CEVHERİ GÜVEN
Tayyip Erdoğan’ın bugünkü gücüne ulaşmasında en büyük destekçisinin Gülen Hareketi olduğu, Gülen hareketinin verdiği destek olmasa Erdoğan’ın çoktan tarih sahnesinden silinmiş olacağına ilişkin Türkiye’deki “Kemalist ezber”, uluslararası basında da kendisini defalarca tekrar ediyor. Son olarak The Economist, aynı ezberle bir yazı kaleme aldı. Kemalist ezber aynı zamanda “yetmez ama evetçiler” olarak niteledikleri AKP’ye destek veren liberal elit hakkında da aynı ezberi tekrarlıyor.
Gülen Hareketi’nin uzun süre AKP’ye destek verdiği açık bir gerçek. Ancak bu desteğin var olduğu dönemde AKP’nin nasıl bir parti ve nasıl bir siyasi iktidar olduğunu gözden kaçırmamak gerek. Aksi durum, gerçeği çarpıtmak anlamına geliyor.
Gülen Hareketi, iktidara geldiği andan 2011 yılına kadar AKP’ye güçlü ve açık destek verdi. Bu dönemde, ABD Başkanı Barack Obama ilk resmi yurt dışı ziyaretini Türkiye’ye yaptı. İngiltere Başbakanı Tony Blair, Türkiye’nin AB üyesi olması için en güçlü destekçiydi. Avrupa Birliği tüm kurum ve kuruluşlarıyla Erdoğan iktidarını destekledi. AKP’nin en güçlü savunucusu ise Türkiye’nin elit aydın kesimi olan liberallerdi. Kürtler ve demokratlar başta olmak üzere, Ermeni ve Yahudi azınlık temsilcileri de Erdoğan iktidarını destekledi hatta bu azınlıklardan AKP saflarında milletvekilleri parlamentoya seçildi.
Gülen Hareketi ve tüm bu kesimlerin AKP iktidarına destek vermesinin sebebi kuşkusuz, AKP’nin o dönem bir koalisyondan oluşuyor olması ve yönünün Avrupa Birliği olmasıydı. AKP içinde farklı kesimlerden güçlü isimler vardı ve parti, demokratik güçlerin bir koalisyonu olarak iktidardaydı. Peş peşe Meclis’ten geçirilen Avrupa Birliği Reform Paketleri de küresel anlamda desteklenen bir gelişmeydi.
Ancak Erdoğan ilk kez yüzde 50’nin üzerini gördüğü 2010 referandumundan sonra “tek adam” rejimine doğru adımlar atmaya başladı. Erdoğan yüzde 50’yi kendisine destek veren demokratlar, Gülen grubu, liberaller ve Kürtler sayesinde ulaşılmış bir başarı olarak okumak yerine, “artık kimseye ihtiyacım yok” diye okudu. Öncelikle parti içindeki farklı kesimlerden gelmiş isimleri pasifize etti. Ahmet Davutoğlu gibi “yeni Osmanlıcı” bir kişiliği partinin kilit ismi yaptı. İstihbarat Teşkilatını (MİT) Baas rejimi istihbarat teşkilatları gibi güçlü konuma getiren yasal düzenlemeler çıkardı.
Bu süreçte Gülen Cemaati’ne yakın olduğu gerekçesiyle kamudan tasfiyeler de başladı. Adım adım liberaller, demokratlar AKP’den dışlandılar ve bu kesimlerin tamamı desteklerini AKP’den çekti. Tıpkı Gülen Cemaati gibi. Sonrasında ise tüm bu kesimler Erdoğan iktidarı için “düşman” kategorisine girdiler.
Özetle, Gülen Cemaati, liberaller, demokratlar ve Kürtlerin; Erdoğan iktidarına destek verdiği dönem, Erdoğan iktidarı yönü batıya dönük ve tüm batılı ülkelerin de destek verdiği bir iktidardı.
Eleştirilmesi gereken durum; demokrat bir vizyona sahip ve demokrat icraatlar yapan AKP’yi destekleyenlerin o dönemki tutumları değil; Erdoğan’ın tek adamlığını ilan ettiği 2011 sonrası yıllarda Erdoğan iktidarını destekleyenlerin durumudur.
Örneğin Selahattin Demirtaş ve Kürt milletvekillerinin tutuklanmasının önünü açan “Milletvekili dokunulmazlıklarıyla ilgili” Anayasa değişikliğinde; Kemalist CHP ile AKP birlikte ‘kabul’ oyu verdi. Türk demokrasisindeki son yıllardaki en büyük kırılmalardan biri Demirtaş’ın tutuklanmasıydı ve ana muhalefet partisi CHP açıkça tek adam rejimini ilan eden Erdoğan ile birlikte çalıştı.
