Sosyal medyayı takip iyi mi ? kötü mü ? bilemiyorum, hoşunuza giden, gitmeyen, herşeyi duyup, görebiliyorsunuz.
Her haber, en kısa zamanda herkese ulaşabiliyor.
Arkadaşlarımdan biri, bir yazı paylaşmış, “cemaâtimizin lider kadrosunun, ağabeylerin, bizlere, hepimize büyük bir özür borçlu olduğunu” söylüyor, yazıya şöyle bir göz attım, ben de “Evet” dedim.
Evet.
Düşündüm, taşındım ben de, gerçekten, cemaâtimizin lider kadrosunun, ağabeylerin, bizlere, hepimize büyük bir özür borcu olduğunu gördüm.
Evet, evet, anladım, idrâk eyledim, evet bize büyük, ama çok büyük, bir özür borçlular.
Niye mi ?
Hocaefendi İzmir’e ilk geldiği zaman kimse yoktu, kapı kapı diyâr diyâr dolaştı, sonunda Bit Pazarı’nda bir inci buldu, inci’yi işledi, değerlendirdi, etrâfına ulaşmaya gayret etti, ancak üç beş kişi toplandı.
O inci biz olamadığımız için, ağabeyler bize büyük bir özür borçlular.
Yokluk zamanında, ufacık tefecik, bir nev’i Küçük Tahta Kulübe’lerde karga tulumba oturdular, oralarda Nûrlar’ı okudular, tezekkür ve tefekkür ile, geceleri gözyaşı döküp, gündüzleri koştular, acaba “birer tohuma su verebilir, etrâfa başka tohumlar saçabilir miyiz ?” diye gayret ettiler.
O tohumlar biz olmadığımız için, bizlere büyük bir özür borçlular.
Bulabildikleri tohumlara su verdiler fide olmasına gayret ettiler, nevş-ü nemâ bulunca onlar için sağa sola koşturmaya devam ettiler, âilelerini, evlâtlarını akrabalarını terkettiler, iş, aş, eş düşünmediler, “bulduğumuz tohumlar meyveye durdu, güzel şeyler olacak” dediler.
O meyve biz olamadığımız için, ağabeyler bize özür borçlular.
Bazı meyveler dallara durdu, arkadan gelenler önden gidenleri, hafîf hafif itmeye başladı, İzmir’deydiler, Türkiye’nin değişik yerlerine gidilmesi icâb ediyordu, ilk ağabeyler gittiler, yurt, yuva dinlemediler.
“Acaba bulduğumuz hâzineyi güzel insanlarla paylaşabilir miyiz” dediler, emelleri paylaşmak, anlatmak, öğretmek oldu güzel insanlara.
O güzel insanlar biz olamadığımız için, ağabeyler bize bir özür borçlular.
Yinede güzel insanlar Anadolu’nun değişik yerlerinde köksaldı, gelişti, büyüdüler, bütün Anadolu’da soyut kavramlar somut nesnelere döndüler, yavaş yavaş, İzmir’de, İstanbul’da Ankara’da binâların temeli, harcı, işçisi, aşçısı, parası, pulu oldular. O binâlarda güzel bir nesil yetiştirmeyi amaçladılar.
O nesil biz olamadığımız için, ağabeyler bize bir özür borçlular.
O nesil büyüdü, gelişti, serpildi, Anadolu’nun çeperlerini zorlamaya başladı. Ağabeyler yaşıyordu, arkadan gelen kardeşler anlatıyordu, her yerde büyük işler (biiznillâh) başarılıyordu. Efendiler Efendisi’nin (aleyhisselatu Vesselam) ismi heryere taşınıyordu, herkes birer ulâk, birer rehber, birer havâri gibi koşturuyordu.
O ulak, o rehber, o havâriler biz olamadığımız için, ağabeyler bize bir özür borçlular.
Ulaklar, rehberler, havâriler, insanlar arttıkça kemmiyet arttı, keyfiyet zorlanmaya başladı, ağabeyler daha da dertlendi.
Gözyaşlarından kan aktı sonunda.
Anadolu’nun çeperi yırtıldı, ağabeyler Orta Asya’ya çıktılar, yine ilk giden onlar oldu, gün demeden, gece demeden, diyar diyar koşturdular, “yeni yeni milletlerden, yeni yeni kardeşler bulabilir miyiz ?” dediler, ardlarına, arkalarına bakmadılar, yurtlarını, yuvalarını terk ettiler.
Bizler Yurdumuzu terk edemediğimiz için, ağabeyler bizlere bir özür borçlular
Daha çok insan, daha çok para gerekti verdiler, veriştirdiler, elde avuçta ne varsa bitirdiler bu yolda.
Seyyar satıcılık yapanlar dişinden damağından artırdıklarını, büyük patron olanlar koca koca fabrikalardan kazandıklarını, hiç ama hiç, düşünmeden verdiler.
İnsanlar “bunlar deli” dediler. Ama ağabeyler, acaba bu inci taneleri, bu sedefler, bu mercanlar adam olur mu ? demediler.
Biz inci tanesi, sedef, mercân olamadığımız için ağabeyler bize çok büyük bir özür borçlular.
