Geçenlerde ünlü savaş filozofu Sun Tzu’nun “Savaş Sanatı” adlı kitabını tekrar okudum.
Bundan 2500 yıl önce yazılmış ve modern zamanlarda bile Harp Akademilerinde okutulmaya devam etmiş, hacimce küçük ama değerli bir kitap Savaş Sanatı…
Hizmet Hareketi içinde az da olsa savrulmaların yaşandığı, ithamların, suçlamaların dört bir yanda uçuşup gıybet ve iftiraların kıtalar dolaştığı bu netameli zamanlarda, “Savaş Sanatı” kitabından mülhem, yaşanan hadiselere baktığımızda bir “Fitne Sanatı“nın sahneye konduğunu gözlemlemek hiç de zor değil.
Hem içten hem de dıştan öyle bir kara propagandanın etkisi altındayız ki “At izinin it izine karıştığı” şu günleri hayırlısıyla, ayağımız kaymadan atlatmak gerçekten de büyük çaba gerektiriyor.
Sun Tzu, kitabında düşmana zarar verip hakkından gelmenin yollarını anlatırken üç önemli tespitte bulunuyor. Bu tespitlerin ışığında ben de şu an “içimizden” yapılan haklı ya da haksız itham ve eleştirileri incelemeye çalışacağım.
Tzu ilk olarak “Rakip iyi tanınmalı ve güzel olan özellikleri gözden düşürülmelidir.” diyerek kara propagandanın ilk hedefinin ne olması gerektiğini söylemiş.
Onlarca yıldır Türkiye’de karşılıksız, fedakarca hizmet eden, helal kazancından biriktirdikleriyle topluma hizmet için binlerce müessese açan, en ufak bir kanunsuzluğa bulaşıp ceza almamış, istihbarat teşkilatları tarafından yıllarca takip edilip hakkında dünya çapında olumsuz en ufak bir rapor yayınlanmamış ve toplum tarafından hep ahlaklı, kültürlü, dürüst ve güvenilir olarak tanımlanan cemaat fertleri öncelikli hedef ilan edildi.
Amaç kara propagandanın en alçakça yöntemlerini kullanarak halktaki yerleşmiş bu güzel inancı yerle bir etmekti. Önce güvenirliliklerini sarsmak için “Sınav sorularını çaldılar.” ithamı yapıldı. Yıllarca eğitimin her alanında Türkiye’de ve dünyada sayısız dereceler elde etmiş bir nesli zan altına sokmak istediler. Kendi başarısızlık, hamakat ve eğitimsizliklerini “Hakkımızı gasbettiler.” yalanıyla kapatmaya çalıştılar.
Bir yurt köşesinde ya da öğrenci evinde oturup dışarı bile çıkmadan aylarca ders çalışıp kamu sınavlarına hazırlanan, okullarına çoğunlukla dereceyle girip yine dereceyle mezun olmuş, çalışkan ve başarılı insanları şaibeli, kimin söylediğini bilmediğimiz ve “Eltimden duydum.” mantığındaki rivayetlerle karalamaya çalıştılar. Bunda içteki kafası karışıkların da bilerek ya da bilmeyerek yardımlarıyla başarılı olduklarını, en azından kafalarda sorular oluşturduklarını söylemeliyiz.
Bugünlerde ise yine aynı minvalde başka bir iftira daha dolaşıyor. “Ergenekoncuları içeri atmak için sahte deliller yerleştirdiler.” Normal şartlarda yaptıkları darbe planları yüzünden ömür boyu hapiste kalmaları gereken darbeci zihniyeti içerde tutmak için, elde mevcut “bavullar dolusu” delil, konuşma, belge ve bilgi varken buna niye ihtiyaç duyulsun ki, diye bir sorgulayanın çıkmaması ise ayrı bir garabet.
Bunu söyleyenlerin, ülke üzerinde uzun yıllar nice kirli planlar yapıp şimdilerde de hırsız ve zalim iktidarla pislikleri saçılmasın diye ittifak içinde bulunan darbeci zihniyete, nasıl hizmet ettikleri ise aşikar.
Tzu ikinci adım olarak “Rakibin lideri ve yanındaki kadrosunu küçük düşürüp şöhretleri lekelenmeli ve kendi takipçilerinin gözünde hor görülmeleri sağlanmalı. Hedef kitlenin kendi aralarındaki uyuşmazlık ve kavgalarını körüklemeli.” diyor. Bu da aynen yapıldı ve yapılmaya devam ediliyor…
Başlarda Hocaefendi’yi doğrudan hedef alamayacaklarını bilenler, Hizmet’e yıllarca sahip çıkmış “Abi“leri hedef tahtasına koyarak işe giriştiler. “Abi”lik kavramının içini boşaltıp bir avuç muhteris ve kifayetsiz idarecinin günahını tüm “Abi”lik müessesine teşmil ederek bizi birbirimize bağlayan kardeşlik bağlarını kopartmaya çalıştılar.