Yine, Suriye Kürtlerine yönelik sınır ötesi operasyonlara ilişkin tezkerelerin tamamına muhalefetteki CHP ve İyi Parti destek verdi. 2015 yılında Kürtlerin yaşadığı şehirlerin haritadan silinmesine neden olan dev askeri operasyonların en büyük destekçisi de Kemalistlerdi.
OHAL döneminde çıkartılan ve işkencecileri koruyan “OHAL dönemindeki faaliyetleriyle ilgili kamu görevlilerinin yargılanamayacağına” ilişkin düzenleme, her fırsatta Anayasa Mahkemesi’ne koşan CHP tarafından iptal istemiyle Anayasa Mahkemesine götürülmedi bile. İşkence bu nedenle Türkiye’de yargılanamaz durumda.
Gülen Cemaati ve Kürtlere karşı baskı kurmak için çıkartılan tüm yasal düzenlemeler, medya organlarının kapatılması, belediyelere kayyum atanması, mal varlıklarına el konulmasında CHP, İyi Parti, MHP ve AKP birlikte hareket etti.
AKP’nin bir demokratik koalisyon görünümü izlediği 2010 öncesi döneminde verilen destekler değil, tek adam rejimine döndüğü günümüzde verilen desteklerin sorgulanması gerekir.
Tüm devlet kadroları Gülen Grubunun kontrolündeydi ezberi
Gülen Grubu’na yakın kişilerin devlet kadrolarında her Türk vatandaşı gibi bulunması doğaldır. Burada liyakat ölçüsü dışındaki tüm kadrolaşmalar ya da nepotizma varan uygulamalar elbette ki kabul edilemez. Ancak Gülen Grubu’nun yüzde 95’e varan oranda asıl varlığının sivil hayatta olduğu gerçeği gözden kaçırılmaktadır.
Grubun şeffaf olmadığına ilişkin eleştiriler Türkiye gerçeklerinden kopuk olarak yapılmaktadır. Türkiye’de devletin “makbul vatandaş” tanımı dışında farklı aidiyetleri olan hemen herkes kendisini gizlemek zorunda hissetmektedir.
Gülen Grubu’nun asıl kadrosu eğitim alanındadır ve bu alanda çalışanlar resmi olarak Gülen Grubu’na ait olduğu bilinen okul, dershane ve kurslarda sigortalı olarak çalışan kişilerdir. Bu kişilerin çoğu sendika üyesidir. Dolayısıyla kayıt altında şeffaf bir durum söz konusudur.
Zaten 15 Temmuz darbe girişiminin sabahında ilk önce 20 bin öğretmen ardından toplamda 50 bin öğretmenin “öğretmenlik lisansları” iptal edilmiştir. Şeffaflık, Türkiye coğrafyasında ağır bir fatura olarak bu kişilere dönmüştür.
Yine şeffaf biçimde devlet kayıtlarında olan okullar, dershaneler, kurslar ve üniversiteler kapatılmış, çok sayıda yayın organı, gazete, dergi, televizyon, yayın evine kilit vurulmuş, binlerce yayın yasaklanmıştır.
Gülen Grubuna devlet en ağır darbeyi “şeffaf” olan yapısından vurmuştur. 600 bin kişiye varan yargılama sürecinde yaklaşık 500 bin kişi sivil alandaki kişilerdir.
Kamudan ihraç edilen yaklaşık 100 bin kişi yargılama konusu yapılmıştır ki, bu Türkiye’deki 4 milyon 600 bin kamu personelinin sadece 46’da 1’idir. Devletin istihbarat raporlarının Gülen Grubu’nun büyüklüğünü 2 milyon kişi olarak nitelediği düşünüldüğünde, grubun devletten kat kat fazla sivil alanda faaliyet gösterdiği görülmektedir.
Dolayısıyla Gülen Cemaati’nin tüm devlet kadrolarını ele geçirdiği basmakalıp bir ezberden ibarettir.
Şu da unutulmamalıdır ki Gülen Hareketi, Türkiye’de homojen olarak eğitim seviyesi en yüksek gruptur. Grup üyelerinin yüzde 99’u üniversite mezunu. Türk toplumunun yüzde 50’sinin ilkokul mezunu olduğu düşünüldüğünde üyelerinin yüzde 99’u üniversite mezunu olan bir grubun, kamuda ve özel sektörde görünür bir varlığının olması gayet anlaşılabilir bir durumdur.
