15 Temmuz hakkında çok şey yazıldı, çizildi ve yazılmaya da devam edilecek, çünkü meselenin görünen yüzü buz dağının su üstünde kalan kısmı kadar bile değil.
Bunun nedeni, 15 Temmuz darbe girişiminin (!) modern tarihte eşine benzerine rastlamadığımız bir kalkışma olduğudur. Gerçi, Türkiye’deki rejim kurguladığı senaryoyu, şah damarını elinde tuttuğu medya vasıtasıyla, ülkenin neredeyse tamamına yutturmuş olsa da, dünya bu hikayeyi satın almamaktadır.
Şimdi aklınıza şöyle bir soru gelecek, dünya Türkiye’nin öne sürdüğü bu senaryoya neden inanmıyor? Herkes Türkiye’ye düşman mı?
Elbette böyle bir varsayım çok inandırıcı olmayacaktır. O zaman, senaryonun dünya tarafından kabul görmemesinin sebebi nedir?
Aslında bu sorunun cevabı basit. Modern tarihte ‘faili meçhul darbe’ diye bir konsept yoktur, çünkü darbeler binlerce insanın iştirakıyla yapılır. Başarılı veya başarısız olur ama failleri her zaman bellidir.
Türkiye’de 15 Temmuz gecesi cereyan eden ve adına darbe teşebbüsü verilen olayların failleri evrensel hukuk kriterleri açısından meçhuldür, çünkü yargılanan binlerce insandan işkenceyle ifadesi alınan bazı subaylar dışında, ben darbeciyim diyen yok. Tutuklanan binlerce askerin ortak ifadeleri “bizim hiç bir şeyden haberimiz yoktu, emir geldi sokağa çıktık” veya “bize terör eylemleri sebebiyle belirli noktalara intikal etmemiz emredildi” şeklinde.
İşin en mantıksız yönü de, o gece darbeye iştirak etmesi mümkün olmayan binlerce yargıç, işadamı, ev hanımı, öğretmen, akdemisyen, gazeteci, memur ve yetmiş yaş üstü ihtiyarların tutuklanmasıydı. Dolaysıyla, eldeki veriler 15 Temmuz’un darbe kalkışması değil, başka bir amaçla kurgulanmış bir operasyon olduğunu gösteriyordu.
Özelikle Batı’nın öne sürülen retöriği kabul etmesindeki tereddütü hiç de şaşırılacak bir şey değil.
Geçen gün YouTube üzerinden izlediğim bir webinarda ‘Allah’ın lütfu’ isimli filmin yapımcısı Norveçli Jorgen Lorentzen, 15 Temmuz gecesi Türkiye’de olduğunu ve akşam yemeği yerken çalan telefondan gelen haberle bir hareketlilik olduğunu öğrendiklerini, ardından televizyonu açarak köprüdeki görüntüleri izlediklerini anlatıyordu.
Daha ilk etapta yanında bulunan birinin “bu darbe değil, ben iki darbe gördüm ve darbe böyle olmaz” dediğini ifade etmesi çok ilginçti. Daha sonra olayın resmi söylemlere uymadığı düşünen Lorentzen, yoğun bir araştırma yapıyor, bazı önemli isimlerle röportaj yapıyor ve “Allah’ın lütfu” isimli filmi çekiyor.
Lorentzen’in webinarda bahsettiği çok önemli ifadeler var. Birincisi, köprüde cerayan eden olaylarla ilgili. Norveçli yönetmen, köprünün özellikle televizyon için seçildiğini ve olayın gerçek bir darbe olduğuna inandırma çabası olduğu görüşünde. Köprüye getirilen harb okulu öğrencilerinin sayılarının elliyi geçmediğini ve açıkça kurban edildiklerini idafe eden Lorentzen, “bu çocukların hiç bir şeyden haberi yoktu, bir emirle köprüye gönderilmişlerdi” derken, yüzünde acı bir ifade vardı.
Anlattıklarındaki en önemli nokta şuydu, terör hadisesi var diye köprüye götürülen çocuklar meseleyi anladıktan sonra silahlarını bırakmışlardı ama köprünün başında bekleyen yüzlerce polis, gözü dönmüş halka köprüyü açmış ve bu çocukların üstüne salmıştı.
O gece köprüde onsekiz – ondokuz yaşlarında, sekiz masum harb okulu öğrencisi linç edildi. Diğerleri ise darbeye teşebbüsten müebbet hapis yatıyorlar.
