Çocuktum, Türkiye’de en çok okunan gazetelerden birisi Tercüman Gazetesi’ydi.
Bu gazetede bir köşe Koca Yûsuf, Kel Aliço, Gümüşdereli Mehmed Pehlivan gibi meşhur pehlivanların yapmış oldukları güreşleri anlatırdı.
Bunlara “Pehlivan Tefrikası” denir, sevenler nefes almadan okur, takip eder ve merakla yeni yazıyı beklerlerdi.
Bu köşelerin bağımlıları üzerinden dilimize geçen bir tabir günümüzde hâlâ kullanılır “Pehlivan tefrikası gibi okumak”
Bizler de bir iki haftadır Ahmet Dönmez’in yazmış olduğu Atlanta Hadisesi’ni pehlivan tefrikası gibi okuyoruz…
Hemde çok üzülerek…
Gazeteciyi konuşmak ;
Ahmet Dönmez gazetecidir, mesleğinin gereğini yapıyor.
Niçin bu yazıları yazdı, yazıyor ? Deme hakkımız yok.
Fakat nasıl yazdığı, nasıl dile getirdiği yada üslûbu üzerinde durabilir, uzun boylu konuşabiliriz.
Görünen o ki, yazılarını bir süre daha devam ettirecek…
İlk taş ;
Hz. İsâ Efendimiz’in önüne bağiye bir kadın getirilir, hükmü sorulur.
Hüküm ; Recm yâni taşlanarak öldürülmesidir.
“O halde taşla” derler, merhamet insanı Hazreti Mesih “Hayır ilk taşı hiç günâhı olmayan atsın” der
Şahsım adına herzaman ilk taşı atmaya korktum.
Zor bir ameliye…
Emmâre-Levvâme ;
Sevdiğim bir ağabeyimin ifâdesi şöyle “nefs-i emmâre yani dâima kötülüğü isteyen nefsin kıyameti nefs-i levvâme yâni kendini yerden yere vuran, hesâba çeken, kendini levm eden, kınayan nefis ile başlar.”
Kendini kınamak, kendini yerden yere vurmak, kendine tavır almak, muhâsebe, murâkabe neticede “Tevbe” herkesin harcı değil.
İnsanın kendiyle mücâdelesi çok zor.
Fakat kendi ile mücâdeleye girenler kazanıyor, böylelikle hem dünyâda hem uhrâda yüzler gülüyor.
Zaten insan dünyâya bunun için gönderilmiş değil mi ?
Kendini aşıp rızâya, cennete layık bir hale gelmek.
Rabbimiz bizlere de nasîb etsin.
İnsanı konuşmak ;
Biz insanı konuşmalıyız.
Bütün olayların merkezine insanı almalı, insana göre tavır belirlemeli, insana göre harekete geçmeliyiz…
Çünkü dünyada iyiliğin de güzelliğin de temeli insandır.
Hayat insan etrâfında dönüyor.
Rabbimiz yeri-göğü insana müsahhâr ettiğini söyler.
İyi ve kalifiye insanlar iyi sistemler kurarlar, daha sonra insan ve sistem birbirini besler, güzelleştirir.
Evet, hareket merkezimiz insan olmalı…
İnsan, içten yahut dıştan bir sâikle doğruya yönelebilir, yöneltilebilir.
İnsanın kendi içindeki savaşını başka zamana bırakarak, biz ne yapmalıyız ?
Arzu ederseniz onu irdelemeye çalışalım.
Neler yapabiliriz ?
a – Hatânın teşhisi ;
Hiç kimse hiçbir şeyi ebediyen saklayamaz.
Hele günümüz dünyâsında yanlış bir iş, olgu yada olayı saklamak mümkün değil.
Zâten kötünün yâhut yanlışın yayılma hızı, iyiden çok ama çok fazladır.
İslam’da durduk yere tecessüs, insanları takip, inceleme, irdeleme yasaktır.
Fakat ortada somut bir durum, bir fiil varsa onunla alakalı harekete geçilebilir.
