Van’da avukatlık yapan Mücahit Karabulut, 15 Temmuz sonrası yaşadıklarını ve özgürlük yolunda ölümden nasıl döndüğünü ve 15 Temmuz’dan aylar önce mülteci yolculuğunun rüyasını gördüğünü anlattı.
15 Temmuz gününü ve Van’dan Almanya’nın Bayern eyaletine uzanan mültecilik yolculuğunu anlatan Karabulut, normal bir medeni ülkedeki adil yargılamaların kırkta bir olacağını bilse sürgüne çıkma fikri hasıl olamayacağını kaydetti.
20 Haziran Dünya Mülteciler Günü’nde Türkiye’nin en zorlu coğrafyalarından birinde dünyaya gelen avukat Mücahit Karabulut ile film gibi özgürlük yolculuğunu konuştuk. İmkansızlıklar için hukuk fakültesini kazanan ve hayatını adalet mücadelesine adayan Karabulut, Van’dan başlayıp Almanya’nın Bayern eyaletinde son bulan hikayesini Bold Medya’ya anlattı.
ZAYIF TÜRKÇE İLE OKUMA-YAZMAYI BİTİRDİM
1980’de Van’ın Lim köyünde dünyaya gelen Mücahit Karabulut, yaşadığı coğrafyanın zorluklarını şu cümlelerle başlıyor:
“İlkokulu az bir Türkçe ve okuma yazmayla köyde bitirdim. Ortaokul için Van’a taşındık. Türkçem çok zayıftı. Okulun ilk günlerinde öğretmen bir soru sordu. Cevabını biliyorum ama heybemde kelime yok. Ortaokulu iyi bir derece ve yeteri kadar bir Türkçe ile bitirince Van Atatürk Süper Lisesi’ne başladım. Lise bitince 1998 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne kayıt oldum.”
Eğitim hayatında Hizmet Hareketi’nin etkisinden bahseden Karabulut, “Süper lisede olmamıza ve Van çapında kalburüstü hocalar bizde olmasına rağmen maalesef ciddi bir eğitim alamadık. Fakat doğu gibi dezavantajlı bir bölgeye Hizmet Hareketi’nce açılan dershaneler sayesinde dersler basitleşti. Her anlamıyla daha yetkin olduk örneğin matematik dersindeki havuz problemleri problem olmaktan çıkmış analitik geometride yeni teoriler üretmek noktasına gelmiştik. Ve sonuç Türkiye’nin en iyi hukuk fakültelerinden birine girmiş olduk” sözleriyle anlattı.
ŞİMDİ VASIFSIZ HUKUKÇULAR YETİŞİYOR
Bugünün şartlarına göre hukuk fakültesinde okumanın zor olduğunu vurgulayan Karabulut, “Şimdi bildiğim kadarıyla yüzü aşkın ve çoğu öğrenci bir profesör görmeden ciddi bir hukuk felsefesi almadan mezun oluyorlar.” dedi. Türkiye’de vasıfsız hukukçuların yetiştiğini ve buna mevcut siyasal iktidarın katkısının büyük olduğunu belirten Karabulut, “Adaletin tecellisinde bir süje olmak her öğrenci gibi beni de heyecanlandırıyordu. Ama o zamanlar hukuk mesleğinin siyasete rağmen hatta kendine rağmen bir mücadele şekli, bir hayat tarzı, bir meslek olduğunu tahayyül edemiyordum” dedi.
Hukuk fakültesinden mezun olduktan sonra bir yıl İstanbul Barosunda avukatlık stajını yapan Karabulut, 2005 yılında memleketi Van’a dönerek 11 yıl avukat olarak hizmet etti. Van’da Burç Hukuk Derneğini kurduklarını ve bir dönem dernek başkanlığını yaptığını anlatan Karabulut, Türkiye’nin doğusunda mesleki dayanışma ve hukuksuzlukla mücadele içerisinde hareket ettiklerini belirtti. Karabulut, 15 Temmuz sonrası çıkartılan KHK’larla derneklerinin kapatıldığını aktardı.
