George Floyd’un Amerika’da polis zulmü altında kameralara yansıyan ölümü, bir anda dünyada ırkçılık karşıtı bir harekete dönüştü.
Amerika’nın pek çok eyaletinde gösteriler düzenlenirken olaya sebebiyet veren polisler, adam öldürme suçlamasıyla tutuklandılar. Daha önce benzer hadiseler yaşanmasına rağmen çoğu beyazlardan oluşan polisler hakkında suçlama bile yapılmadığı düşünülürse bu sefer olayın ciddiyeti anlaşılabilir.
Tüm dünyayı etkisi altına alan eylemler, İngiltere’nin Bristol kentinde köle tüccarı “Edvard Colston“un heykelinin denize atılmasına yol açarken yine Amerika’da Kristof Kolomb’un heykeli de saldırıya uğradı. Belçika’nın köle ticaretine bulaşan eski krallarından II. Leopold de bu süreçte sorgulanıp protesto edilen bir diğer isimdi.
Avustralya’da ise başta Melbourne olmak üzere Sydney ve diğer eyaletlerde gösteriler düzenlenirken özellikle Aborjinlere uygulanan ırkçı tavırlar göstericiler tarafından protesto edildi.
Avustralya, her ne kadar tarihiyle yüzleşip Aborjinlere karşı yapılanlardan dolayı resmi özür dileyen nadir ülkelerden biri olsa da geçmişte yaşanılanlar hala tazeliğini koruyor ve unutulmaması için de pek çok insan çaba sarf etmeye devam ediyor.
1910-1970 yılları arasında sayısı tam olarak bilinmemekle birlikte “Çalıntı Nesil” (Stolen Generation) diye adlandırılan 100 binin üzerinde Aborjin çocuk, devlet tarafından zorla ailelerinden alınıp Katolik okullarıyla bazı enstitülere yerleştirildi.
Bu çocuklara yetersiz seviyede temel bazı eğitimler verilerek erkekler işçi, kızlar ise daha çok hizmetçi olmak üzere yetiştirilip hıristiyanlaştırılarak beyaz ailelerin yanlarına yerleştirildiler.
Bu süreçte binlercesi cinsel istismara uğradı, dövüldü, soğukta ve aç bırakılarak cezalandırıldılar. İsimleri değiştirildi, kendi ana dillerini konuşmaları bile yasaklanarak kültürlerinden koparıldılar. Devlet kendi ailelerinin onları terk ettikleri yalanına inandırararak büyük travmalar yaşamalarına neden oldu.
Bu çocuklar bir süre sonra kendi ailelerinden, dillerinden ve kültürlerinden utanır bireyler oldular. Yaşadıkları depresyon, anksiyete ve travma sonrası stres yüzünden aralarında intihar ve suç oranları yükseldi. Çoğu hiçbir zaman sağlıklı bir aile ortamı deneyimleyemedikleri için evlenip bir aile kurmayı asla düşünmedi. Evlenenlerin çoğu ise evliliklerinde yaşadıkları problemler yüzünden ayrılmak zorunda kaldılar.
Bazı çocuklar daha doğar doğmaz bir battaniyeye sarılıp annesinin yüzünü bile görmesine müsade edilmeden kaçırıldı. “Battaniye Bebekleri” (Blanket Babies) denilen bu çocuklar; anne, baba ve kardeşlerinin kim olduklarını asla öğrenemediler.
Çoğu daha bebekken öz yavruları kendilerinden zorla koparılan ailelerde ise durum farklı değildi. Ebeveynlerin çoğu alkolik olurken açlık ve sefalet bu ailelerin sonu oldu.
Hükümet , çocuklarını arayan ailelere yıllar sonra çocuklarının öldüklerini söyledi. Zaten zorla el konulan bu çocukların kayıtları da tutulmamıştı. Yapılan araştırmalara göre her üç Aborjinden biri bu çocuklardandı.
Hükümet ise eleştirilere karşı çocukların çalınmadığını ama kurtarıldığını (rescued) savunuyordu. Onlara göre bu çocuklar sağlıksız yaşam koşullarından, tecavüze uğramaktan, uyuşturucudan ve alkol bağımlısı olmaktan kurtarılmıştı. “Anne sevgisinden kurtarılmaya ihtiyacım yoktu.” diyen mağdur çocuklara ise kimse bir şey sormamıştı.
26 Mayıs 1997’de “Onları Eve Getirmek” (Bringing Them Home) adlı rapor, parlemontaya sunulup bir yıl sonra kabul edilince bugün Avustralya’da “Özür Günü” (Sorry Day) olarak anılmaya başlandı. Bundan tam 10 yıl sonra ise 18 Şubat 2008’de Özür Raporu yayınlandı. Başbakan Kevin Ruud Parlementoda yaptığı konuşmada tüm Aborjinlerden resmi özür diledi.
Avustralya’da hala 21 bin çocuk, devlet tarafından ailelerinden zorla alınıp bakılmakta. Her ay 60 çocuk, Çocuk Koruma Servisi tarafından yuvalarından koparılıyor. Bunların büyük çoğunluğu ise Aborjin kökenli. Günümüzde yaşayan 25 yaş üstü her 10 aborjinden biri çocuk yaşta ailelerinden uzaklaştırılmış.
İnsanın sadece insan olarak görüldüğü, derisinin renginden, inancından ya da konuştuğu dilin farklılığından dolayı herhangi bir ayrıma tabi tutulmadığı günler bir gün gelir mi bilmem ama ırkçılığın bu gidişle ciddi toplumsal olaylara yol açacağı son zamanlarda yaşananlardan belli. Umarız garip zamanlardan geçtiğimiz bugünler güzel günlerin habercisi olur.semihyilmaz@yepyeni.zamanaustralia.com