Türkiye’den giden insan hakkı ihlali başvurularını “iç hukuku tüket” diye geri iten Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) anlatmaya devam.
İnsanlığın geldiği noktaya uygun, çağcıl bir devlet aygıtına sahip değilseniz, doğal olarak adalet beklentiniz boş bir hayale dönüşür. Türkiye bunun en çarpıcı örneklerinden…
17-25 Aralık 2013 yolsuzluk soruşturmaları akabinde devletteki dönüşümü hızlandırma kararı alan dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, anayasa ve kanunları yok sayarak işe başladı. Anayasaya aykırı kanunları, baskıyla parlamento ve Anayasa Mahkemesi’ne dayattı. Şu anda 2017’de kendi yaptığı Anayasa’ya bile uymuyor zira ihtiyaçları değişiyor ve metinler bu ihtiyaca her zaman aynı esneklikte cevap veremiyor.
Erdoğan kişisel şirkete dönüştürdüğü Türkiye Cumhuriyeti’ni ulusal ve uluslararası hukuk dışına taşırken elbette devleti oluşturan erkleri de anlamsız ve işlevsiz hale getirdi. Yürütmeyi başından beri iki dudağı arasında götürüyordu. Kuş Gribi salgını sırasında Sağlık Bakanlığı’nın ithal ettiği yüzbinlerce doz aşıyı bir günde çöpe attırması gibi onlarca örnek sayılabilir. Atatürk Havalimanı’nın kapatılması şahsım devletinin en pahalı faturası. Bütün uzmanların görüşlerinin aksine mevcut havalimanı yok edilerek İstanbul’a 3. havaalanı yapıldı.
Yasama, parlamenter sistemin doğası gereği yürütme organının hegemonyasına kolaylıkla girebiliyor. Diğer ülkeler bu riski, kişilikli parlamento ve vekillerle bertaraf ediyor. Bunlar bizde yok ve Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM), Erdoğan’ın istediği zaman rejimine can suyu aldığı bir emme basma tulumbaya dönüştü.
15 Temmuz’dan sonra ilan edilen Olağanüstü Hal (OHAL), Erdoğan’a müthiş fırsatlar sundu. Kar lastiğinden, televizyonlarda yayınlanan evlilik programlarına varıncaya kadar binlerce konuda Kanun Hükmünde Kararname (KHK) çıkarıldı. AYM’nin denetlemediği, Meclis prosedürlerini beklemeye gerek duymadığı bu ferman düzeni hoşuna gitti. OHAL teoride kalkmış gibi gözükse de pratikte hâlâ yürürlükte.
Yargının ele geçirilip Erdoğan’ın talimatlarını uygulayan bir ofis mertebesine gerilemesini önceki yazılarda anlatmıştım. 2,475’i 15 Temmuz gecesi olmak üzere 4 bine yakın hakim-savcı ve 200’den fazla yüksek yargıcın ihraç edildiğini ve çoğunun tutuklandığını hatırlatmakla yetineyim.
Fiilen devam eden KHK rejiminin devleti ayakta tutan hukuki metinler üzerinde yaptığı tahribat kadar önemli başka bir yıkım daha yaşandı: Kamudan ihraçlar yüzünden devlet temel görevlerini icra edemez hale geldi.
Kurum ve kuralları işleyen bir yapıyı tamamıyla ele geçirmek mümkün olmayacağı için Erdoğan kurallarla birlikte kurumların da içini boşalttı. Resmi rakamlara göre KHK’larla 125 binden fazla kamu personeli ihraç edildi. Kurum kararıyla atılanlar ve yeterlilik belgesi iptal edilen 122 bin öğretmen de dahil edildiğinde bu sayı 250 bini buluyor. Bu insanları belirlerken gözetilen, kariyer yapmak, dil bilmek, yurt dışı görevde bulunmak gibi kriterlere bakıldığında en kaliteli kadroların tasfiye edildiğini söylemek gerekiyor. Karşımızda vatandaşına sağlık, eğitim ve güvenlik gibi temel hizmetleri sunabilen bir devlet yok artık. Bunun yerine büyük paralar harcayan dev propaganda makinasıyla “Her şey yolunda” illüzyonu yapılıyor.
Söz konusu kandırmacayı bozabilecek 179 medya kuruluşu kapatıldı. Bunların arasında 53 gazete, 37 radyo istasyonu, 34 televizyon, 29 yayınevi, 20 dergi ve 6 haber ajansı da bulunuyor.
İhraç edilen ve akabinde pek çoğu tutuklanan KHK’lıların suçu neydi biliyor musunuz? AKP’li sendikalara üye olmamak. Aksiyon-İş Konfederasyonu’na üye iseniz yüzde 100 suçlusunuz. Diğer sendikalarda kayıtlı ve kendi halindeyseniz papatya falına bakıyorlar. Ama Acun Karadağ gibi demokrasi, eşitlik ve herkes için adalet peşinde koşuyorsanız, hiç şansınız yok. Devlet, izin verip kurdurduğu, aidatlarını üyelerinden toplayıp teslim ettiği sendikayı bir anda suç örgütü, üyelerini de terörist ilan etti. Bir devlet düşünün ki maaşlardan aidat kesintisi yapıp kaynak aktardığı sendikanın üyelik kayıtlarını suç delili sayıyor. Bir “terör örgütü” düşünün ki üyelerini sosyal güvenlik sistemine kayıt ettiriyor. Mahkemeler Sosyal Güvenlik Kurumuna (SGK) yazı yazıp delil istiyor.
Ortada devlet adına ayakta kalan hiçbir kurum yok ama orada adalet aramaya zorlanan yüzbinler var.
İki cümle de AİHM ve Avrupalı siyasetçilerin ‘tavşana kaç tazıya tut’ taktiğinin zirvesi OHAL Komisyonu’na edelim. 126 bin başvurucudan sadece 12 bini kabul alabildi. Adli ve idari bir soruşturma yapmadan atılan insanların yüzde 90’nında isabet kaydedilmiş(!) komisyon bunu söylüyor. Ya Erdoğan’ın insanüstü yetenekleri var ya da komisyonun değerlendirme kriterleri çöp.
Sizce hangisi?