Türkiye’nin korkulu rüyası 90’lı yılların final sahnesi gibiydi Akın Birdal’ın kanlar içindeki bedeni. İnsan Hakları Derneği Genel Merkezi’ne mağdur yakını kılığında gelen iki kişi, 6 kurşunla Genel Başkanın hayatına kastetmişti. Kendinden önceki örnekler Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı cinayetlerinden çok, 9 yıl sonraki Hrant Dink suikastına benziyordu.
İslamcı taşeronların kullanıldığı ve bombayla gerçekleşen Mumcu-Kışlalı eylemleri bir toplum mühendisliği çalışmasıydı. Birdal-Dink suikastlarında ise cezalandırma ve gözdağı amacı ön plandaydı. Ve mesaj tam anlaşılsın diye derin yapılar, paravan kullanma gereği dahi duymamıştı.
Azmettirici olarak yargılanıp 19 yıl ceza alan ama dört yıl sonra afla çıkan Semih Tufan Gülaltay da bunu açıkça dile getiriyor. Birdal’a suikast girişiminin bir kararlılık gösterisi olduğunu söylemekten çekinmiyor.
Gülaltay, 2008 yılında Ergenekon soruşturmaları 4. Dalgasında gözaltına alınıp tutuklanmıştı. Bugünlerde tekrar gündemde. Youtube videolarında dikkat çeken açıklamalar yaptı. Son kayıtta Recep Tayyip Erdoğan ve ailesiyle ilgili konuşunca ‘Cumhurbaşkanı’na hakaret’ suçlamasıyla tutuklandı.
Ülkedeki medya ortamı ve yargının içler acısı halini özetleyen çarpıcı örneklerden biri. Danıştay saldırısından Akın Birdal suikastına kadar bir çok konuda konuşuyor. Bir gazeteci ya da savcı ‘gel bunları bir de bize anlat’ demiyor.
“Danıştay Dosyası toptan imha edildi. Ülkede bir kısım oyunlar çevirmekle ilgili Perinçek, Tuncay Özkan bir çok insan vardı. Delil de vardı onlarla ilgili, onların da üstü örtüldü.” cümleleri Gülaltay’a ait. Bir adliye düşünün ki yargıya yapılmış en büyük saldırının hesabını soramıyor, şehit yüksek yargıcın kanını yerde bırakıyor.
Medya’dan bir şey zaten beklemiyorum. Gülaltay’ın TAİ ve insansız hava araçlarıyla ilgili söylediklerinin peşine düşecek halleri yok, biliyorum. Erdoğan’ın damadı Selçuk Bayraktar’ın önünü açabilmek adına devletin havacılık ve uzay araştırmaları birimlerinin engellendiği, hak etmediği şekilde kaynak aktarıldığı iddialarını araştıracak medya yok. Pekala muhalefet neden peşine düşmez. Gülaltay da farkında ‘siyasiler sormadığı için ben soruyorum’ diyor. Bu ayıp parlamentoda ‘muhalefet’ koltuklarını işgal eden partilere yeter.
AKP’li Yalçın Akdoğan, Ergenekon Davalarını ‘Milli orduya kumpas’ olarak nitelemiş; tecavüzcüsüyle evlenen genç kızlar gibi bütün mahalle bu zoraki nikahı kabullenmişti. İşte o Ergenekon davalarının ‘mağduru’ Gülaltay, herhangi biri değil. Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım üzerinden devletteki illegal yapılarca devşirilmiş bir isim. Yeşil iki şapka taşıyordu; bir ayağı Milli İstihbarat Teşkilatı diğeri Jandarma İstihbaratının içindeydi. Gülaltay da onun asker ayağında yer alıyordu. Hiç bir iddiası olmayan Ulusal Birlik Partisi’nin açılışına emekli orgeneral Hurşit Tolon gibi isimlerin katılması bunun işareti. Konuşmalarında bilinçli örtme ve çarpıtma çabaları var elbette. Adam o yolun yolcusu.
TSK’nın bile andıç olduğunu kabul ettiği Şemdin Sakık ifadelerini hâlâ gerçek gibi sunuyor. ‘Birdal suikastinden elbette haberim vardı’ diyor; üstüne üstlük suikastin gerekliliğine dair cümleler kuruyor ama üç-beş dakika sonra suçsuz olduğunu iddia ediyor. TBMM İnsan Hakları Komisyonu’nu temsilen bir grup milletvekiliyle Silivri Cezaevine giden Mehmet Metiner kendisiyle görüşmek istemiş gibi bir hava oluşturuyor.
Erdoğan ve ailesine dair söyledikleri de dahil olmak üzere bütün ifadeleri süzgeçten geçirilmeli. Doğrularla yanlış ve çarpıtmalar birbirinden ayrıştırılmalı. Amenna. Lakin konuştuğu meseleler öylesine önemli ki yüzde 10’u bile doğruysa vahim. Son yılların en kullanışlı susturucusu cumhurbaşkanına hakaretten içeri atmak da nedir! ‘Toplum zaten balık hafızalı, iki gün sonra kimse hatırlamaz’ diye umut edenler yanılıyor. Macun tüpten çıktı bir kere.