Bu ifadelerim dinine samimi hizmet eden eden hiç bir diyanet mensubu için değil. Eski bir mensubu olarak onlara duacıyım.
Gelelim başlığa. Diyanet Hanefi değil mi? Doğru namaz, oruç, hac vs konusunda Hanefi. Hanefilik sadece bu mu? Malum Hanefiliğin kurucusu İmam Azam Abu Hanife. Onun fıkıh dışında dini bir lider olarak iki önemli özelliği var. Birincisi, Emevi ve Abbasi halifelerinin sunduğu her türlü mevki makam ve bugünkü para ile on milyonlarca dolar değeri olan para ve hediyeleri reddedip istiğna prensibine harfiyyen uyması. İkincisi ise hayatı pahasına bazı Emevi ve Abbasi halifeleri ve şürakasının yaptığı zulüm karşısında dik durmasıdır. İmam Azam kimdir? Diyanet rüesası kendi hazırladığı ansiklopediye baksın ve kendilerini İmam Azam ile karşılatırsınlar. Bakalım ne kadar Hanefiler.
İslam dünyası kolonileştirilince (Türkiye askeri olarak değil, beyin olarak kolonileştirildi) Afgan kökenli Profesör Muhammed Haşim Kemali’ye göre, müftülük müesseseleri çoğunluk itibarı ile idarecilerin halka karşı yaptıkları her türlü zulüm ve kötülüğüne fetva veren kurumlar haline getirildi. Diyanet kurulduğundan bu yana reislerinin içinden sadece merhum Ömer Nasuhi Bilmen idarecilere karşı eğilmedi. 1960 ihtilalini yapan cunta, ondan dinde reform yapılmasını istedi. O da “bozulmamış dinde reform mu olur?” deyip istifa etti. Bugün onun fıkhi eserleri en çok okunandır. Günümüzde Diyanet rüesası zulüm karşısında bir papaz kadar dik duramadılar. Donald Trump elinde İncil bir kilisenin bahçesine girince, kilise papazı devlet reisine, ‘izinsiz kilisenin bahçesine dahi giremezsin’ dedi.
Öyle tahmin ediyorum, Diyanet rüessası İmam Gazali’nin İhya-i Ulumuddin adlı eserinin ilim ile ilgili olan bölümünü okumuşlardır. İşte ordan ve Hilyetül Evliya’da geçenlerden bir demet.
Hasani Basri idarecilerden gelen mevki makam ve hediyeyi ancak cahiller kabul eder, der. Ahmet bin Hanbel parası kalmayınca hamallık yapar ve idarecilerden gelen hiç bir şeyi kabul etmez. Oğlu bir defa kabul ettiği için beş yıl onun evinde bir şey yemez içmez. Halifenin kendisine verdiği kaftanı giymeden satar ve parasını fakirlere halifenin gözü önünde dağıtır. Tabiin’in en büyüklerinden Said bin Museyyeb idarecilerin kapılarına giden âlimlerin hırsız olduğu söyler. İmam Gazali idarecilerden hiç bir şey almamaya yemiş etmiştir. Mevlana’nın babasına Bağdat’da halife, Konya’da Aleddin Keykubat, saray teklif ederler. O kabul etmez. Bir medresinin köşesinde fakirane hayatını sürdürür. Endonezya’daki Muhammediye Cemaati’nin eski başkanlarından Abdurrahman Vahid, bir caminin bahçesindeki bir evde yaşıyordu. Devlet başkanı olunca aynı çizgisini korudu.
Malum Üstad kendisine aylık maaş olarak teklif edilen 150 altın ve arabayı ve de şark vaizi olmayı reddeder. İstiğna prensibine uymayı bir mükellefiyet olarak görür. Mısırlı büyük âlim Şeyh Muhammad Avvame ise idarecilerin kapılarında dolaşıp, onlardan hediye alanları ‘yoldan çıkan ve dünyalarını din ile yamayanlar’ olarak niteler. Hoca Efendi’nin hayati istiğna prensipleri ile doludur. Gelecekte bu konuda bir kaç ciltlik kitap olacak material var kanaatindeyim. Tarih boyunca bütün din büyüklerinin yolu bu olmuştur. Peki diyanet mensupları maaş almasın mı? Almasınlar diye bir iddiam yok. Maaşları ile ailelerinin zaruri ihtiyaçlarını karşılasınlar, gerisini sadaka olarak versinler. Mevlit, cenaze, hediye vs konusunda harfiyyen istiğna prensibine uyarlarsa şerefi ile yaşarlar, sözleri tesir eder.
Başlığa dönelim. Peki bugünkü görünen ve görünmeyen Diyanet rüesası istiğna prensibine uydumu? Minberleri, necaseti galizadan daha kirli hale gelmiş siyaset ile kirletmediler mi? Kürsülerde ise, Hz. Ömer devletin işi bitince, kendi mumunu yaktı diye vaaz ederler. Fakat yaptıkları söylediklerinin tam tersi.
Netice, deistleşen gençlik, dinsizleşen Türkiye!
Geçen yıl bir profesör “bütün medya, dini propaganda yapıyor. Yüzü aşkın ilahiyat, binlerce İmam Hatip, bütün okullarda din dersi ve diyanete verilen bu kadar bütçeye rağmen nasıl oluyorda Türkiye dinsizleşiyor” diye soruyordu.
Diyanet’in itibarı cinsel tecavüz ile suçlanan Katolik papazlardan daha aşağı.
Geçen yıl yapılan bir ankette diyanete güven yüzde 12’lerde idi. Evet reislerin protokoldeki yeri bilmem 50. Sıra iken, din yükseliyor, halk dindarlaşıyordu. Bugün protokolde galiba 10. sıradalar. Kısacası ne kadar idareciler yaklaşıyorlarsa, onunla orantılı halk dinden uzaklaşıyor.
İran Caferileşsin
Mâlum Diyanet, İran’la anlaşma yaptı. İran mollaları Türkiye’de Caferiliği, Diyanet’de İran’da Hanefiliği anlatacaktı. Ancak virüsten dolayı ertelendi. Ne kadar güzel değil mi? Malum Caferilik deyince İmam Azam’ında kendisinden ders aldığı Peygamber torunu Cafer-i Sadık akla gelir. Baba tarafı Hz. Ali (r.a) ve Hz. Fatıma (r.a) anne tarafı da Hz. Ebu Bekir (r.a)’a dayanır. Hayatı boyuna zulme baş eğmemiş bir gönül sultanı.
Bugünkü İran’ın Şii mezhebi ise 17. Asırda kurumsallaşmıştır. Caferi Sadık’ın bazı fıkhi prensipleri hariç hemen hemen hiç bir prensibini kabul ve de tatbik etmezler. İran Şiası’nın, Caferi Sadık’ın dedesi Hz. Ebu Bekir’e (r.a) ve sahabenin büyük bir kısmına hakaretleri mâlum. Öyle ise Diyanet Rüesası, öncelikle gitsin, Caferliği İranlı’lara anlatsın ama Farsça bilen kaç Diyanet mensubu var acaba?
yucelsalih@yahoo.com