15 TEMMUZ GECESİ….
Karabulut, 15 Temmuz gününü ve Van’dan Almanya’nın Bayern eyaletine uzanan mültecilik yolculuğunu şu sözlerle anlatıyor:
O (15 Temmuz) gecenin gelecekte neye gebe olduğunu bilmeden bir televizyon karesinde hayretle izledim. Sabaha kadar bir lahza gözüme uyku girmediğini hatırlıyorum. Sabahında artık hayat rutinin değişeceği ve hiçbir şeyin eskisi olmayacağı mülahazası bende hasıl olmuştu .geçen here gün 15 temmuz fotoğrafını billurlaştığını görüyorum. Meğer o gece darbe teşebbüsü falan olmamış aksine dört başı mamur dehşetli bir darbe icra edilmiş. Tabii ki o gece bunları öngörememiştim. Şaşkın bir vaziyette sadece olanları anlama ameliyesi vardı.
VAN’DA 58 HAKİM-SAVCI GÖZALTINA ALINDI
Hemen ertesi sabah tüm Türkiye’de olduğu gibi Van’da da yaklaşık 58 hâkim ve savcının darbeyle ilişkili ve olarak gözaltına aldığını duydum. Bu haberden sonra bende hasıl olan ilk düşünce şu oldu; Aleyhimde haksız bir kovuşturma başlatılacağı ve özgürlüğümün açık tehdit altında olduğu yönündeydi. Bir gecede bir anda binlerce hâkim ve savcı, hakimlik teminatı ve özel yargılama usulleri çiğnenerek gözaltına alınmışlardı.
VE MÜLTECİ YOLCULUĞU BAŞLADI
Hizmet Hareket mensup insanları savunurken, bir şekilde medyada yargılama makamları nezdinde temayüz etmiş bir olarak, daha önce işaretleri gördüğüm savunmayı susturmak adına aleyhimde akla ziya soruşturmaların açılabileceğini tahmin etmek zor olmadı. İki gün sonra ülkenin içinde bulunduğu kaostan kaçmaya çalışırken Yüksekova’da bir benzinlikte karşılaştığım meslektaşımın sözünü hiç unutamıyorum. Ülkeden çıkmaya çalıştığımı bilmiyordu. ‘Aman Mücahit Bey bu devleti tanıyorsam kendine dikkat et…’ Olası haksız kovuşturmalara karşı beni uyarıyordu.
599 AVUKAT ARKADAŞIM TUTUKLANDI
Normal bir medeni ülkedeki adil yargılamaların kırkta bir olacağını bilsem kuvvetle muhtemel sürgüne çıkma fikri hasıl olamayacaktı. Fakat ne acıdır ki tablo netti. Gelecek günler bizi maalesef haklı çıkardı 599 avukat tutuklandı. Avukatlar hakkında bini aşkın sayıda soruşturma açıldı. Şu an itibarı ile 321 avukat toplamda 2021 yıl ceza alarak mahkûm edildi.
Meslektaşların en temel savunma hakkı olmadan tutuklandı. Bazılarına kötü muamele yapıldı. Hukukla bağdaşmayacak cezalar yağdırıldı. Mahkûmiyetlerinin arkasındaki gerçeği herkes biliyor. Müvekkillerini savundukları için. Mesleklerini icra ettikleri için .Bağımsız savunmanın hakkını verdikleri için.. Haksız sürecin aktörleri iyi biliyorlardı ki avukatları susturmasalar işleri kolay olmayacaktı. Yapılan bütün hukuksuzluklar gizli kalmayacaktı. İnsanların savunma hakkı alınarak mağdurlar pasifize edildi. İnsanların hukuksuzluğa karşı mücadele azmini kırmaktı amaçları.
15 temmuzdan sonraki iki gece Van’da dönemin meşhur kavramlarından olan ‘gaybubet’i yaşadık. Nihayet hicrete karar verdik üçüncü gün Yüksekova dördüncü günün gecesinde Şemdinli’de bir kaçakçılar köyünde misafir olduk. Burası siyasi haritada Türkiye olarak görünüyor fakat fiiliyatta ayrı bir ülke gibi.
