle, anne ve babasını da alıştırmış.
Bir başka abi 40-45 yıl önce neyi varsa hepsini hizmete bağışlamış.
Yurtdışına 90’lı yıllarda hicret etmiş.
Gece dememiş, gündüz dememiş.
Koşup koşturmuş.
UBER YAPANLAR VAR, HALİNDEN ŞİKÂYET ETMİYOR
Son süreçte cebri hicret etmiş.
Yanılmıyorsam şimdi uber yapıp, ekmek parasını zar zor çıkarıyor.
Şikâyetçi değil.
90’lı yıllarda Sydney’de birisiyle ilgileniyordum.
Türkiye’ye gitti.
Zaman Gazetesi’ne uğramış. Genel Müdür evine çaya davet etmiş.
Dönünce, yolculuk nasıl geçti? diye sormuştum.
Bana “yüzbinler satan gazetenin Genel Müdürünün bütün ev eşyaları, ikinci el eşya gibi.
Avustralya’da bu eşyalar, ancak çöpten toplanır” demişti.
Bu abi elli beş yıldan beri bu işin içinde.
Bir tane dikili ağacı olduğunu zannetmiyorum.
Babasından bir şey kaldı ise onu da bağışlamıştır.
Bunun gibi yüzlerce, belki binlerce abi var.
Büyük şeytanlar ve şeytanlaşmış insanlar bunlarla elli yıldır uğraşıyorlar, uğraşmaya da devam edecekler.
Bu abilerin pişdarı, hal dili ile bunları inandırmış.
Onlar da bütün hayatlarını ortaya koyarak inandırmışlar ve bu hizmet 170 küsur ülkeye yayılmış. Tarihte, Alman ve Fransız İmparatorluklarının yurtdışında elli yılda kurduğu okul sayısının on katını, Büyük Britanya İmparatorluğu’nun desteği ile kurulanın da yaklaşık bir katını, T.C’nin dün, bugün yaptığı bütün engellemelere rağmen onlar ve onların yetiştirdiği öğrenciler, otuz yılda kurmuşlar.
BURSLARINI EVE ÇAĞIRDIKLARI TALEBELERE HARCADILAR
Ben sadece Endonezya’yı araştırdım.
Dinlerken ve yazarken çok defa gözyaşlarıma hâkim olamadım.
Paraları evlerine çağırdıkları öğrencilere her akşam yedirerek bitirmişler.
Otobüse verecek yol parası yok.
Beş yıl müdürlük yapmış, Türkiye’ye dönecek yol parası yok.
Hanımları doğum yapmış, doğum parası, yüz doları yok.
Çocuk ağır hasta doktora gidecek para yok.
Tsunami olmuş.
Endonezya’daki sivil kuruluşlardan önce onlar orada yardım dağıtıyor.
Şimdi gelelim dostların iddialarına.
Bu abiler bu süreci niye engellemediler veya çok hata ettiler.
Hayda, mübarek kardeşlerim hiç mi akaid kitapları okumadınız?
Peygamberler bile zelle diye tabir edilen küçük hatalar yaparlar.
Hz. Ali, Hz. Ömer, Hz. Hüseyin kendisini şehit edecek kişileri niye göremedi?
Hz. Hasan, Ömer bin Abdul Aziz kendisini zehirleyecek kişileri niye bilemediler?
Abdulhamid Han gibi bir Allah dostu, siyasi deha nasıl oldu da kapısına kadar gelen düşmanlarını göremedi? Bunun binlerce örneği var.
Bu abiler dünde hata yaptı, bugün de yapıyor, yarında yapacaklar.
Abileri hata yapmaz görmek veya böyle bir beklenti içine girmek küfürdür.
İnsanı dinden çıkarır.
İran Şiileri, Ayetullahları günahsız görürler.
Ehli Sünnet Vel-Cemaat’e göre peygamberler hariç herkes, hata eder ve günah işler.
Haydi bu, abilerini hayatları boyunca yaptıkları iyi ameller, fedakârlıkları, çektiği çileler, döktükleri gözyaşları, uykusuz gecelerin yüzde iki buçuğunu yapsınlar.
Adabına uygun müspet, kritik yapar ama ehli dalalet ve hasedin rüesasını sevindirecek şekilde onları taşlamaz ve düşmanın ellerine cephane verip masum insanlara karşı kullanmasına fırsat vermezler.
Evet, bugün olmazsa da yarın ehli insaf araştırmacılar, bu abiler ve de bacılar hakkında kitaplar yazacaklar.
Fakirin onlara teklifi; kitapların adını “Sahabe gölgeleri” koysunlar.
Peki, abilerin ve de ablaların hataları ne?
Bunu da gelecek yazıya bırakmak zorundayım.
yucelsalih@yahoo.com