Kendi işinizi kendiniz görmeye kalkmanız, kendi göbeğinizi kendiniz kesmeniz lüzumsuz karmaşaya sebebiyet verebilir hattâ mes’ul dahi olabilirsiniz.
O halde susalım mı ?
Hayır, en doğrusu yalan, garez, kin, gıybet ve iftirâya girmeden durumdan vazifedarları haberdar etmek.
b – Tedbir Alınmalı ;
Eğer ortada somut bir olay varsa durumdan haberdâr edilen vazifeliler derhâl harekete geçmeli…
Hatâ yâhut suç işleyebilecek zâta derhâl ulaşılmalı, meşgul olduğu iş ve alan durdurulup, dondurulmalı, hızlıca görüşme zeminini ayarlayıp, incitmeden, rencide etmeden kendisi ile görüşülmeli.
c – Nasihat edilmeli ;
Mış-mışlar ile değil, somut gerçeklerle alakalı kendisi ile konuşulmalı…
Gerekirse diğer ilgililer çağırılmalı…
Hatâ yapabileceği, Allâh korusun suça doğru gittiği, hem kendisine, hem etrâfına zarâr verebileceği güzelce, etrâflıca anlatılmalı, nasîhât edilmeli.
Tamda bu mânâda bir “Nasîhât Müessesesi” çalıştırılmalı…
Fakat bizler genelde bunu yapmıyoruz, doğru yada yanlış, soyut yada somut bir olay duyulduğunda genellikle nasîhât yerine kelle alma yolunu seçiyoruz, buda bizim hatâmız…
Hattâ genellikle olayı aktaranları deşifre ettiğimizden, ilk giden kelleler hatâyı haber verenlerin oluyor.
Bu yanlış tutumun iki neticesi ortaya çıkıyor, ya insanlar susuyor yada hatâ yapanlar nasîhâtle düzelip, ileride güzel şeyler yapabilecekken yok ediliyor.
Bunca yıldır hayâtımda tecrübem o ki nasîhât yerine kılıçlar kullanılıyor…
Halbuki kimse kendi öz evlâdını hatâ etti diye yok etmeye çalışmaz dâima elinden tutarak kurtarmaya gayret eder.
Maalesef kardeşliğin gereğini yapmıyoruz.
Hepimizin hatâları var.
Bâzende adaletsizce kayırmalar yapılarak, baş sallayıp, evet efendim, tamam efendim diyip bildiğini okuyanlar yola devam ettirilip, aynı hatâyı yapan fakat yerine göre kimseye eyvallâh etmeyenler hatâdan dönse dahi yok ediliyor.
Yine âcizâne tecrübemle söylüyorum, baş sallayanlara göre eyvallâh etmeyenlerin intibâhı-dönmesi çok çok daha kolay…
Ne yazıkki her türlü kayıp içerisine giriyor, zarâr ediyoruz.
d – Düzelme, muhâsebe, murâkabe imkânı tanınmalı ;
Her insan hatâ yapabileceği için her insana hatâsını onarma hakkı tanınmalı.
İşte güzel nasîhât buna sebebiyet verebilir ve bizim arkadaşlarımızda sonucun güzel olacağına bütün kalbimle inanıyorum…
Bizim arkadaşlarımız insaflıdır.
Etkili-yetkili, sözü geçen güzel insanlar, büyüklerimiz arkadaşlarımıza nasihat etseler arkadaşlarımız kesinlikle dinlerler.
Böylelikle ilgili şahıs, artı ve eksisini önüne kor, muhâsebe, murâkabe yapar ve bir hatâsı varsa tevbe edip, nedâmetle girmesi gereken hak yola girer.
Kazanırız…
Her insan bunu hak ediyor.
Baksanıza Rabbimiz kullarına mühlet üzerine mühlet veriyor.
Fakat insanız kimimiz yola giriyor, kimimiz iyice yoldan çıkıyoruz.
