ENES CANSEVER-HAFTANIN YORUMU
“Biz, 12’den vurulmuş Eylül’lerde üşüdük,Hey gidi kirli günler ne çok üşüdük…” diyor, Yılmaz Odabaşı. Yazar, 12 Eylül’de yaşanan dramları, bir roman sürükleyiciliyle ‘Eylül Defterleri’ kitabında, belgeleriyle anlatıyor.
1980’de Diyarbakır Askeri Cezaevi’nde ve diğer işkence merkezlerinde yaşanan ürperten dramları ve yılları dile getiriyor. Yılmaz Odabaşı, bu kitabında, 78 kuşağının ortak direniş ruhundan çarmıhlara uzanan serüvenini ve hafızalarda yer edecek bir tanıklığın hazin hikâyesini 80’lerin Türkiye’sinden günümüze uzatıyor.
Varmı bir fark, dünün 12 Eylül’ü ile bugünkünde?
Gaybubette acı çeken ve hasret yaşayanlar.
Meriç ve Ege’deki soğuk sularında can verenler.
Sürgüne gidip, gurbette anadan ve yardan uzak, evlatlara hasret, ruhunun ufkuna yürüyenler.
Cezaevinde kansere yakalanıp hayata veda edenler.
Bir önceki yazımda da belirttiğim gibi; kindar devletin anlayışında en ufak değişiklik yok.
Kan kokusunu alan köpek balıklarının, okyanuslarda yüzen insanlara saldırması gibi.
Uşak, İzmir ve kim bilir daha nerelerde kadın ve kızlara iç çamaşırları çıkartılarak otur-kalklar yaptırılıyor.
Hatırlatmakda fayda var.
Funda Kocabıyık‘ın valilik yaptığı bir şehirde (Uşak) Üniversiteli öğrencileri bunlar yapılıyor.
Tüm bunlara dün maruz kalanlar, ülkenin dört bir yanında acı çeken kadın ve kızların görüntülerinden zevk alıyorlar.
40 yıl önce vatandaşlıktan çıkarılan ve Avustralya’ya kadar gelmek zorunda kalanlar, bugün bu zulmün hamiliğini yapıyor.
Gözleri dönen, insanlıktan uzak gaddarların mirasını, bugünkü iktidar ve ortakları aşk ve şevkle yapıyor.
İşkenceler, ölümler, karanlık zindanlarda çalınan yıllar, dağılan aileler ve sönen ocaklar…
Sürgünler, mecburi kaçışlar, travmalar, göçebelikler, sığınmalar, muhaceret ve belirsizlikler…
İçli hikayeler, çalınan hayatlar, yaslı anneler, yarım kalmış sevdalar, kısacası gözyaşı ve ahlar.
DÜNÜN VE BUGÜNÜN 12 EYLÜL’Ü VE AĞIR FATURASI!
Arzuları yarım bırakılmış, mutlulukları çalınmış genç yürekler…
Bozuk para gibi harcanan vatan evladı, kanı üzerinde siyaset devşirilen ve çarçur edilen bir nesil.
Dünün 12 Eylül’ü denince;
Postallı gaddarlar, üniformalı diktatörler, yaşları büyütülerek darağacına yollanan delikanlılar, elektrikli işkenceler, filistin askıları, falakalar, işkencenin envaı, lağım suları, onuruyla haysiyetiyle oynanan yetişkinler, gençler ve dilekanlılar.
Hasılı, emsaline nadir rastlanır uygulamalar.
Bu karanlık dönemde;
650 bin kişi gözaltına alınır,
1 milyon 683 bin kişi fişlenir,
230 bin kişi hüküm giyer ve 50 genç darağacına yollanır.
30 bin kişi devlet memurluğundan ihraç edilir.
14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarılır.
Bugünün 12 Eylül’ünde ise;
İzmir, Uşak Emniyetlerinnin özelinde gördüğümüz haysiyetsizce muameleler,
yurdu dört bir yandan saran yeni yeni cezaevleri,
17 bin kadının karanlık zindanlarda tutuluşu,
700’den fazla çocuğun anneleriyle yaşadığı tutukluluk,
600 bin insanının adli işleme tabi tutulması,
200 binlerle ifade edilen tutuklu, hükümlü yüreğimizi dağlıyor.
