İki küçük kızını, annesini ve kayınpederini kendisini cezaevinde ziyaretten dönerken yaşanan kazada kaybeden Türkçe öğretmeni ve ilahiyatçı Civelek: “Evinizde onları hatırlatan her obje size ayrı bir acı yaşatıyor.”
İki kızını, annesini ve kayınpederini cezaevi ziyareti dönüşü yaşanan kazada kaybeden öğretmen Enes Evren Civelek (39), zorlu tutukluluk sürecinin ardından geçtiğimiz Mayıs ayında tahliye edildi. Civelek, cezaevinde ağır psikolojik sorunlar yaşadı, kaza sonrası ise cezaevi onun için katlanılmaz hale geldi. Onu ziyarete giden TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu üyelerinin anlatılanlar karşısında büründükleri sessizliği HDP Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu, daha sonra verdiği bir röportajda, “Şok oldu herkes. Kimseden çıt çıkmadı adamın anlattıkları karşısında. Hepimizin içi parçalandı” ifadeleriyle özetleyecekti. Civelek, cezaevi sürecini, öncesini ve yaşadığı büyük kaybı Kronos’a anlattı. İşte, hikayesi dinleyen herkesi sarsan Civelek’in sorulara verdiği cevaplar…
-Enes Bey, isterseniz en baştan başlayalım… Tutuklanma sebebiniz neydi?
-Tutuklanma sebebim, Ankara’nın Beypazarı ilçesinde yapmış olduğum 1,5 senelik Kur’an eğitmenliği. Orada Kur’an eğitmenliği yaptığım ve namaz kıldırdığım için, ‘’Örgüt kurma ve yönetme’’ suçundan dolayı hakkımda dava açıldı. Bu süreçte ikamet ettiğim İstanbul Sultanbeyli’deki evimden polisler tarafınca alındım. Bana hiçbir şey söylenmeden Ankara’ya getirildim ve gözaltında değişik problemler yaşadım. Şeker hastası olmama rağmen su verilmedi ve aç bırakıldım. Önce Sincan Cezaevi ve ardından da Kırıkkale Keskin T tipi cezaevine götürüldüm. Yaklaşık 1 ay kadar Sincan’da kaldım. Keskin Cezaevinde başıma bir olay daha geldi. İçeride etkin pişmanlıktan yararlanmak isteyen Barış isimli şahıs bir iftirada bulundu. Bu olaydan sonra hakkımda örgüt üyeliği kapsamında bir dosya daha açıldı. Açıkça bağlantım olmamasına rağmen, sadece sigortamın yatırılması ve mütedeyyin bir insan olmam dolayısıyla 25 yıl 6 ay ceza aldım. Aynı dosyadan 3 kere caza aldım ve bu hukuksuzlukları yaşadım.
-Bir itirafçının ifadesiyle ceza aldınız yani, öyle mi?
-Tek bir kişinin ifadesiyle 13 yıl ceza aldım. Normal şartlarda etkin pişmanlıktan yararlanan bir insanın ve tek bir kişinin ifadesiyle kesinlikle böyle bir suçlama olamaz. Daha sonra avukatlarımdan öğrendiğim kadarıyla… Mahkeme Başkanı, beni zerre kadar dinlemediği gibi avukatımı azarladı. İkinci mahkemede de beni azarladı ve ‘Bunları dışarı çıkartın, en sona bırakın’ dedi. Avukatım ve benim çabalarımdan sonra adımı artık bir yerlere mi yazdı bilmiyorum, mahkeme günü 25 yıl 6 ay ceza verdi.
“GERGERLİOĞLU’NUN ‘SABRET’ DEMESİ BANA GÜÇ VERDİ”
-Görülmemiş büyüklükte ceza alıp sonra serbest bırakılmanız nasıl oldu?