Kemalist subayların tutuklandığı ezberi
Diğer bir ezber de 2010 yılı öncesi çok sayıda asker ve gazetecinin Gülen Grubu’na yakın hakimlerce tutuklandığıdır. Türkiye’de kuruluşundan bugüne kadar gerçekleşen tüm darbeleri Kemalist subaylar yapmıştır. 2010 öncesinde yaklaşık 300 asker, darbe girişimi nedeniyle yargılandılar. Bir kısmı tutuklanan, bir kısmı hakkında dava açılan subayların Kemalist olması Türkiye’nin darbeler tarihi açısından bakıldığında yadırganacak bir durum değildir. Kaldı ki bu yargılanan subayların darbe planı yaptıkları tartışma götürmez delillerle ispatlanmıştır. (Örneğin darbe toplantıları sırasında kendi tuttukları ses kayıt tutanaklarıyla) Erdoğan iktidarı bu subayları, masum oldukları için değil, Gülen Grubu’nu yoketmek için bir ittifak çerçevesinde serbest bırakmış ya da önemli pozisyonlara getirmiştir. Zaten yargılamalar da esastan değil usül yönüyle bozulmuştur.
Türkiye halen dünyanın en büyük gazeteci hapishanesidir. 200’e yakın gazeteci halen daha hapishanededir. Bu gazetecileri Erdoğan rejimi tutuklamıştır. Gülen Grubu’nun yargıda etkin olduğu yıllarda, Gülen grubu ile çatışma yaşadığı için tutuklandığı belirtilen gazeteci sayısı sadece 2’dir. Ahmet Şık ve Nedim Şener. Genel cümlelerle bu rakam abartılmaktadır.
Benzer genelleme yoluyla abartma The Economist’te yayınlanan makalede Gülen Grubu’na yakın kişilerin kamu kurumlarındaki varlığıyla ilgili de yapılmaktadır. Örneğin The Economist’in makalesinde Gülen Grubu’nun Emniyetteki varlığı yüzde 50 olarak ifade edilmektedir. Türk polis teşkilatının personel sayısı 293 bin kişidir. Emniyet’ten Gülen grubuna üye olduğu gerekçesiyle atılan kişi sayısı 33 bindir. Yani yüzde 50 değil yüzde 10 denebilir. Üstelik bunların üçte biri yargılamalarda beraat etmiş, Gülen grubu ile ilgileri olmadığı ispat edildiği halde görevlerine iade edilmemiştir.
Yargılama süreçlerinde 2006-2012 yılları arasında elbetteki hatalar yapılmıştır ancak şu da unutulmamalıdır ki Gülen Grubunun yargıda çok etkin olduğu söylenen 2006-2012 arası yıllar, Avrupa Birliği’nin Türk yargısına en yüksek puanı verdiği yıllardır.
‘Herkes Gülenistlerden nefret ediyor’ ezberi
Türkiye ile ilgili başka bir ezber de Gülen Grubu’ndan Türkiye’deki tüm kesimlerin nefret ettiği şeklindeki ön yargıdır.
Gülen Grubu halen daha Türkiye’de şeytanlaştırılmış bir gruptur. Toplum, herhangi bir Gülenistin başına neler geldiğini bilmektedir. İşkence, mal varlığına el konulması, seneler süren hapis cezaları ve sigorta kayıtlarına düşülen kod nedeniyle iş bulamama, en yaygın bilinen yaptırımlardır.
Toplumda tüm bunları göze alarak Gülen Grubu hakkında pozitif bir beyanda bulunmak söz konusu değildir. Melek Çetinkaya isimli aktivist televizyonda “Cemaatten komşularım vardı iyi insanlardı” dediği için terör örgütü propagandası yapmaktan tutuklandı. Bu durumda hiç kimse Türkiye’de Gülen Grubu ile ilgili pozitif bir cümle kuramamaktadır.
Bu hem devlet baskısı hem de şeytanlaştırma nedeniyle toplumsal baskıyı göze alamama gerekçesiyledir.
Gülen Grubu’na bağlı eğitim kurumları Türkiye’nin genel başarı ortalamasının çok üzerinde kurumlardı ve her yıl yüz binlerce öğrenci eğitmekteydiler. Grubun, toplumla köklü ilişkileri olmaması düşünülemez.
Unutulmamalıdır ki devletin benzer yöntemleriyle geçmişte Ermeniler, Rumlar, Aleviler ve Kürtler de geçmişte şeytanlaştırılmış, insanlar bu gruplardan olduklarını yıllar boyu gizlemişler ve önemli kısmı asimile olmuştur. Rumlara yapılan baskıdan ancak 50 yıl sonra kamuya açık alanlarda “Rum komşularımız vardı iyi insanlardı” denilebilmiştir.
Türkiye’de yakın gelecekte Gülen Grubu için bu cümlenin açık alanlarda kullanılabilmesi hayli uzak görünmektedir.
Makalenin İngilizce versiyonu için: Bias about Gulen Movement in light of The Economist column, Boldnews