(Bu arada batılı mânâda çek ve balans sistemini doğulu cemaat ve gönüllülük esasına göre çalışan topluluklarda uygulamak şimdilik zaman istiyor, çek kontrol ve yönlendirme ile, balans ise hal-i hazırda nasihât ve gerekirse uzaklaştırma ile uygulanabiliyor, maddi müeyyide imkanı henüz mümkün değil)
e – Dinlemiyorsa etrâfı uyarılıp, boşaltılmalı ;
Muhatab hüsn-ü niyetle anlatılanları dinlemiyorsa o zaman yapılması gereken yavaşça yalnız bırakılması, etrâfının boşaltılması ve gerekiyorsa işinden uzaklaştırılması olmalı.
Bunu bile yaparken yıkarak değil, insanın tekrâr dönmesine fırsat verilebilecek tarzda ustüruplu yapılması icâb ediyor.
Hiç kimseyi ama hiç kimseyi ademe mahkûm etmemek lâzım…
f – Âcilen işten el çektirilmeli ;
Kimileri düşmüş fakat kurtulamıyor olabilir.
Kimileri mübtelâ olmuş ve girdiği yoldan dönemeyebilir.
İşte bu durumlarda yukarıda sayılan maddelere dikkatle çok hızlı hareket edilmeli müdâhalede geç kalınmamalı ve hatâyı aşmış, suça yelken açmış şahsiyet elan vazifeden el çektirilmeli.
Gerekiyorsa vazifeden el çektirildiği hemen ilân edilmeli.
En önemli handikaplarımızdan biri hızlı hareket edememek.
Kardeşliğin gereği olarak diğer taraftan muhâtabımızı sebepler dahilinde hayra sevk etmek için gayrete devâm boynumuzun borcu olarak görülmeli…
g – Hukuk – Mahkeme yolu ;
Son merhalede yapılan hiçbir şey olumlu sonuç vermiyorsa ve suç varsa, o zaman hakkı olanların hakkını alması adına gayretlerinin engellenmemesi gerekir.
Olaylar gerekirse mahkemeye intikal ettirilmeli.
Hak, hukuk ve adâlet sağlanmalı…
Suçu örtbas etmeden suç ve suçlunun yanında kimse durmamalı, gereği yapılmalı…
“Suç şahsidir” asla genele mâletmemeli..
Bütün bunların gelişimi ve sonrasında toplumumuzun en büyük yanlışı, olayın şahsa değil “suçun şahsiliği” unutularak maalesef topluma mâledilmesidir.
Şahsın hatâ ve günâhı direkt olarak ana-babaya, akrabayı taallukâta yada daha geniş bir topluma asla fatura edilmemelidir.
Bu zulümdür ve hiçbir hukuk sisteminde geçerli bir yol değildir.
Kimsenin hatâ, günâh veya suçu birliktelik, azmettirme gibi haller yoksa hiç kimseyi bağlamaz, herkes kendi sorumludur, buna hukukta “suçun şahsiliği ilkesi” diyoruz.
Rastgele konuşursanız gıybet, iftirâ ve benzerleri başlar ki toplumu bütün katmanları ile yıkabilirsiniz.
Kaş yapayım derken göz çıkarırsınız, ki ne mazlûma, ne hatâ edene, ne topluma hiçbir fâideniz olmaz...
Evet, insan hatâ yapar ;
Yaşadığımız dünyâda tanıdığınız çok değil üç kişi, evet üç hiç hatâsı olmayan insân gösterebilir misiniz ?
Mümkün mü ?
Efendimiz (sav) “Herkes hatâ yapar, hatâ yapanların en hayırlısı hatâsına tevbe edendir” buyurur.
Yaşadıklarımızdan ders çıkarmalıyız…
Yine O (sav) “Tevbe edeni kınayan başına gelecek aynı probleme hazır olsun ” diye bizleri uyarır…
Korkmak lâzım...
Birisinin inancına zarâr vermekten korkmak ;
İşin bir diğer tarafı da bütün bu yazılanlar yapılmadan ulu-orta konuşarak etrâfınızdaki insanların imânı, inancı ve ameline zarâr verme tehlikesi bundan her yönüyle Rabbimiz’e sığınmak lâzım.
Rabbimiz yâr ve yardımcımız olsun.mansurturgut@yepyeni.zamanaustralia.com.au