Bir ‘Babalar Günü’ daha ağırlanıp, uğurlandı.
5 Mart, rahmetli babamı ötelere uğurladığım 13. yıl dönümünü geride bıraktığım gündü.
Vefat yıl dönümü nedeniyle, babamın şahsında baba hasretini çeken herkesin acılarını ve özlemini dile getirmeye çalışmıştım.
Bu vesileyle, babamı ve babasız günler geçiren, babalarını diyar-ı aslilerine gönderip, hüzünlü tüm dostlarımın babalarını rahmetle anıyorum.
Babalarından ayrı alanlarınsa biran önce kavuşmalarını, Mevla’dan diliyorum.
Zorlardan zor bir gaddar devrandan geçiyoruz.
Acıma bilmeyen çark işlerken, babalarını ebetlere uğurlayanlar oldu, uğurlayamayanlarda…
Hele son vazifeyi ifadan mahrum kalanların hüzünlü durumu içimizi burkuyor.
Dağ gibi; sırtını babalarına dayamışların dün karşıladığı ‘Babalar Günü’ ruhuna uygun bir yazı da değil.
Esasında, bu satırlar da, baba özlemini ve hasretini duyanlara, son nefesinde yanında olamayanların duygularına hitabendir…
Acı, özlem ve hicrat duyanlaradır…
‘Babalar Günü’ arifesinde yetim kalan ve gözyaşı dökenleredir…
Ali Bayram hocam, geçen günlerde gurbet diyarı Mısır’da hakka yürüyüşü ağlattı sevenlerini, hepimizi.
Baba gibi bir kıymetli insan, ötelere uçtu.
Hayatımdaki silinmez hatıralar uçuştu beynimde.
Kaybedilmiş bir sevilenin ardından yazı yazmak kolay değil elbet.
Hem de ‘Babalar Günü’ gibi anlamlı bir iklimde…
Kelimelerin kifayetsiz kaldığı, cümlelerin bağlanamadığı, boğazın düğümlendiği bir andır o.
Nefes bile alamadığınız, sadece hıçkıra hıçkıra ağlamak istediğiniz, ama ağlayamayıp dermansız kaldığınız an.
Hele bir de ölen kişi babayı aratmayan can dostunuz, yol arkadaşınız ve gönül yareninizse, kalem lâl kesilir.
Neşter gibi, dokundukça kanatır ve gönlü yaralar.
Birlikte geçirdiğimiz o anlamlı ve renkli anılarım art arda aktı ruhumda.
Kazakistan bozkırlarındaki günlerimiz, Aladağ’ın eteğine sırtını yaslamış Almatı’nın şirin yılları, sinema şeridi gibi gözlerimin önünden bin hüzünle geçit yaptı.
NİCE HİCRET SÜVARİLERİNİ KARŞILADINIZ, AĞIRLAYIP, UĞURLADINIZ!
Yılın yarısından çoğu buzullarla kaplı Yakutistan’a kadar, ‘Önden Giden Atlılar’ı karşılayıp kucakladığımız o sinerji dolu anlar gözlerimde tüllendi.
Dile kolay!
30 yıllık bir hukuktan bahsediyorum.
Gurbet ellerde teslim-i ruh eden Kazakistan’ın ilk şehidi Manisalı Yasin Çalkım’ı gözyaşları içinde elleriyle defnetmişti, Ali Hocam.
Hem mert ve cömertti…
Dostlara aksakal, arkadaşlara ağabeylik yaparak; sofrası gibi sıcak sinesini de, kapısını da herkese açtı.
Hediyeleşmeyi sever ama hep veren el olurdu, bundan da büyük keyif alırdı.
Kendisine has usül ve yöntemlerle en girift problemlere çözüm üretir, bu gerilimli anlarda bile nükte yaparak ortamı yumuşatır, meseleleri çözüme kavuştururdu.
Dostluklar kurar ve bunları güzel izlenimlerle taçlandırırdı.
İnsiyatif almaktan ve problemlerin üstüne gitmekten çekinmezdi.
İlmiyle amil, tam bir gönül insanıydı.
Sinerji dolu, yardımsever, hamiyetperverdi…
Ağabey, kader arkadaşım, sırdaşımdı adeta.
Hayır!
Tüm bu ifadeler, vefat etmiş bir sevilenin arkasından yapılan güzellemeler değil!
Zulme uğramış, kendi toprağından, ülkesinden, evinden ve yatağından uzak bir diyarda teslim-i ruh edenlerin arkasından, hatıraları ‘en iyi cümlelerle’ ifade etmektir.