Lorentzen’in ifadelerindeki ilginç bir husus da, çekeceği filmin hazırlık safhasında yaptığı araştırmalarda, Amerika, Almanya, İngiltere gibi ülkelerin istihbaratlarıyla bağlantı kurup, darbenin arkasında kimlerin olduğunu sormasıydı. Hepsinden aldığı cevap aynıydı, Gülen cemaatinin bu darbeyle ilişkisi olduğuna dair bir delil yok. Bazı Gülen taraftarı subayların iştirak etmiş olması muhtemel olsa da, darbe cemaatin işi değil.
Lorentzen’in üzerinde durduğu diğer bir nokta da, savcı Sedar Çoşkun’un hazırladığı darbe raporuydu. Raporun gece 1’de yazıldığını ifade eden Lorentzen, her şeyin önceden planlandığı kanaatindeydi. Meselenin entersan tarafı, gazetecilerin eline geçen raporu yazdığını kabul eden Savcı Çoşkun, imzayı sabah 7’de attığını söylemekle 15 Temmuz’un önceden planlamış bir kumpas olduğunu itiraf etmiş oluyordu. Lorentzen, raporda o gece olmamış olaylardan da, olmuş gibi bahsedilmesi, darbede olacakların planlanmış olduğunu gösterir, diyor.
Lorentzen’in webinarda anlattıklarının önemli bir kısmı da, Doğu Perinçekle yaptığı röportaj. Perinçek’in küçücük bir partisi olmasına rağmen, kendine çok güvendiğini, Erdoğanı yönlendirdiğini ifade ettiğini, söyleyen Norveçli yapımcı, arkasının sağlam olduğunu da söylemekten çekinmiyor. Daha da önemlisi, Perinçek’in Rusya, Çin ve İranla yakınlığından bahsettikten sonra, darbeyi Rus yetkilerle önceden bildiklerini ve o gece Rusya’nın darbede önemli bir rol oynadığını ifade ediyor.
Lorentzen’e göre bu darbe aslında NATO subaylarına karşı yapılmış bir operasyon. Hizmet hareketinin günah keçisi olarak seçilmesinin asıl nedeni ise, Erdoğan’ın yargı korkusu. Lorentzen, 2015’e kadar Erdoğan’ın bir çok devlet kurumunu ele geçirdiğini, ve yargıya operasyon yapabilmesi için 15 Temmuz’un Erdoğan için Allahın bir lütfu olduğunu söylüyor. Lorentzen’e göre, 15 Temmuz’un karanlıkta kalan, dolayısıyla araştırılması gereken bir çok yönü var.
İşin acı tarafı şu, 15 Temmuzun altında bir Çapanoğlu olduğunu Batılı araştırmacıların bile gördüğü bir dünyada, kendi minik dünyasında debelenen muhaliflerin halen iktidar retöriğini kullanıp, yapılan hukuksuzluklara ses çıkarmaması.
Gerçi, Erdoğan rejiminin yaptıklarını hukuksuzluk sözcüğüyle ifade etmeye çalışmak artık kifayetsiz kalıyor. Bugün Türkiye’de adeta bir soykırım yapılıyor ve toplum buna sessiz kalıyor. Daha iki gün önce Bold Meyda’ya gözaltındayken işkence gördüğünü anlatan öğretmen Erhan Doğan, götürüldüğü yerde, üç kıza tecavüz edildiğini ve kendisine senin de kızın var, söylediklerimizi yapacaksın, dediklerini anlattı.
Önceki yazımda ifade ettiğim bir şeyi tekrar ediyorum, Erdoğan rejimini İslam kelimesiyle aynı cümlede anmak İslama karşı bir edepsizliktir. Bu rejim için İslamcı ifadesini bile kullanmak İslam dininin değerlerine saygısızlıktır. Bu zihniyetin İslamla uzaktan yakından alakası yoktur.
“Ayasofyayı ibadete açtı” diyenlere, Asr-ı Saadette, Medine’de faaliyet gösteren nifak komitesinin reisi, Abdullah ibn Ubey ibn Selül de cami yaptırmıştı ve bu mescid daha sonra Allah Resulü tarafından yıktırılmıştı.Merak edenler baksın Mescid-i Dirar… omeratillaergi@yepyeni.zamanaustralia.com