-Kaldığım cezaevine beni ziyarete gelen ailemin yolda geçirdiği trafik kazasının ardından durum medyaya yansıdı. Bu olaydan sonra Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu, Hüseyin Yayman, CHP Milletvekili bir bayan ve adını bilemediğim bir Ak Parti Milletvekili beni ziyarete geldi. Cezaevinde kaldığım odama kadar geldiler. Kendilerine çok teşekkür ediyorum. Ben durumumu orada anlatma imkanı buldum. Ziyaretten bir hafta sonra Kırıkkale 2. Ağır Ceza Mahkemesindeki savcı, hakkımda beraat istedi. Ömer beyi hiç unutamıyorum. Beni ziyaret ettikleri gün elleri ile elimi tutarak ‘Sabret kardeşim, geçecek bu günler’ demişti. Kendisini HDP Milletvekili olarak tanıyordum ama o samimi ve içten diyaloğunu hiç unutamıyorum. Bana çok güç vermişti.
-Size yöneltilen suçlama neydi Enes Bey?
-Beypazarı ilçe imamlığı suçlaması nedeniyle ceza almıştım. Toplumumuzda bir imam algısı var. Namaz kıldıran, Kur’an öğreten kişi hocadır veya imamdır algısı var. Sanırım ben bu algıya kurban gittim. 1,5 yıl kadar ikamet ettiğim Beypazarı’nda hakkımda ifade veren 5 kişi terör örgütü üyeliği kapsamında sanık konumundaydı. Bu sanık konumunda verilen ifadeler tek başına geçerli olacak belgeler değildir. Kendilerini kurtarmak amacıyla benim hakkımda ifade vermişler. Kendimi anlatamadım. O var olan algının sorumlusu oldum. Beypazarı zaten küçük bir yer, üstümde olan etiket ve Rizeli oluşum nedeniyle ön plana çıkıyordum.
Beypazarı görevimden sonra İstanbul’a gittim. İstanbul’a geldikten sonra SGK kayıtlarında da görüldüğü üzere bir okulda çalıştım. 2015’te düzenlenen seçimlerden önce fikir olarak ayrıştığımız için ve düşüncelerine yakın olmadığım için işten çıkartıldım. Hakime bu durumu defaatle anlatmama rağmen, tarihi ve zamanı belli olmasına rağmen bir türlü beni dinlemedi ve umursamadı. Kesinlikle derdimi dinletemedim. Sürekli ‘Biz bunları biliyoruz, bunları geç’ şeklinde ifadelerle susturuldum.
“NAMAZ KILDIRMAK VE KUR’AN ÖĞRETMEK SUÇ MU?”
-Size neden iftira atıldı peki? Zaten cezaevindeydiniz, yeniden ceza almanıza sebep olan olay nasıl oldu?
-Bank Asya konusunda, ısrarla yeni bir hesap açmadığımı belirtmeme rağmen, hesaplarım tek tek incelenmiş ve hesap hareketlerim o belirtilen tarihlerde olmamasına rağmen ısrarla iddianameme eklendi. Maalesef burada da başarılı olamadım. Yani eldeki belgelere değil kopyala yapıştır bilgilere baktılar. Hakkımda ifade veren şahıslardan biri ‘2016 yılında buradaydı’ diyor. Tamamen yalan bir ifade. MERNİS kayıtları ortada olmasına rağmen o ifadeye inandılar. Fakat kendini kurtarmak için konuşanlar eşim hakkında, Beypazarı’nda anaokulu müdürüydü diye ifadeler verdiler. Bulunduğumuz yerde o tarihlerde anaokulu dahi yoktu. Beypazarı’nı azıcık bilen bir insanın dosyayı okuduğunda hemen ‘Bunlar yalan’ diyebileceği şeylerden dolayı ben tutuklandım. Evimde gözaltına alındım, işim belliydi ve eşimin de durumu aynıydı. Bunlar yaşanıyor, bir de içeri girdiğiniz zaman farklı şeylerle karşılaşıyorsunuz. Etkin pişmanlıktan yararlanmak isteyen bazı kişilerin ifadelerine dahil oluyorsunuz. Barış Parlak isimli şahsın ifadeleri üzerinden 12 yıl ceza aldım ve yine aynı şahısın verdiği ifadelerden dolayı hakkımda