YOL ARKADAŞLARIMDAN BİRİ GAZETECİ DİĞERİ AVUKAT
İlk sürgün günlerimdeki özellikle Şemdinli’deki o garip köyü o garip geceyi unutamıyorum. Yanımda sürgün arkadaşlarım olarak İskender Bey (gazeteci) ve Reşat Bey (avukat) vardı. Bir de yöreyi iyi bilen ve Irak’a gidecek yolda bize rehberlik edecek yerli bir rehber. Köye gece vardık. Küçük bir nehrin kıyısında kaldığımız evin büyükçe bir avlusu var. Gece kaçakçıların Iraktan dönüş zamanları ortalık at ve katır kişnemeleri ile inliyor. Kaldığımız evde geçimini kaçakçılıktan sağlıyor.
Zorla çıkarmasalardı asla çıkmayacağım vatanım geride kalmıştı. Ertesi gün bir bilinmeze doğru meşhur kandil dağlarından geçecektik. Bizim tercih ettiğimiz yol Şemdinli’nin derecik köyü ve civar köylerinde mutat ve nispeten kolay kaçakçılar yolu değildi. Daha tehlikeli daha zorlu yolu tercih etmek zorunda kaldık. Maalesef şartlar bizi buna zorlamıştı. Gece misafirlere ayrılan üst katta kaldık ve daha imsak vakti girmeden yola koyulduk. Bir noktaya kadar arkası açık transit Ford bizi götürecek ondan sonrası ise ya yayan ya da at katırla devam edecektik.
Ve yolculuk başladı. Araba mı o kadar yetenekliydi yoksa genç sürücü mü bilemedim ama arabaların o ‘yollardan’ geçebileceğini önceden tahmin edemezdim. Bu sarp coğrafyada gerçekten insanların ve makinelerin sınırları test ediliyor. Nihayet büyük bir nehrin kenarına geldik. Bundan sonrası topuklara kuvvet. Elimizde hangi akla hizmetse biraz ağırca sırt çantası vardı bu ağırlıkla yola koyulduk.
Bizimle beraber önümüzden arkamızdan sağımızdan solumuzdan kaçakçı ekipleri geçiyordu. Gözün alabildiği kadar uzayan binek sürüler. An geldi ufukta bile bitmeyen ve devam eden sürüleri görüyorsunuz vadinin her tarafında benzer manzaralar. Bazıları yüklü bazıları ise yüksüz. Cılız hayvanlar üstlerinde ağır yükler, yanlarında ekmek kavgası veren biçare yoksul insanlar. Teorik olarak bildiğimiz kaçakçılık ve zor hayatlar temas edilmedikçe bütün gerçekliğiyle hissedemiyorsunuz bu ülkenin bu köşesinde her gün seferberlik hali var. Savaş ortamı var. Zor coğrafyalar.
SIFIR NOKTASINDAYIZ…
Irak sıfır noktasına gidene kadar tam dört at değiştirdim. Rotalar değiştikçe farklı gruplara denk geliyorduk. Bu sefer de buradaki bineklere biniyorduk. Ben ikinci atımın çok hırçın olduğu için değiştirdiğimi hatırlıyorum. Ama sürekli atlarla değil yolun çoğunluğunu yaya olarak aştık. Takatimiz yetmediği yerlerde atlarla devam ettik. PKK nizamiyelerinden geçtik. Orada sadece rehberimiz muhatap oldu. Vizemiz rehberimiz oldu diyebilirim. Bombalamalardan dolayı dev çukurlara şahit olduk yolculuk devam ediyordu. Devasa sarp ve yalçın kayalıklar bitmek bilmeyen yolar. Dağlar tekrar dağlar. İnsanlık tarihindeki acaba tüm göçler tüm hicretler böyle hep zorlu mu olmuştur.
BU YOLCULUĞUN RÜYASINI GÖRDÜM
15 Temmuz’dan aylar önce mülteci yolculuğunun rüyasını gördüğünü anlatan Mücahit Karabulut, “Nihayet sıfır noktasına vardık. Artık Türkiye geride kaldı Irak topraklarındayız. Kısa yokuşu tırmandıktan sonra araçlara ulaşabileceğiz. Orada küçük ama güzel bir şelale gördüm. Suyun aktığı yerde de küçük bir gölet oluşmuş. Hem serinledim içinde hem de abdest aldım az sonra başıma geleceklerden habersiz olarak. Abdesti aldıktan sonra yokuş yukarı çıkmaya başladım.