Bunlardan kimi sürecin getirdiği savrulmalarla makamlarına bağlı saygı ve gücü kaybedip boşluğa düşmelerinden, kimi egolarının tsunamileri altında boğulup gitmelerinden kimi de haset, garez ve kıskançlıklarından dolayı ithamlar, iftiralar, dedikodular ve türlü türlü asılsız bilgilerle içlerinde yıllardır biriktirdikleri ifrazatı etrafa kusmaya başladı.
Bunların söylemlerinden şüpheye kapılıp etkilenen kimileri ise ne yazık ki zaafa düştü. Yapılan yanlışları, “insan“dan kaynaklanan hataları, toptancı bir yaklaşımla genelleyerek milyonlarca masumu da etiketleyip suçlar oldular. Adeta sivrisineği öldürmek için üzerinden tankla geçmeye çalışan akl-ı evveller gibi davranmaya başladılar.
Aralarında tekaüt polis eskileri, üniversite odalarına hapsolmuş ve her şeyi sadece kendisinin bildiğine inanan akademisyenler, kulaklarına üflenen suflelerle habercilik yapmaya çalışan gazeteciler, kaht-ı rical devrinde hasbelkader idarecilik yapıp daha sonra kaç kırat oldukları anlaşılınca vazifeden el çektirilen yöneticiler ve bilumum kuyruk acısı bulunan “münferit” memnuniyetsizlerin oluşturduğu bu “yüzük kardeşliği” artık canımızı iyice sıkar oldu.
İçlerinde Hocaefendi sanki bir dernek başkanıymış gibi onu istifaya davet edenler, cemaatin kendisini lağv etmesi gerektiğini söyleyenler, itirafçılığı farklı seviyelere taşıyıp MİT’e rapor sunanlar bile çıktı. Türkiye’deki harami zalimlerin argümanlarını kullanıp değişim isteyen bu tipler, artık doğrudan Hocaefendi’yi hedef almaya başladı. Amaçları ise her türlü zulümle bitiremedikleri Hizmet ve başındaki Hocaefendi’yi yok etmeye, hiç olmazsa Hizmet’i parçalayıp bölmeye çalışmak. Bu da zaten Sun Tzu’nun yukarıda bahsettiği ikinci aşama…
Sun Tzu’ya göre üçüncü aşama ise “Rakibin gelenek ve kültürü gülünç hale getirilmelidir.” İşte bu tiplerin çoğunun bilerek, az bir kısmının ise bunlara inanarak yaptığı çalışmalar sonunda ne yazık ki bizden önce turnikeye girip önümüzde rehber olan insanlar karikatürize edilmeye, karalanmaya, aşağılanmaya, iş bilmezlikle suçlanmaya ve yılların getirdiği kredileri zedelenip yaptıkları işler küçük görülmeye başlandı.
Bu insanların fikirleri, birikimleri ve koordinasyonlarıyla başarılan nice hayırlı işler, içlerinde memnuniyetsizlerin de bulunduğu milyonlarca yetişmiş insan, bir kalemde suçlu ilan edilip karalanır oldu. Uhuvvet, fedakarlık, yaşatmak için yaşama, kardeşini kendine tercih etme, himmet, muavenet gibi kavramlar bunların dilinde alay edilen, küçük görülen, eskilerde kalmış kavramlara dönüştü.
Velhasıl Hizmet düşmanlarının başlattığı daha sonra da farklı sebeplerden memnuniyetsizler güruhunun da dahil olduğu bu grup, artık bünyenin içine yuvalanmış kurtçuklar gibi Hizmet’i kemirip bitirmeye çalışıyor.
Allah’ın izni ve inayetiyle milyonlarca masum ve adanmışın samimi gayretleri elbette bu”Fitne Sanatı”nda uzmanlaşmış ve her geçen gün güçlenen bu yapıyı bertaraf etmeye yeter. Asla ümidi yitirip enseyi karartmamak lazım. Biz hizmetimize bakalım, onların yaymaya çalıştıkları bu itham ve iftiralara değil…
semihyilmaz@yepyeni.zamanaustralia.com