üçüncü bir dava daha açıldı. Kendi sesinizi duyuramıyorsunuz, yaşanan hukuksuzluklar karşısında çaresiz kalıyorsunuz ve yazdığınız dilekçelerin hiçbirine karşılık alamıyorsunuz. Eşimden Allah razı olsun. Çalmadığı zil, girmediği kapı kalmadı. Bu çabaların ardından hakkımdaki soruşturmalar düştü. Sadece tanık beyanına dayalı 8 yıl 9 ay bir ceza aldım. O tanık beyanında da benim yaptığım mesleğe dair şeyler var. Ben zaten inkar etmiyorum ki. Namaz kıldırmak ve Kur’an öğretmek suç mu? Bu yaptığım şeyler o günün şartlarında suç muydu? Medyada 17/25 Aralık sonrası diye konuşanlar gelip benim dosyama bakabilirler. 2009 yılında yaptığım iş nedeniyle yargılandım. Darbeye karışmış askerlerin aldığı cezalardan daha fazla ceza verdiler bana. Hukuki anlamda olmaması gereken cezaları verdiler. Eşimin hakkını ödeyemem. Yaşanan trafik kazasının ardından da girmedik kapı bırakmadı. Eşime ne kadar teşekkür etsem az. Hakkımda iftira atan o şahsın ardından beni tehlikeli mahkum statüsüne soktular ve insanları içeride örgütlüyor diyerek beni tek kişilik hücreye soktular. 2,5 yıl da tecrit hayatı yaşadım. Tahliye olduğum zaman algı problemleri, yürüme de zorluk gibi problemler yaşadım. Kendimde değildim. Benim hayatını kaybeden çocuklarımı kim geri getirecek? Maddi olarak ölçülebilecek bir şey mi bu? Yaşanan trafik kazasının ardından kafamı duvarlara vurdum, çocuklarımın adını sayıkladım. Bunları bana kim geri getirecek? Eşim hastanede yatarken, elini tutacak bir el beklerken, onun yanında olamamamın hesabını kim verecek? Hepsine yazıklar olsun. Çaresizliği iliklerime kadar hissettiğim anlar oldu. Derdimle dertlenen çok gardiyan vardı, hepsine teşekkür ediyorum ama bazıları da vardı ki emin olun hakkımı helal etmiyorum. Üç ay boyunca yaralı eşimin yanıma ziyarete geldiğinde, ameliyatlı halde ona 2-3 defa ayakkabı silkeleten gardiyanlara hakkımı helal etmiyorum. Bunun adı işkencedir. Üç ay boyunca ses etmedim ama son gün ‘Yapmayın kardeşim artık’ dedikten sonra bana disiplin cezası veren, kardeşime 6 ay görüş cezası verenlere hakkımı helal etmiyorum.
“ORTADA KANDIRILMAK VARSA BİZİM DE BUNUN İÇİNDE YER ALMA HAKKIMIZ YOK MU?”
-Uğruna ailenizi yitirdiğiniz, sağlığınızdan olup hapse düşer özgürlüğünüzden olduğunuz ‘büyük suç’larınız neydi Enes Bey?
-Ben, o günkü adıyla cemaat kurumlarında çalıştım. Bu kurumların yurtlarında Kur’an-ı Kerim eğitmenliği yaptım ve verdiğim ifadelerin hiçbirinde de bunları inkar etmedim. Kolejlerde hiç öğretmenlik yapmadım. Fakat, bu kurumların bünyesinde çeşitli görevler yaptım. Bunun bir suç olduğunu bilmiyorduk. O günün şartlarında maaşımızı alabilmek için Bank Asya’dan hesap açtık. Ortada bir yanlış varsa, “kandırılmak” varsa bizim de bunun içinde yer alma hakkımız yok mu? Bunun neresi suç Allah aşkına? Derdinizi anlatıyorsunuz ama ne çare. Milli Eğitim Bakanlığına bağlı okulların bünyesinde çalışmanın neresi suç? Aileme bakmak için çalışmamın neresi suç? Maaşımı çekebilmek için hesap açtığım Bank Asya’dan para çekmemin neresi suç? Eşim üzerine atılan ithamlar da çok saçma. Beypazarı’nda yaşadığımız dönemde anaokulu olmamasına rağmen, eşim hakkında orada anaokulunda çalıştı diye saçma sapan ithamlar atıldı.