Daha dün gibi yakın bir geçmişte, birlikte soluklandığınız can dostunuz, ebedlere uçmuştur.
Hem de sevenlerinden, evlatlarından, yarenlerinden uzak…
O uğurlanırken, tabutuna omuz verememenin, ya da kabrine bir avuç toprak bırakamamanın ızdırabı…
Hicret diyarına uzanan her birinin ayrı ayrı hayat hikâyesi var elbet.
Hepsi aynı gibi ama aslında hiçbiri diğerine benzemez.
Bu büyük yolculuğun, hicretin, daha doğrusu gidip de dönmeyenlerin hikâyesi…
Sevgiden başka sermayesi olmayanların ve dahi kin, nefret, haset gibi, binbir türlü kötülüğün aktığı oluklardan uzak olanların…
Aslında hizmet gönüllülerinin her birinin anlatacak o kadar güzel hikâyeleri var ki…
Varlarını yoklarını bir valize sığdıranların hikâyesi…
Hatta valizi bile alamadan çıkanlardandı Ali Bayram Hocam.
Aras Nehri’nden Hasret Köprüsü’ne, Asya bozkırlarından Meriç’e ve Nil kıyısına akan tertemiz bir akarsu gibi.
Bazen sevinçli, çoğu zaman kederli ve stresli ama uzun ve bereketli bir ömür…
O bundan 30 yıl önce, hasret yaşayan milletleri ve halkları ‘hasret köprüleri’ kurarak buluşturdu.
Literatürümüze ‘Hasret Köprüsü’ olarak geçen dostluk ve kardeşlik köprülerinin temelinin ilk atıldığı yollar ona çok şey borçlu.
Azerilerin ‘Kara Yanvar’ diye ifade ettiği o feryada kulakların kesildiği dönemdi.
O soğuk ve hüzünlü 20 Ocak (Yanvar) gecesindeki katliam…
Karanfil’in kana bulanarak ağladığı dönem.
Azeri şairi dostum merhum Mehmet Aslan’ın 40 yıl önce o kanlı gecede kaleme aldığı ve Hasan Sağındık’ın hüzünlü bir ezgiye dönüştürdüğü “Ağla Karanfil Ağla”, sanki bugün yangın yerine dönen Anadolu’nun masumları için söylenmişti:
Karanfil, şehid ganı:
Ağla, karanfil, ağla!
Ağla, inlet meydanı:
Ağla, karanfil, ağla!
Cavanlara gıydılar,
Tanklar altda goydular
Ganım içib doydular,
Ağla, karanfil, ağla!
Uzak menzil, acı yol,
Yurda yol, elacı yol!
Şehidlere bacı ol:
Ağla Karanfil Ağala…
Karanfillerin dahi ağlayarak Hazar Denizi’nin kıyısından yükselttiği feryat, Ege Denizi’ne kadar ulaştı.İşte o dönemde kimse yok mu diye yapılan çağrılar için yola koyulanlar, istenen yardımları ulaştıracak yolu bulma arayışındaydı.Ali Bayram, o günleri her defasında yeniden yaşarcasına gözyaşları içinde anlatırdı.
CAN PAZARININ YAŞANDIĞI MERİÇ’TEN ONLAR DA GEÇTİ…
Ceberut anlayış, binlercesi gibi Bayram’ı da ülkesini ve çok sevdiği memleketini terk etmeye mecbur etti.
Kader, onu Hasret Köprüsü’nden mazlumlara el uzatmak için yola çıkarmış fakat 30 yıl sonra mazlum olarak ülkesini terk etmek zorunda bırakmıştı.
Kederin, üzüntünün, sıkıntının, travmanın, acının, gözyaşının, bazen de sevincin örgülendiği Meriç’ten.
Yunanistan’dan Mısır’a.
Sonra da Yusuf’un ülkesinden ebedi âleme.
30 yıllık beraberliği bir yazıya sığdırmak zor elbette Ali Hocam.
Nil Nehri olup sadece Akdeniz’e değil ‘Hasret Köprü’süne ve gönüllere aktınız.
Kahire’ye dünyanın dört bir yanından helallikler ulaştı.
Ya aylardır âlimleri, muallimleri ve günahsız binlerce masumu ‘teröristlik’le itham eden ‘hainlik’le suçlayarak günaha girenler, bin bir türlü eziyeti reva görenler, Ali Bayram Hoca’yla helalleşme imkânı bulabilecekler mi?
Bu soruyu paslı vicdanlara, mühürlü kalplere emanet edelim. e.cansever@yepyeni.zamanaustralia.com.au