Savaş zamanında tankla tarla süren, süngüyle çapa yapan bir asker görseniz tepkiniz ne olur?
Ne güzel, ekmeğini taştan çıkarıyor, kimseye mihnet etmeden rızkının peşinde koşuyor mu dersiniz? Yoksa bu tank, bu silah, bu asker asıl bugünler için lazımdı diye hayıflanır mısınız? Barış günlerinde, bayramlarda resmi geçit yaparken yaşadığınız mutluluk ve gururla yetinir misiniz?
Peki, Adem Yavuz Arslan ve Ahmet Dönmez iddianame okumayı bırakıp bahçıvan olsa, Erkam Tufan Aytav mutfaktan gelen blender sesleri eşliğinde yayın yapmaktan vazgeçse en çok kim sevinir? Sevgi Akarçeşme tam zamanlı öğretmen olduğunda ne hissediyorsunuz? Ya Abdülhamit Bilici ‘uber yaparken yakalandığında’… Tarık Toros’un pizza dağıtması mutluluk vesilesi midir? Mahmut Akpınar’ın bulaşık yıkamasından gurur mu duyarsınız? Mahmut Nedim Hazar mesaisini içli köfte üretimine ayırdığında helal olsun mu dersiniz?
Zor ve çelişkili duygular içinde kalmamıza yol açan sorular…
Evet öncelikle bunların hepsi birer gurur vesikası; hele de Türkiye’deki yalan makinasının üretip zihinlere boca ettiği iftiralar düşünüldüğünde… Binlerce dolarla yurt dışına çıktı denilen insanlar olarak göçmenliğin en alt seviyesinde hayatlar yaşıyoruz ve bu bilginin Türkiye’ye ulaşması bizleri mutlu ediyor.
Ancak asıl düşüncem savaş örneğindeki gibi. Korona günlerinde doktorların pizza dağıtarak geçimini sağlamasını bir fedakarlık değil toplum adına bir kayıp olarak görüyorum. Çaresiz kalınca mecburen bu tür işlerle maişet peşinde koşuluyor; bireyler adına onurlu bir duruş ama toplumsal fayda açısından büyük kayıp. Mesela batı toplumları, İŞİD gibi radikal örgütlere katılan üyeleri için çözüm arayışında. Suriyeden çocuklarıyla birlikte dönüşlerini kara kara düşünüyorlar. Radikalleşmenin polisiye tedbirlerle önlenemeyeceğinin farkındalar. Tam bu günlerde İngilizce bilen ve batı toplumunu tanıyan fıkıh doktorası sahibi Ahmet Kurucan’ın halı deposunda yük taşıması sizi bilmem ama ben sadece acı duyuyorum. Türkiye’de korona alanında uzmanlığı olan doktorun KHK ile evine gönderilmesinden ne farkı var?
Eşim cezaevinden çıktığında bana ilk sorusu ‘çocuklarıma, bilhassa küçük kızlarıma iyi baktın mı?’ olmadı. Önce ‘bizim için, cezaevindekiler için ne yaptın?’ diye sordu. İnsan hakları eksenli beş raporum etkili bir örgüt tarafından İngilizce yayınlandı. Çok sayıda gazetecinin portresini yazdım. Bu yazıyı okuyup dinlediğiniz Tr724 yayına başlayıp, ilk haber ve yazılarımız yayınlandığında takvimler Ağustos 2016’yı gösteriyordu ve henüz ilticaya bile başvurmamıştık. Çocuklarımız Türkiye’deydi ve akıbetlerinden endişeliydik. Gazetecilik yapmamıza muhalefet eden arkadaşlarımız da vardı ve bir kısmı hâlâ aynı düşüncedeler. Biz ise İbrahim Peygamberin ateşine ağzıyla su taşıyan karınca gibi ‘hiç olmazsa safımız belli olur’ diye ısrar ettik ve aylık 3 milyon 600 bin izleyicisi olan YouTube kanalı ve onbinlerce günlük okuru olan site haline geldik. Cezaevindeki arkadaşlarımız ‘bizim için ne yaptınız?’ sorusuyla karşımıza çıktığında mahcubiyetimizi azaltan bir vesile oldu.
Şimdi geriye dönüp baktığımda iyi ki vaz geçmemişiz diyorum. Gazetecilik asıl bugünlere lazımmış. Yazmak konuşmak bir tercih değil zorunluluktu ve hâlâ da öyle. Birgün ihtiyaç kalmadığında sadece aile fertlerim ve dostlarımın ulaşabileceği bir uzlette yaşamak üzere kendime verilmiş bir sözüm var. Ama ondan önce ister kapalı cezaevlerinde isterse Türkiye açık cezaevindeki insanlara ödemem gereken borçlar var. Yoksa pizza dağıtmaktan kolay ne olabilir…
Yandaş medyayı takip etmenin, ağır bedensel işlerden daha yorucu olduğunu söylersem abartı demeyin. Sizin okumaya bile yüreğinizin elvermediği mağduriyet hikayelerini dinleyen ve yazan Sevinç Özarslan’ın fedakarlığı, yeni hayatında garsonluk yapan bir işadamından daha mı az sanıyorsunuz? Sorun bakalım her mağdurla yenilenen travmayı atlatmak kaç bin tane pizza dağıtmaya bedel bir yük bindiriyor? Belki birilerinin ‘git ekmeğini taştan çıkar’ diye müstehzi bir tavırla okuyacağı bu yazıyı kaç günde yazdım, kaç kere yazıp sildim, kaç kere değiştirdim. Her şeye rağmen yazmak ve konuşmak için direnenler adına bir görev bilmesem kesinlikle denemezdim. Pek çoğunun mesleğe girişine vesile olmuş, sonrasında da yöneticiliklerini yapmış biri olarak bu zor iş bana düştü. Finansör ya da Patreon olamayabilirsiniz, hiç değilse takip edin, abone olun, etkileşimde bulunun, beğenin, motive edin…