“GUANTANAMO’DA BİLE İNSANLARA KURAN-I KERİM VERİYORLARMIŞ”
-Cezaevinde yaşadığınız sıkıntılardan biraz bahsedebilir misiniz?
Cezaevinde yaşadığım sıkıntılar… Beni en çok rahatsız eden Kur’an-ı Kerim ve seccade konusunda yaşadığım sıkıntılardı. İlk zamanlar Keskin Cezaevinde 24 kişilik koğuşta kalıyordum. Ortalama ayda bir arama oluyordu. Bazen rutin arama dışında yönetim kendisi de zamanı saati belli olmayan aramalar yapabiliyordu. Bir gün geldiler yerde birkaç tane seccade vardı. ‘Bu seccadeler neden yerde? Amacına uygun kullanmıyorsunuz’ dediler. Paramızla kantinden satın aldığımız seccadeleri topladılar. Boynumuzu büktük. Allah’a havale etmekten başka ne yapabilirsiniz? 24 kişilik koğuşa 8-10 tane seccade bıraktılar. Bunu söyleyen insanlar acaba niçin yaptılar merak ediyorum. Bizim seccademizle neden uğraşıyorsunuz ki? 24 kişilik koğuşa 4 tane Kur’an-ı Kerim verdiler. İşkencelerin yapıldığı, her türlü gayrimeşru işin olduğu Guantanamo’da bile insanlara Kur’an veriyorlarmış. Bize Kuran-ı Kerim vermediler. Neden? Allah’ın kitabını okuyunca yanlış bir şey mi yapıyoruz? Allah’ın kitabını insanlardan nasıl esirgiyorsunuz? Ama adli tutuklu olursanız hiçbir sıkıntı yok, bunlar sadece ‘F…’den tutuklu olan insanlara uygulanan baskılar, zulümler ve işkenceler.
-Bir de ‘kayıp’ diplomanız var. Nedir o konu?
-Evet, öyle. Normalde memur olmadığım halde darbeden sonra Türkçe öğretmenliği diplomamla ücretli öğretmenlik yapmama rağmen e-devlet sitesinde diplomam görünmüyor. Sadece İlahiyat diplomamı görebiliyorum. Yetkililere soruyorum, ‘Diplomalar hani KHK ile iptal olmuyordu?’
-Cezaevinden çıktıktan sonra da soruşturma geçirmişsiniz…
-Evet çıktıktan 2 hafta sonra Düzce TEM tarafından 2009 yılına ait bir telefon görüşmem nedeniyle ifadeye çağrıldım. Terör örgütü propagandası yapmak suçu ile bir kere daha dosya açılmış ve telefon görüşmesinde kullandığım ‘Genel mi, Özel mi sorusunda ne anlatmaya çalışıyorsunuz, burada bir şifre mi var?’ diyerek ifademi aldılar. Allah aşkına burada ne şifresi olabilir? Sadece eşimle yapmış olduğum bir telefon görüşmesinde ne gibi bir propaganda yapabilirim? Dışarı çıkınca sıkıntılar bitmiyor. Halen daha psikolojik olarak sıkıntılar yaşıyorum. Sese karşı aşırı bir hassasiyetim var. Ciddi rahatsızlıklarım var. Kalp ve tansiyon rahatsızlıklarım cezaevinde ciddi boyutlara ulaştı. Ne yapacağımı bilmiyorum? Vicdanlarınıza sesleniyorum, artık benimle uğraşmayın ne olur?
