Hiç kimse yerini, yurdunu, ülkesini, evini, barkını kolay kolay terk etmez. Köklerini, geçmişini ve beklenti içinde olduğu geleceğini bırakıp dilini bilmediğin bir ülkede her şeye sıfırdan başlama kararı öyle hemen alınmaz.
Bir insan ailesiyle birlikte ölümü bile göze alarak binbir zorlukla bilmediği diyarlara göç etmeyi kafasına koyduysa ya açlık ve sefaletten ya gelecekten bir beklentisi kalmamasından ya da büyük bir zulümden kaçıyordur.
İşte Avustralya televizyonu ABC‘nin de yapımcıları arasında bulunduğu “Stateless” (Vatansız) dizisi böyle bir hikaye üzerine kurulu.
Aralarında suçsuz yere idam edilmekten kaçan bir Afgan aile, kimliğinden dolayı baskılara uğrayıp tecavüze uğramış İranlı bir Kürt kadın, Saddam zülmünden kaçan insanlar ve özgürlük uğruna ülkelerini terk eden Çinlilerin bulunduğu bir sığınmacı toplanma merkezinde geçen hikaye, bir yerde “göçmen” olmanın ne demek olduğunu size derinden hissettiriyor.
Elde avuçta ne varsa insan kaçakçılarına kaptırıp daha sonra uyduruk bir botla Avustralya’ya gitmek uğruna, soğuk sularda evlatlarını kaybedenlerin hikayelerini izlemek, tahmin edileceği gibi bize hiç de yabancı değil artık.
Hayallerinin peşinde Avustralya’ya ulaşanların yaşadıkları ise ayrı bir drama… Çölün ortasında, halden anlamayan ırkçı görevlilerin aşağılamaları, kötü muameleleri, yıllar süren bekleme süreci bir de üstüne kabul edilmeyip iade edilme korkusu…
“Stateless” dizisi gerçek olaylardan yola çıkılarak çekilmiş bir yapım… Anlatılan olayların basına yansıması sonucunda Avustralya’nın göçmen politikasının büğük bir değişime uğramasının perde arkasının işlendiği bir dizi.
Bir devlet kanalının kendi hükümetinin dahil olduğu göçmen skandallarının anlatıldığı bir diziye hiçbir komplekse kapılmadan, para koyarak yapımcı olması ve bunu yayınlayabilmesi de herhalde Avustralya gibi geçmişiyle yüzleşip dersler çıkarabilen nadir ülkelerde rastlanır bir durum.
2012’den sonra ülkeye kaçak girmeye çalışan göçmenleri ülkesine almayıp Nauru ve Papua Yeni Gine’deki Manus adasına gönderen Avustralya’nın bu tutumu elbette hala muhalefet ve özgürlükçü hareketler tarafından oldukça sert bir şekilde eleştirilmeye devam ediliyor.
Avustralya zaten bir göçmen ülkesi… Ülkede yaşayanların neredeyse yarısı Avustralya dışında bir kökene sahip ve hala her yıl binlerce insanı göçmen olarak ülkeye kabul ediyor. Aynı Avustralya’da olduğu gibi dünya üzerinde de her geçen gün göçmen nüfusu artıyor.
Birleşmiş Milletler Yüksek Komiserliğinin (UNCHR) açıkladığı son rakamlara göre halen dünya üzerinde 80 milyona yakın mülteci bulunuyor. Bunlardan 29 milyonu savaş ve çatışma bölgelerinden kaçanlardan, 4,5 milyonu başka ülkelere gidip o ülkelerden sığınma ve korunma talep edenlerden oluşuyor. Kendi ülkesi içinde farklı sebeplerden başka şehirlere göç etmek zorunda kalanlar ise 45 milyonla en büyük grup…
Her gün 37 bin kişinin evini terk etmek zorunda kaldığı dünyada her 97 kişiden biri mülteci durumunda.Tablonun en acı yanı ise her iki mülteciden birinin çocuk olması. Üstelik bunlardan 100 binden fazlasının bir ailesi bile yok…
Resmi rakamlara göre 4 milyona yakın Suriyelinin mülteci olarak bulunduğu Türkiye, nüfusa oranla en fazla mülteci barındıran Lübnan ve Ürdün’ün ardından üçüncü sırada yer alıyor.
Zulüm, baskı, adaletsizlik ve hukuksuzluktan bunalıp başka ülkelere kaçanların her geçen gün arttığı Türkiye, belki bir ironi olacak ama şu anda dünyada en fazla mülteci nüfusu barındıran ülke durumunda.
20 Haziran, dünyanın dört bir yanına dağılan bu insanların sıkıntı ve acılarına dikkat çekmek için tüm dünyada “Dünya Mülteci Günü” olarak ilan edilmiş. Kimsenin istemeden ülkesini terk etmek zorunda kalmadığı, herkesin huzur içinde yaşadığı bir dünya temennisiyle tüm muhacir kardeşlerimizin Dünya Mülteci Gününü tebrik ederim.
semihyilmaz@yepyeni.zamanaustralia.com