Yol nispeten düz ve genişti. Yolda yüzlerce at katırla beraber çıkıyorduk. İşin doğrusu kendim artık çıkmak istedim ata binmeden. Âmâ oradan birisi zannederim kaçakçılardan biri ısrarla atlardan biri binmemi istedi. Ben de çantayı başka bir atla giden rehberimize verdim. Ve kaderce vazifedar sarı renge çalan ata bindim. At üzerinde bir parça bez vardı fakat gem sistemi yoktu. Daha önce bindiğim atlar gibi atı dizginleyecek aksesuar yoktu. At hemen sonra ilk hırçınlık sinyalini verdi. Bir ara dörtnala hızlandı hemen yavaşlatmayı başardım. Daha sonra yine hızlanmaya başladı ve o atla ilgili en son hatırladığım şey; elimi attın boynundaki perçemlerine uzatarak yakalamaya çalışmak ve yavaşlatmak.”
BİLİNCİM YERİNDE DEĞİLDİ
At üstündeyken yere düşen ve başını sert bir yere çarpan Karabulut yolculuğun geri kalan kısmını şu şekilde anlatıyor;
Yarı bilincim yerine geldiğinde. Başımda şiddetli bir ağrı. Arabanın ön tarafındaydım ve arkada üç arkadaşım. Kendimce arkadaşları soru yağmuruna tutuyorum. ‘Benim cep telefonum arkada mı?’, ‘Cep telefonumu gördünüz mü?’ ‘Reşat Bey sen ön tarafa otursana’. Böyle anlamsız ve gelişigüzel sorular…Derken araba yola koyuldu. Yollar kötü Aşağıda uçurumlar. Ve bir kazazede için bitmek bilmeyen yollar. Bir su kaynağını görünce ilk defa arabayı durdurdum. Su kenarında elimi yıkadım. Diyorum ki ‘bak Reşat Bey! başım şişmiş. Ama arkasından neden şişmiş sorusunu sorma acziyeti ve bilinçsizliği içindeyim başım neden şişmiş.
SÜREKLİ İSTİFRA EDİYORUM
O an şu bağlantıyı da bir türlü kuramıyorum. Ben en son attın üzerindeydim. Ben niye ilk araca binişimi hatırlamıyorum bu arada neden başım şişti. Bu dayanılmaz ağrı niye var. Etrafımdaki kimse de herhalde olumsuz etkilenirim diye ne kazayı anlatıyor ne de attan düştüğümü. Ne de ikna edici cevaplar. Ama gördükleri semptomları hayra yormadıkları kesindir. Ben de bunlar niye böyle diye mantıksal soru da üretemiyorum. Filim bir yerde kesilmişti. Ama bütünü bir türlü yakalayamıyordum. Dayanılmaz baş ağrıları arabanın şiddetle sarsılmasıyla daha da katlanıyordu. Ve sürekli istifra halleri. Suyu bile içsem istifra ediyorum. İlk kasabaya kadar belki de 10 defa arabayı durdurmuşum.
ERBİL’İN 40 DERECELİK SICAĞINDA ÜŞÜYORDUM
Erbil öncesi bir yerleşkede otelde kaldık otelde üşüyorum diye oranın 40 dereceyi aşkın temmuz sıcağında Reşat beye klima açtırmıyorum. Reşat bey mecburen kendisine başka bir oda kiraladı. Galiba bedenim de soğuk sıcak algısını da yitirmişti. Arada Erbil’de devam eden yolculuğumuzda peşmerge güçlerine yakalandık karakolda sorguya çekildik. Gözlerimin altı iki parmak ölçüsünde aşağıya doğru simsiyah olmuş. Ağrıdan sızıdan duramıyorum. Attan düşüp yaralandım acil hastaneye yetişmem lazım dedik. Buna rağmen ciddi zorluklar çıkarttılar. Orada işin doğrusu Peşmerge adına hayal kırıklığına uğradım. Hasta kim olursa olsun düşman, PKK’lı ya da başka bir yaralı, insanlık gereği önce tedavi edilir sonra sorguya alınır. Bu davranış bende olumlu bir imajı olan Mele Mustafa Barzani’nin torunlarına yakışmadığını söylemeliyim. Ki bu düşüncelerimi doğrudan yetkililere o ağrı ve sızı içinde biraz da öfkeyle aktardım. Bu sözlerimden sonra galiba insafa geldiler bizi saldılar. Bu arada Erbil’e yaklaşıyoruz ama bendeki ağrı tavan yapmış hava müthiş sıcak.