“KAZADAN ÖNCE ÇOCUKLARIMI ELLERİMLE TOPRAĞA KOYDUĞUM RÜYALAR GÖRÜYORDUM”
-Sizi ziyaretten dönüşte yaşanan kazada çocuklarınızı, annenizi, kayınpederinizi kaybettiniz. Eşiniz de uzun süre ağır yaralı olarak hastanede yattı. Nasıl öğrendiniz o elim kazayı? Neler yaşadınız anlatmak ister misiniz?
-Kazadan önce son 3 ay istisnasız her gece çocuklarımı ellerimle toprağa koyduğum rüyalar görüyordum. Bu bende çok büyük bir travma yaşatmıştı. Hatta eşime ve aileme yanıma gelmeyin diyordum. Küçük kızım beni çok tanımıyordu. Rahmetli kayınpederime baba diyordu. Yanıma geldiği zaman da baba diyordu ama çok bilmiyordu beni. Büyük kızım da ‘Baba ne zaman çıkacaksın buradan?’ diye soruyordu. Hatta en sonunda görüşte sandalyeyi aldı cama vurdu ve ‘Baba seni buradan çıkaracağım’ diye söylemişti. Ben geldim ama şimdi onlar burada yoklar. Kaza günü geldiler yanıma ama kayınpeder çok yorgun görünüyordu. Allah razı olsun bizim için her türlü fedakarlığı yaptı. Kendisi cami imamı olmasına rağmen bütün imkanları zorlamıştı. En son beni tek kişilik hücreye koyduklarında görüş günüm cuma olmuştu. Kendisi imam olduğu için sürekli izin alıp evlatlarımı yanıma getiriyordu. O gün canı çok sıkkındı. Derdini bana da anlatmıyordu ben üzülmeyeyim diye. O can sıkıntısını gördüğümde bende de bir sıkıntı olmuştu. Akşam saatlerinde bir memur kapıma sürekli geldi gitti ve aklımdan ‘Acaba bir şey mi oldu?’ diye geçirmiştim. En sonunda geldi ve ‘Müdür bey seninle görüşecekmiş’ dedi. Odaya gittiğimde psikolog, sağlık sorumlusu ve nöbetçi müdür odadaydı. Halit müdürden de Allah razı olsun. Sürekli yanımda oldular ve dertlerime çare olmaya çalıştılar. Olayı bana söylemekten çekinmişler, aslında bana anlatmak için biraz beklemişler. Çünkü büyük kızım yaşam mücadelesi vermiş. Birkaç kez kalbi durmuş ama tekrardan hayata dönmüş. Küçük kızım Naime yolda vefat etmiş. Annem ve kayınpederim de kaza sırasında hayatlarını kaybetmişler. Eşim hastanede kaldı. Tabii çok isterdim eşimin yanında olmayı ama olamadım. O günün savcısı izin verdi ve ertesi gün cenazelerine katıldım. Ben çocuklarımı ve ailemi kabirlerine koyabildiğim için o görevlilere çok teşekkür ediyorum. Tabii cenaze günü bazı olaylar oldu.
“KIZIM, ALLAH, ANNENDEN VE BABANDAN DAHA MERHAMETLİ SENİ ONA EMANET EDİYORUM DEDİM”
-Ne yaşadınız evlatlarınızı toprağa verirken?
