Soru: “Bediüzzaman Hazretleri, “Kur’an, ayna ister, vekil istemez. Kitaplar, Kur’an’a dürbün olmalı, onun yerine geçmemeli.” buyuruyor. Buradan hareketle Kur’an kendi kendini anlatır; bizim vazifemiz ona ayna olabilmektir diyebilir miyiz?” (Sümeyra F.)
Elbette diyebiliriz. Dini anlatan kitapların ve içtihatların muhteviyatı Kur’an’ı yansıtmak ve onun inceliklerinin dikkatlere sunmaktır. Onların Kur’an’ın üzerinde gölge oluşturacak şekilde adeta İlahî mesajın vekili, temsilcisi olarak görülmemesi gerekir.
Malumunuz Kur’an ve Hadis, İslâm’ın temelidir. İnsanları genelde harekete sevk eden de onlardaki Allah ve Resulü’ne ve Kur’an’a olan iman, bu imanın kalplerde meydana getirdiği sevk ve şevktir.
Tecrübelerle sabittir ki insan, genellikle ya nefsinin, nefsanî yönünün tesiri altında, ya da Din’in yönlendirmesiyle hareket eder. Terbiye görmemiş ve tezkiyeden geçmemiş nefs-i emmare ile Din, çok defa çatışır.
Dolayısıyla insanlara doğruyu, nasıl davranmaları ve ne yapmaları gerektiğini tebliğ etmenin en iyi ve en tesirli yolu, onlara Din’in kaidelerini, hükümlerini, Allah ve Resulü’nün buyrukları olarak anlatmaktır.
Çünkü Bediüzzaman Hazretleri’nin ifadeleriyle insanları en fazla kabule ve itaate sevk eden, kaynaktaki kudsiyettir. Kaynakta, buyrukların sahibinde kudsiyet yoksa insanlara bir şeyi yapıp yapmamanın onlar için ne kadar iyi ve kötü, hayatları ve sağlıkları için ne kadar gerekli veya gereksiz olduğunu, o şeyi yapıp yapmamadaki hikmetleri delilleriyle anlatmak, zihinlerinde kabul meydana getirse, aklen onları ikna etse bile nefislerini itaate, o şeyi yapıp yapmamaya sevk etmede yeterli olmaz.
Bundandır ki, Kur’an ve Sünnetin hükümleri, emirleri ve yasakları insanlara bizzat Allah ve Resulü’nün buyrukları olarak âyetlerle, hadislerle tebliğ edilmeli, ondan sonra onlardaki hikmetler üzerinde bir takviye olarak durmak gerekirse durulmalıdır.
Âlimler, yazılan kitaplar, Kur’an ve Sünnet’e gölge etmemeli, onların yerine geçmemeli, tam tersine Kur’an ve Sünnet’e dürbün ve ayna olmalı, Kur’an ve Sünnet’i göstermeli, insanları doğrudan Kur’an ve Sünnet’e yönlendirmelidir.
Yazımızı Bediüzzaman Hazretleri’nin şu ikazıya noktalayalım:
“Ben görüyorum ki, Kur’an-ı Hakîm’in hakikatlerine ait bazı kemalât, bazı faziletler, onlara dellâllık eden, onları anlatan veya tebliğ eden vasıtalara veriliyor. Bu, yanlıştır. Çünkü o kemalât ve faziletlerin Kur’an’a ait olmasından ve Kur’an’a ait olarak nakledilmesinden kaynaklanan kudsiyet, pek çok delil kuvvetinde tesir gösterir ve hükümlerini kabûl ettirir. Ne vakit dellâl veya vekil araya girip gölge etse, yani Kur’an yerine onlara yönelinse kaynaktaki o kudsiyetin tesiri kaybolur.” (26. Mektup, 2. Mebhas)