Bütün dünya, bütün insanlık zor günler geçiriyoruz.
Bâzen Tih Çölü’nde kırk yıl âvâre âvâre dolaşan Hz.Mûsâ (as) kavmi geliyor aklıma, hâlimizi onlara benzetiyorum.
Avâre dolanıyoruz gurbet ellerde, sürgünü hicret, hicreti kurbet sayarak.
Vatan uzakta tatlı bir hayâl, dönerim dersin dönemezsin.
Sönük, yıkık bir hayâl…
Duyarsan iyi bir haber avunursun ve fakat bugünlerde bahtımıza düşen ciğer yakan Yûsuf (as) haberleri.
Bize düşen ise Yâkubvâri (as) “vâ esefâ” eyvâh nidâları.
Evet geride bırakılan vatan, ana-baba, kardeş, kardeşten öte kardeş.
Ya koparıp atarsın yüreğinden yada “belki birgün” der, beklersin.
“Beklemek; cehennem ateşinden şiddetlidir” derler, yanım yanım yanarsın.
Koparıp atmak, seni de, onları da mutlu etmez.
Nasıl koparacaksın ? Cân içerû cân, cânân içerû cânân.
Sırtını dönüp gidersen, geleceğin kararır.
Mâzin kadarcık bir nûr dahi bulamazsın.
Koparıp gidersen, bütün ümitleri yıkarsın.
Halbuki Allâh yapmaktan râzı, yıkmaktan değil.
Yapmalısın…
Ne olur yıkma !
Ne olur ümit !
Ne olur vefâ !
Neslimiz için dayanmalıyız !
Yârınlarımız için dayanmalıyız !
Evet, çok ciddi bir çıkmazdayız ama dayanmalıyız.
Yaşanan zulmün sosyo-ekonomik-kültürel neticeleri olsa da asıl zarar Müslümanlar’ın yine yeniden eziklik duygusuna ve komplekse kapılmaları yarına ait ümitlerini, geçmişe ait vefâlarını yitirmeleri.
Buna Ümitsizlik Çıkmazı, Vefâsızlık Yangını diyebiliriz, aşılması gereken çok sarp bir akabe.
Ümitsizlik çıkmazı…
Vefâsızlık yangını…
Zâlimin kahbe kılıcı önce ümîdin başını düşürdü.
Dostlar vefâyı elleriyle teslim ettiler zâlime, bir utangaç gelin sâfiyetinde.
Dünyâmızın, ülkemizin içine düştüğü durum çok vahim.
Bir sarmal, bir karadelik.
Ah vefâ, ah “Vefâsızlık Yangını” yürekleri dağlayan kor gibisin.
Vefâ beklediğinden itâb görmek “yeis” kadar acı.
Yeis ve bivefâ dostlar elele bir cellâd-ı gaddâr huşûnetiyle geleceğimizi yok ediyor.
Olmak ile ölmek arasında gidip geliyoruz.
Buna rağmen vatan ile geridekilere olan sevgi ve merhametimiz, zâlime olan kızgınlığımızın çok çok önünde.
Tutarsız gibi görünen hâlimizin sebebi bu işte.
Ölümü tercih edip, cânı-cânânı terkedememek.
Yeis ve vefâsızlığın rağmına ümide talip olmak zor, çok zor.
Mehlîkâ Sultan’a âşık yedi genç misâli bir bilinmeze at sürmek, hemde dolu dizgin, bu bizim kaderimiz…
Anlaşılmak güç, anlaşılamamak bizim kaderimiz…
Memleket bizi anlamadı yâhut inatla anlamamazlıktan geliyor.
Çok zor durumdayız…
Biz bugüne kadar kimseye küsmedik, kimseden ayrılmadık.
Kimseden birşey bekleyip, istemedik.
Bizden yüz çevirdiler, biz “Hasbunallâhu ve ni’mel vekil” derken bize kıydılar.
Fakat biz, bizden yüz çeviren milletimize kıyamıyoruz.
Herşeye rağmen, yarım yamalak ayakta dursa dahi ülkenin yıkılmasını, parçalanmasını istemiyoruz.
Şeytân “boşver yahu” derken, kalbimiz ve îmânımız “sabır” diyor, sabır…
İçimizde düşünceler savaşıp duruyor…
Ümit, yeis, vefâ, sabır…
Sevgi, merhamet, acı, kahır…
Evet, tutarsız gibi görünen hâlimizin sebebi bu işte.
Ama sabr edebileceğimiz yere kadar sabredeceğiz.
“Öyle sabrederim ki, sabır taşını çatlatırım” diyen Büyüğümüz gibi sabredeceğiz.
Yıkmadan yapma, yeniden inşâ için sabredeceğiz.
Elele verip, ümitle sabredeceğiz.
Çünkü yola ümitle çıkılır, sabırla ferec kapıları açılır.
Bilirsiniz “Sabır ferecin anahtarıdır.”
Ümit şevkin ışığıdır.
Vefâ, vefâyı celbeder.
Kalbimiz, içimiz sıkışıyor ama sabredeceğiz.
Yepyeni bir dünyâ için…
Ne olur vefâ ile birbirimizi anlamaya çalışalım.
Ümit ve sabrımızı besleyip takviye edelim.
Ne olur bize, hepimize biraz değer veriyorsak, namazlarımızda bizim için, birbirimiz için duâ edelim.
Bilhassa gecelerde duâ edelim.
Hepimiz hepimize iyilik yapmış oluruz.
Bilemediğimiz, bilemeyeceğimiz kadar güzel bir gelecek bizleri bekliyor.
Ümit taciri değilim, Rabbimiz var ve herşeye kâdir.
Sabır ve ümitle yola devam.
Dayanmalıyız…