-Çocuklarımı ben defnetmek istemiştim. Sağ olsunlar izin verdiler. Eşimin ‘Çocukları aynı kabre defnetmek istiyorum’ şeklinde bir isteği vardı. Ben kızlarımı defnederken, küçük kızım devamlı bana doğru dönüyordu. ‘Acaba ben mi yanlış görüyorum?’ diye kendime defalarca sordum. Bu olay çok kez tekrar edince ‘Kızım, Allah, annenden ve babandan çok daha merhametli. Seni ona emanet ediyorum’ dedim. Ben öyle deyince başını dönmeyi bıraktı. Rabbim bize şefaatçi eylesin. Fakat Allah verdi ve Allah aldı. İnşallah bizim cennet vesilemiz olacaklar. Eşim sağ olsun o haliyle ziyaretlerime geldi. Bu süreçten sonra hücreme Nazmi isminde bir astsubayı getirdiler. Sağ olsun o da çok yardımcı oldu. Bana verdikleri sakinleştiriciler nedeniyle ben hiçbir iş yapamıyordum ve o genç iç çamaşırlarıma kadar yıkadı.
-Çocuklarınızın kaybını çıktıktan sonra daha derinden hissetmiş olmalısınız evde. Onları hatırlatan eşyalar, anılar…
-Cezaevinden çıkınca sağdan soldan tanıyan tanımayan çok insan aradı ilgilerine teşekkür ederim. Acımızı paylaştıklarını söylediler. Tabii çocukların kaybı benim için unutulmayacak bir acı. Onu her geçen gün daha çok hissediyorsunuz. Evinizde onları hatırlatan her obje size ayrı bir acı yaşatıyor.
“HALİNİZİ KİMSEYE ANLATAMIYORSUNUZ”
-Çıktıktan sonra bir yabancılık hissettiniz mi çevrenize karşı?
-Tabii çevreniz sizi anlamakta çok zorlanıyor ve siz de çevrenizi anlamakta zorlanıyorsunuz. Damdan düşenin halinden damdan düşen anlar misali halinizi kimseye anlatamıyorsunuz. Sesten rahatsız oluyorsunuz, konuşmaktan rahatsız oluyorsunuz, fazla hareket size gelmiyor. Çevrenizin de sizden birtakım beklentileri oluyor ve maalesef o beklentileri karşılayamıyorsunuz. Siz de birtakım beklentilere sahipsiniz ister istemez tatsızlıklar da oluyor. Bazen anlamıyorsunuz bazen anlaşılamıyorsunuz. Çevremde kırdıklarım, üzdüklerim, incittiklerim olursa kendilerinden anlayış bekliyorum. Ben örgüt suçlamasıyla mağdur edildim ve mağdur edilmeye devam ediyorum. Bu mağduriyetleri anlatabileceğim bir çevre, bir platform da bulamadım. Bulduğum imkan ölçüsünde konuşmaya çalışıyorum. Yanlış Bağdat’tan da olsa döner. Bu mağduriyetler duyulunca dönüyor. Sağ olsun milletvekillerimiz Hüseyin Yayman ve Ömer Faruk Gergerlioğlu beni ziyaret ettikten sonra mağduriyetlerim duyuldu. Eşimin verdiği röportaj da mağduriyetlerimin duyulmasında çok etkili olmuş. Kendi sıkıntımı, kendi yaşadıklarımı anlattım. Anlatmaya çalışıyorum ve anlatılmasını doğru buluyorum.
-Kuşa çocuklarınızın isimlerini öğretmişsiniz…
-Cezaevinde kalırken yaptığı iyilikleri hiçbir zaman unutmayacağım arkadaşım astsubay Nazmi Tanrıkulu’nun ‘Rody’ ismini verdiği kuşum. Cezaevinde edindim. İzin verdiklerinde almıştım. Kendisine çocuklarımın isimlerini öğrettim. Nasılsın, babacık, iyi misin, hoş geldin, Naime seni yaramaz seni, akıllı Betül, şeklinde konuşmaya başladı. Son görüşte kaza olmadan önce Naime’ye ‘kuş Naime seni yaramaz seni demeye başladı’ demiştim. Küçük kızım Betül de ‘Baba benim de ismimi öğret. Ama akıllı Betül diye öğret’ demişti. O günlerden bana hatıra olan, tek kişilik hücremdeki o sıkıntılı günlerimde bana arkadaşlık yapan Rody isimli kuşumu da sizlere göstermek istedim.