DOKTORUN ŞAŞKINLIĞI: HASTA HALA YAŞIYOR MU?
Bir ara yol kenarındaki kaldırıma çöke kaldım arkadaşlara beni artık hareket ettirmeyin hatta buralarda ıssız bir yere attın gidin dediğimi hatırlıyorum. Nihayet Kazdan iki sonra Erbil Devlet Hastanesine varabildik. Doktor MR çekti sonucu aldı benim yanımda baktı. Sakin ve sıradan bir olaymış gibi ‘beyin kanaması geçirmişsin’ dedi. Bu bilgiyi Reşat ve İskender’e bildirdiklerinde çocuk gibi oturup ağladıklarını sonra başkasından duydum. MR’ımı mail ortamında İstanbul’da uzman bir profesöre gönderiyorlar. Profesör bu kaza olalı kaç saat geçti? diye soruyor 48 saat cevabını alınca ikinci soruyu soruyor. Hasta hala yaşıyor mu? diye soruyor. Evet cevabını alınca ‘tamam atlatmış hayati tehlikeyi’ demiş. Sonrası Erbil Devlet Hastanede tedavi aldım. Biraz daha rahatladım.
ÇOCUKLARIM VE EŞİM 3 DEFA O YOLCULUĞU YAŞADI
İki ay sonra ailem yanıma geldi. Sonra Ben Almanya’ya iltica edince tekrar Türkiye’ye dönmek zorunda kaldılar. Eşim ve iki küçük kızım on binlerce mağdur ailelerde olduğu gibi haklarında hiç soruşturma olmadan haklarında pasaport ve yurt dışına çıkma yasağı konulmuştu. Dönemin hükumeti ve yandaşları masum çocuklara ve kadınlara da engel çıkarıyorlardı. Burada masumiyet ilkesinden ve seyahat hürriyetten bahsetmemin algısız ve taş yürekli zalimler için bir anlamı yok ama ben yine de ifade etmek istiyorum.
Ömrüm vefa etmese sonraki nesillerin onların yüzüne tükürmesi için. Mevcut hükumet ve yandaşları için temel hak ve hürriyetler bir anlam ifade etmiyor. Velev ki benim hakkımda bir soruşturma var peki hangi gerekçeyle çocuklara dokunuyorsun. Evet yavrularım o dağlardan bin bir türlü tehlikeyi atlatarak tam üç defa geçtiler. Bazen nehirde boğulma tehlikesi bazen de dağdan düşme tehlikesi geçirdiler savaş ortamındaki riskleri saymıyorum bile. En son Almanya’ya gelmek üzere Irak’a geldiklerinde küçük kızım yaralandı. Ayağında ciddi vardı. Sonra Erbil’de tedavi gördü.
70 MİLYONU AŞKIN MÜLTECİLERDEN BİRİYİM
5 ay Almanya’nın Bayern eyaletindeki büyük bir kampta kaldım. Sonra ‘heim’ adı verilen evlere gönderildim. Yaklaşık 4 ayda orada kaldım. 9 aydan sonra zaten kabul kararı geldi. Şimdi Aschaffenburg şehrinde ev kiraladım. Ailemle orada ikamet ediyoruz. Kamp yılları aynı askerlik anıları, hapis anıları gibi bence çok özel. Kendine özgü bir dünyası var. Bizim kaldığımız kampta Afrika’dan Ortadoğu ülkelerden ve Türkiye’den çok sayıda mülteci kalıyordu.
“Kelimeler bazen kifayetsiz kalıyor” diyen Karabulut, “İnsana dair çok ayrıntıyı oralarda fark ediyorsunuz. Bazen iki yumurta kırmanın konforunu çok arıyorsunuz. Sonra dönüp 70 milyonu aşkın dünyadaki mülteci ailesinin bir bireyi olduğunuzu fark ediyorsunuz. Mülteciliği yudumlayarak yaşayıp anlıyorsunuz. Şahsi tarihim en özel anılardan biri özel sayfa olarak kalacak o kamp hayatı” diyor.