Bugünün 12 Eylül’ü denince esasında;
Tam anlamıyla bir soykırım geliyor akla.
Masum insanlar canlarından ve mallarından oluyor.
ACI ÇEKENLER, HER YAŞTAN VE MESLEKTEN
Ve AKP ve ortaklarının yaşattığı faşizminin bugünkü 12 Eylül’ü, bizlere, üzüntüden sağlığını kaybeden, kanser olup, hayata veda eden yüzlerce memleket evladını hatırlatıyor.
Prof. Dr. Haluk Savaş Hoca’yı,
Doç. Ahmet Turan Özcerit’i,
Yüksek Yargıç Mustafa Erdoğan’ı,
İş adamı Medeni Arifoğlu’nu,
Yazılımcı Hakan Şen’i,
Devlet memuru Ömer Faruk Aksoy’u,
Öğretmen Tacettin Toprak’ı, Eğitimci Mehmet Çelik ve Cemal Gürer’i,
İhraç polis eşi Memnune Örer’i,
Gazeteci Mevlut Öztaş’ı ve Yönetmen Fatih Terzioğlu’nu hatırlatıyor.
Bugünkü 12 Eylül denince;
Benzer acıyla hala hayat mücadelesi veren babaları tutuklu 6 yaşındaki Selman Çalışkan ve Eray yavrularımızı hatırlatıyor.
Halen kemoterapi seanslarını sürdüren Komiser Ümit Gökhasan ve tutsak Öğretmen’in ölümle pençeleşen kızı Tıp öğrencisi Ayşe Koca’yı hatırlatıyor.
Tek kişilik hücrede, beyninde tümör çıkan rehin Savcı Sadrettin Sarıkaya’yı, gardiyanların saldırısına uğrayan Yargıtay Üyesi Hüsamettin Uğur ve AİHM kararına rağmen, rehin tutulmaya devam edilen Anayasa Mahkemesi üyesi Alparslan Altan ve daha nice meslek ve makam sahipleri gözlerimizin önüne geliyor.
İnfazı sona erip de tahliye edilmeyen gazeteci Hanım Buşra Erdal’ı, arkadaşlarını, serbest bırakılıp yeniden tutuklanan Ahmet Altan’ları hatırlatıyor.
Sadece yetişkinler mi?
Küba’da tedavi imkânı varken, ailesine pasaport verilmediği için melek olup uçan 12 yaşındaki Furkan’ı, babası hala tutuklu olan mazlumların sembolü Kara Efe Ahmet’i kanser etti, bu dönemin 12 Eylül’cüleri.
Cezaevinde ilaçları verilmeyerek öldürülen Halime Gülsu, mahkemece suzsuz olduğu tescillenen, işkenceyle şehit edilen Gökhan Öğretmen ve daha niceleri.
Her yaştan meslek, meşrep ve fikirden binlerce eğitimli genç, yetişkin olmak üzere 560’tan fazla insanın canına kıydılar, kanına girdiler bugünküler.
Helin Bölek, İbrahim Gökçek ve Mustafa Koçak ve Avukat Ebru Timtik’in hazin durumları, bu dönemin kara tablosudur.
Görüldüğü üzere değişen bir şey yok 40 yılda.
Tiyatro aynı.
Oyuncular farklı.
1977 yılında henüz 19 yaşında bir lise öğrencisiyken Ulucanlar Cezaevi’nde tutuklu kalan, mahkeme başkanının “masumdur” şerhine rağmen, 8 Ekim 1980’de idama yollanan Necdet Adalı için kaleme alının bir şiirle bitirelim, bilmez ve tükenmez zulüm sarmalını.
Bu içli şiiri Nevzat Çelik kaleme almış, aynı acıyla sürgünde hayata veda eden Ahmet Kaya da dokunaklı sesiyle seslendirmişti.
ŞAFAK TÜRKÜSÜ…
Beni burada arama anne
Kapıda adımı sorma
Saçlarına yıldız düşmüş
Koparma anne
Ağlama
Kaç zamandır yüzüm tıraşlı
Gözlerim şafak bekledim
Uzarken ellerim
Kulağım kirişte
Ölümü özledim anne
Yaşamak isterken delice…
e.cansever@yepyeni.zamanaustralia.com.au