İnci tanesi, sedef, mercân olanlar ağabeylerin ardından yurt dışına çıktılar, bir kısım ağabeylerimiz, kardeşlerimiz Türkiye’de kaldılar, yurt içinde olanlar, yurt dışında olanlar, ağabeylerin derdiyle dertlendiller, ağladılar, sızladılar, onlarda hizmetlerimize kan-revan içerisinde harç ve tuğla oldular, ağabeyler yol açtılar arkadan arkadaşlarımız yürüdüler.
Biz yapılan işlere harç ve tuğla olamadığımız, ağabeylerimizin arkasından yürüyemediğimiz için, ağabeyler bize çok büyük bir özür borçlular.
Ağabeylerin arkasından yürüyebilenler yüzyetmiş ülkeye ulaştılar, her yerde hizmetler, müesseseler, boy verdi, gelişti ve bütün insanlığın dikkatini celbetti.
Ağabeyler başlarını eğdiler, iki büklüm oldular “ben varım, bende vardım” demediler, kardeşlerimizi nazara verdiler. Altın Nesil, Nesl-i Cedîd dediler, tevâzularından görünmediler.
Biz Altın Nesil, Nesl-i Cedid olamadığımızdan, ağabeyler bize çok büyük bir özür borçlular.
Onlar başlarını eğdikçe, bizler başımızı diktik, onlar büyüyüp, eğildikçe, bizler küçülüp, dikeldik.
Yüzyetmiş ülkede Hakk’ın, hakîkâtin sesi olmaya gayret eden kardeşlerimiz ağabeyliği başardılar, becerdiler. Ağabeyler de arkadan hep itekleyip, destekleyip duâ ettiler. Onlara göre Bizler gündüzleri fursân, geceleri ruhbân idik, kendilerini bizde gördüler.
Bizler gündüzleri fursân, geceleri ruhbân olamadığımızdan, ağabeyler bize çok büyük bir özür borçlular.
Ve hayat boyu değişmediler, milim yerlerinden oynamadılar, yoklukta (Allah’ın izniyle) varlık neşvesi ortaya koydular, onların idârede olduğu dönem her şey bire yedi, bire on büyürken, bizlerin olduğu dönem her şey çok çok daha büyüdü.
Onlar ağabey oldular, ama bizler birer küçük idareci, patron olduk.
Onlar gibi ağabey olamadığımızdan ötürü, ağabeyler bize çok büyük bir özür borçlular.
Gün geldi hazân oldu, hepimizi tipi, boran, fırtına vurdu, ağabeyler iki büklüm geceleri inledi, gündüzleri inledi, hâla inliyorlar. Hallerinden, tavırlarından çok şey değişmedi, hâlâ bizim için ağlıyorlar.
Bizim için ağladıklarından, onları hâlâ ağlattığımızdan ötürü, ağabeyler bize çok büyük bir özür borçlular.
Zâlimin zulmünün ilk hedefi ve muhâtabı yine onlar oldular, yaşlarına, sağlık ve ihtiyaçlarına rağmen Büyüğümüzün etrâfını terk etmediler.
Tipide, boranda, sımsıkı yerlerinde durdular, savrulmadılar, bizler için yaşayıp, bizler için gayret ettiler, sapasağlam, perçinlenmiş gibi, kararlılık ve adamlıklarından ötürü, ağabeylerin bizlere çok büyük bir özür borcu var.
Memleketten ilk sürülen onlar, balkondan atılan onlar, işkence çeken onlar, öldürülenler onlar oldular, bütün bunlar ağabeylerimiz değil mi ?
Evet ağabeylerimiz.
Ağırlaştıkça ağırlaşan zâlimin zulmü yanında, bir de kardeşlerinin vefâsızlığına rağmen, ayakta duran yine onlar.
Ayakta durdukları için, savrulan bizlere çok büyük bir özür borçlular.
Hasılı kelâm onlar değişmediler, hep aynıydılar, biz onlar gibi olamadık.
Bizim adam gibi adam olamayaşımızın sebebi olan ağabeyler, adam olamadığımız için, bize çok büyük bir özür borçlular.
Bizleri terk etmediler, ama biz yanlarında duramadığımız için, bizlere çok büyük, ama çok büyük bir özür borçlular.
Onlar oldular, biz olamadık, onlar değişmediler, biz degiştik, onlar savrulmadılar, biz savrulduk, onlar bize çok büyük ama çok büyük bir özür borçlular.
Hiç mi suçları, hatâları yok ? demeyin, elbetteki suçları ve hataları vardır, ağabeyler benim için velîdirler, ama insândırlar.
Hüküm, hasenât ve seyyiât dengesine göre verilir, hasenâtları yanında seyyiâtları devede kulak bile olamaz. Bunu anlayamadığımız için, ağabeyler bize çok büyük, ama çok büyük bir özür borçlular.
Biz özgürce çok büyük, koca koca, cüretkâr laflar ediyoruz, susuyorlar, dinliyorlar, “bizleri affet Allâh’ım !” diyorlar, ağabeyler bizler gibi olamadılar, bizim gibi olamadıkları için bize çok büyük, kocaman bir özür borçlular.
Bir Mehmet Ali, bir Büyükçelebi, bir Aymâz, bir Suât, bir Hacı Kemâl, bir Pekmezci olamadık, ağabeyler bizi yetiştiremediler, bizlere çok, ama çok, gerçekten çok büyük bir özür borçlular. mansurturgut@yepyeni.zamanaustralia.com.au