Sürecin İlk Romanı: Hengâme
Türkiye’de 17/25 Aralık ile başlayıp 15 Temmuz sonrası tamamen şirazeden çıkan hukuk ve adaleti askıya alıp tek adam diktatörlüğü kurma gayretleri, binlerce masumu derinden etkiledi.
Kimi işinden kovularak açlığa mahkum edilmeye çalışıldı, kimi kadın erkek, çoluk çocuk, genç yaşlı demeden zindanlara atıldı, kimi soğuk hücrelerde kimi ayrılmak zorunda kaldığı vatanından uzak topraklarda ruhunun ufkuna yürüdü.
Kiminin alın teriyle kazandığı her şeyine haramiler çöktü, kimi de tüm sevdiklerinden ayrı bırakılıp gurbet içinde yalnızlığa mahkum edildi. Binlerce aile dağıldı, binlerce insan bilmedikleri diyarlara savruldu…
Neredeyse hepsi çok iyi eğitimli bu insanlar, yaşam savaşı verdikleri bu yeni düzende inşaatlarda çalışarak, Uber şoförlüğü yaparak, temizlik, boya badana işlerine koşturarak helalinden, alın terleriyle kazandıklarıyla direnip kimseye eyvallah etmediler.
Bir gün gelecek bu yaşananların hepsi romanlara, öykülere, şiirlere, şarkı ve türkülere, sinema, dizi ve belgesellere konu olacak ve yaşanan zulümlerin şahidi vesikalar olarak tarihe geçecekler.
Bunun ilk örneklerinin verilmeye başlandığı şu günlerde Yusuf Ünal‘ın yeni çıkan Hengâme adlı romanı, sürecin yazılan ilk romanı olma özelliği taşıyor.
Çok sevdiği öğretmenlik mesleğinden bir KHK ile atılıp ayakta kalma mücadelesi veren Selami Hoca‘nın hikayesinin anlatıldığı bu “aşk” romanı, oldukça akıcı üslubu, dupduru Türkçesi, sağlam olay kurgusu ve hayatın içinden bize çok tanıdık gelen karakterlerinin hikayeleriyle okuyucunun canını yakan, ruhunu sızlatan bir roman…
Romanı okurken her karakterle özdeşleştireceğiniz birçok dostunuz hemen aklınıza geliveriyor. Selami ve Nihal gibi öğretmenlikten atılmış arkadaşlarınız, Fatih gibi zamanla para ve güç için iktidara ruhunu kaptırmış dostlarınız, Erdinç gibi şahsi garazları yüzünden masumları gammazlayan ispiyoncular, Cengiz Yüzbaşı gibi işkenceler görmüş vatan sevgisiyle dopdolu subaylar, Aslı Hoca gibi üniversitelerden atılıp işkencelerin en ağırlarına maruz kalmış değerli akademisyenler, Bahtiyar Usta gibi işini kaybeden esnaflar ya da her türlü riske rağmen mazluma yardım etmeyi vazife bilen Müjdat Abi gibi iş adamları…
Bir bankaya para yatırdığı, bir gazeteye abone olduğu, çocuğunu resmi bir özel okula gönderdiği, bir sendika ya da derneğe üye olduğu için hayatları alt üst olanların, hepimizin yakından tanıdığı insanların hikayesi, hatta belki de kendi hikayemiz “Hengâme”.
Romanda yurt dışından adam kaçırmalardan bilinmeyen mekanlarda yapılan acımasız işkencelere, daha dün herkesin sevip saydığı insanların bir anda nasıl şeytanlaştırılıp toplumun onlara karşı takındığı iki yüzlülüğe, asılsız ihbarlara, iftiralara, gaybubetin ne demek olduğuna velhasıl süreç içinde yaşanan tüm acılara okuyucu olarak şahitlik ediyorsunuz.
İçerdiği tüm acı gerçeklere rağmen başta da dediğimiz gibi bir “aşk” romanı Hengâme… Dünya görüşleri uyuşmayan Hazal’dan ayrıldıktan sonra Nihal’le tanışıp aşık olan Selami’nin duru, saf aşkı anlatılan…
Sevdiğini söyleyemeyen, aşkını kalbinde saklayıp diline düşüremeyen, hüznünü sıkça türkülerle, şiirlerle paylaşan iki kaderdaş gencin birbirlerine olan aşklarını ancak bir nezarethanede dile getirebildikleri tertemiz bir aşk…
Kitabı okurken üç yıl vazife yaptığım Konya’nın sokaklarında dolaşmak benim için ayrı bir güzellik oldu. Selami’yle birlikte Kapu Camii’nde namaz kılıp Alaaddin Tepesi’nde çay içmek, Zafer Caddesi’nde bir tur atıp Fuar’ın içinden geçerek Nalçacı Caddesi’nde, arkası mezarlığa bakan evime hayalen gitmek bana farklı duygular yaşattı.
Selami’nin ailesine bir sıkıntı yaşatmaması için yıllar içinde biriktirdiği göz nuru kitaplarını ıssız bir bozkıra bırakıp sanki biricik yavrusunu cami avlusuna terk etmek zorunda kalan bir anne gibi arkasına baka baka gitmesi beni etkileyen bir başka bölümdü.
Daha geçenlerde “ele geçirilen” tefsir, hadis ve dua kitaplarının “örgütsel doküman” olarak bir suç unsuru gibi emniyette sergilenip basına servis edildiğini hatırlayınca daha kim bilir kaç Selami’nin kitaplarıyla ağlaya ağlaya böyle vedalaştığı geldi aklıma.
“İnsanların ağlayarak mutlu olduğu güne görüş günü denir.” cümlesini okuduğumda bir müddet romana devam edemedim. Aynı Aslı Hoca’ya yapılan aşağılık işkencelerin anlatıldığı bölümde olduğu gibi…
Yusuf Ünal, kendi gaybubet günlerinde Türkiye’de başladığı bu romanı ancak iki buçuk yıl sonra vatanından binlerce kilometre uzakta, Kanada’da tamamlamış. Romanın başında “Onların uzaklığına bu romanı yazarak katlanabildiğim eşime, oğluma ve kızıma…” diyerek ithaf ettiği ailesinden hala ayrı… Geçimini bazen Uber yaparak bazen inşaatlarda çalışarak sağlıyor ama bu onu sevdiği işi yapmaktan yani yazmaktan alıkoymamış.
Hengâme vesilesiyle Yusuf Ünal’ı ve eserini yayınlayan Süreyya Yayınları’nı tebrik ederken eserin Türkiye’de olup biten hukuksuzlukların dünyanın farklı coğrafyalarında da anlatılıp duyurulması adına İngilizceye de çevrilmesi gerektiğini bir tavsiye olarak belirtmek istiyorum.
Hengâme , süreç içinde yaşanılanları anlatması yönüyle bir ilk roman olsa da biliyoruz ki son olmayacak. Arkasından daha nice romanlar, öyküler yazılıp filmler çekilecek ama o ilk olma payesini hep gururla taşıyacak. Her türlü zorluk ve sıkıntı içinde bizleri böyle bir romanla buluşturduğu için Yusuf Ünal’a ne kadar teşekkür etsek azdır, şimdi sıra okuyucuda…
semihyilmaz@yepyeni.zamanaustralia.com