Soru: “Sosyal hayatın gereği olarak bazı durumlarda önde bulunmanın, insanları hayra sevk etmenin, beşerî münasebetleri düzenleyip insanların nizam ve intizamını sağlamanın bir zaruret olduğunu görüyoruz. Böylesi durumlarda önde bulunma arzusu nasıl ve nerelerde olmalı?” (Kemal Y.)
Sorunuz uzundu Kemal Bey. Buraya kısaltarak aldım.
Bu konuda ortaya konan düsturumuzu elbette biliyorsunuz: Dine hizmet ettiğini düşünen her mümin kardeşimiz, iman ve Kur’an hizmetinde önde, pâye, ücret, makam, mansıp ve ganimette geride, gerilerin de gerisinde bulunmalıdır.
Asr-ı saadette meydana gelen şu olay ve benzerleri konumuza iyi bir örnek mahiyetindedir. Şöyle ki, yeni Müslüman olan bir Sahabi, muharebelerin birinde Efendimiz aleyhissalâtü vesselam’ın ordu saflarındaki yerini alır. Muharebe olur, biter ve ganimet dağıtılırken, bu Sahabi kendisine verilen ganimeti reddeder ve bunu, kendisine yapılmış acı bir teklif olarak kabul eder. Sonra da elini kaldırır, boğazını göstererek Rasulü Ekrem’e şöyle der:
“Ya Rasulallah! Ben bunun için Müslüman olmadım. Müslüman oldum ki işte şuradan bir ok yiyeyim!”
Muharebenin ikinci bölümü başlarken, bu Sahabi kendisini kıyasıya düşman saflarına atar ve üzerine düşeni yapar. Şehitler aranırken, onu da Efendimiz’e söylediği gibi parmağıyla işaret ettiği yerden ok yemiş olarak bulurlar. O Sahabi Efendimize ganimet alma nasip olmamıştır…
Buna benzer diğer bir hadise de siyâsî olduğu kadar askerî bir dâhî olan Hz. Amr b. el-Âs için anlatılır. Müslüman olduğu ilk dönemlerde kendisine ganimet teklif edilince o dev insan: “Ya Rasulallah! Ben bunun için Müslüman olmamıştım.” der.
Mücadele verirken karşılığında ne makam ne mansıb ne şeref ne de maddî menfaat adına bir şey beklememe Müslümanlıkta önemli bir esastır. Meselenin farklı bir yönü de olsa, ganimeti almanın günah olmadığını belirtip geçmede de fayda var.
Mücadelede önde, ücrette arkada olma düşüncesine sahip insanın söyleyeceği sözler şunlar olmalıdır: “Eğer birisi terleyecek veya zorlanacak yahut da meşakkat çekecekse o kişi ben olmalıyım. Yine bir kimsenin malını mülkünü harcaması ve parasını sarf etmesi gerekiyorsa o kişi de ben olmalıyım.”
Evet, Kur’an’a hizmet ettiğine inanan her mümin, mücadelede önde olduğunu fiilen böyle koşarak göstermelidir.
İman ve Kur’an hizmeti adına yorulma ve onu aç sinelere anlatmada önde bulunma, övülecek bir şey olmakla beraber istisnâî bir durumu arz etmekte de fayda var:
Böyle bir durumda anlatan veya yorulan kişinin enaniyeti okşanıyor, kendisine bir beğenme hissi geliyor ve bazen de başkası onun konuşmasından rahatsız oluyorsa, o kişinin önde değil de arkada olması ve din adına anlatılacak şeyleri bir başkasına anlattırması daha makbul, daha ihlaslı ve daha sevaplı olur. İstisnaî de olsa bu duruma da dikkat etmek gerekir.
Hizmet-i Kur’aniye ve imaniyede çalışan her fert, çalışmada önde olup mükâfat taksimine gelince de arkada bulunurken hiçbir zaman özel konumlarına bakmamalıdırlar. Bir topluluk içinde dinine hizmet eden hiçbir fert: “Ben bu hizmette ilklerden ve baştakilerden idim” dememelidir.
Mesela iman hizmeti adına Mekke-i Mükerreme’de olan ilk müslümanlar Medine’ye hicret ettikleri zaman orada bulunan muhacirlere şayet: “Biz sizden evvel müslüman olduk, siz bize uyacak, bize tabi olacak ve bizi dinleyeceksiniz” demiş olsalardı, bunlar kısmen de olsa sevaplarını hebâ etmiş olurlardı. Medineliler de eğer onları kabul etmeselerdi, onlar da kadirnâşinaslık yapmış olurlardı.
Bu ak yolun ilk kahramanları ölüm tehlikesi, idam tehdidi altında, din ve Kur’an hizmetine hep sahip çıkmış, ufkumuzda bir yalancı şafağın dahi henüz belirmediği ve tek şimşeğin çakmadığı dönemlerde, her şeye rağmen bu uğurda hırz u can etmişlerdir. Bize düşen de onlara karşı hep kadirşinaslıkta bulunmak olmalıdır.
Eğer onları büyük görmez hatta onlardan feyiz alamazsak, kadirnâşinaslık da bulunmamış oluruz. Ama onlar da kendilerinden küçükler üzerinde faziletfuruşluk nevinden onların gıpta damarlarını tahrik edecek tavırlara girerlerse, kibre, gurura girmiş, ve kıymetlerini ayak altına almış olurlar. Yani bu meselede karşılıklı bir sorumluluk söz konusudur.
Hasılı, bu yüce yolun ilk yolcuları turnikeye daha sonra girenlere karşı faikiyet iddiasında bulunmamalıdırlar. Aslında böyle bir ahlakı bize Kur’an-ı Kerim öğretmektedir: “Onlardan sonra gelenler (başta muhacirler olarak, kıyamete kadar gelecek müminler): “Ey kerim Rabbimiz, derler, bizi ve bizden önceki mümin kardeşlerimizi affeyle! İçimizde müminlere karşı hiçbir kin bırakma! Duamızı kabul buyur ya Rabbenâ, çünkü Sen raufsun, rahîmsin!” (Haşr, 59/10)
Evet bu, mümince bir düşüncenin ifadesidir, Rabbimiz bizleri bu mümince düşünceyle serfiraz eylesin.