Delikanlı heyecanla iki katlı evin yan tarafındaki merdivenlerden çıkarak kapıyı çaldı…
Esmer, gür saçlı, ak-pak, tertemiz çehreli bir talebe kapıyı açtı ve hemen kendisini içeri aldı, munis bir sesle “hoşgeldin kardeşim” diyen zat Zübeyr Ağabey‘den başkası değildi…
“Üstâdımız biraz sonra seni kabul edecek” deyince dünyâlar delikanlının oldu.
Uzaktan geliyordu…
Neden sonra geniş holün sol tarafındaki kapıyı aralayıp küçük bir odaya girdiler.
Yetmişbeş yaşını aşmış, başında sarığı, boynunda diğer beyaz bir sarık, ışık ışık yanan çehresiyle, karyolasında oturan Üstâd Bedîüzzamân karşısındaydı…
Heyecanı daha daha arttı.
Üstâd müşfik bir edâ ile “Hoşgeldin kardaşım” diyerek otur işareti yapınca, emin bir limana demirlemiş, sığınmış bir sandalcık gibi hafif ürpertiyle sarsılarak ama sevinerek oturdu…
Nûr Üstâd daha kim olduğunu dahi sormadan “Nûrları okuyormusunuz, ne kadar okuyorsunuz, dershâneniz var mı?” gibi Nûrlar ve hizmete âit soruları sıralayıverdi.
“Okuyoruz efendim, hemde hergün, dershânemiz de var” cevâplarını alan Üstâd neredeyse sevinçten uçuyordu…
Evet, Üstâd Hazretleri yanına gelenlere ilk olarak “Risâle-i Nur okuyor musunuz? Dershaneniz var mı?” diye sorardı.
Çünkü hayâtının bütün gayesi tüm insanlığa ve insanlığın imânına Nûrlar vasıtasıyla hizmet etmekti.
“Bizim vazifemiz imânını tecdîd noktasında çalışmak” diyordu…
Tekrâr delikanlıya döndü “Kardaşım kat’iyen size haber veriyorum ki, Risâle-i Nûr’un herbir kitabı bir Said’dir.”
Ve ekliyordu “Risale-i Nur’u okumak, on defâ benimle görüşmekten daha kârlıdır. Zâten benimle görüşmek; âhiret, imân, Kur’an hesâbınadır. Dünyâ ile alâkamı kestiğim için, dünya hesâbına görüşmek mânâsızdır. Âhiret, imân, Kur’an için ise; Risâle-i Nûr daha bana ihtiyaç bırakmamış.“
Koca Üstâd kendini kenara çekiyor ve Nûrlar’ı nazara veriyordu…
Din ve Fen ilimlerinin berâber okunmasını istediği Medrese’t-ūz Zehra için çok çalışmış fakat Rabb-i Rahim bu hayâlini O’na nasib etmemişti.
O’da daha büyük istek ve azimle aktâr-ı âlemde Medrese’t-ūz Zehra vazifesi görecek Nûrlar’ın te’lifine başlamıştı…
Bir değil binlerce mekanda, örgün değil yaygın bir tedris ve eğitim sistemi kurmuştu…
Nûrlar Anadolu’nun her köşesinde yazılıyor, okunuyordu.
Yaşlanmıştı, fakat mes’uttu, sevinerek “Risale-i Nûrlar Anadolu’nun bağrına öyle köksalmış, öyle yerleşmiştir ki söküp atmaya kimsenin gücü yetmeyecek” diyordu.
Ve geleceğe haykırıyordu “Kardaşım Nûrları bütün dünyâya okutturacağım, biiznillâh”
Delikanlı heyecanla “inşâallâh” diyor, Üstâd’ın ümit, gayret ve celâdetine tekrâr tekrâr hayrân oluyordu…
Risâle-i Nûr Nedir ?
Risâle-i Nûr ; Üstâd’ın bütün hayat evrelerinde (eski, yeni, üçüncü Said) te’lif ettiği eserlerin bütününe verilen isimdir.
Eserler başka kitaplara çok müracaat edilmeden yazılmış, Üstâd’ın akli, kalbî ilhâmâtının ürünüdürler.
Bu yönleriyle gerçekten orijinal metinlerdir.
Altıbin sâife civârı olan külliyât, on üç ana kitap ve onlarca küçük kitaptan oluşmaktadır.
Yüzotuz, diğer bir tasnifle yüz doksanaltı parçadır.
Tarih ve dönem olarak üç bölüme ayrılabilir;
1… Eski Said dönemi eserleri ; 1909-1923
2.. Nûrlar; 1925-1949 (1953)
3.. Lâhika Mektupları ; Uzun ve değişik zaman dilimlerinde 1960’a kadar…
Konusu ;
Risâleler, özellikle Tahkîk ve Tecdîd-i İmân etrâfında dönen, Tevhîd, Nübüvvet, Haşir, Kader, Âdâlet ve benzerleri gibi Kur’anî mefhumları inceleyip, izâh eden, çok muknî mantık örgüsü ile örülmüş Konulu Kur’an Tefsiri’dir.
Husûsen Kelâm ilmi cihetiyle bakıldığında hârika eserlerdir…
(Konulu Tefsir ; Nûrlar’a bu yakıştırmayı çok seviyorum…)
Niçin Okunmalı ;
Risâle-i Nûrlar imânı yok etmek isteyen Deccâlizm’e ve İslâm’ın şeâirini yıkmak emelinde olan Süfyânizm’e yani imânsızlıkla elele vermiş nifâka karşı insanlık için “dur” diyen, İslâm ve mü’minlerin en müspet, en mâkul, en muvaffak başkaldırısıdır.
Risâle-i Nûr kendi devrinden geleceğe uzanan bir inşa çizgisinin, hareketinin mebdei, başlangıcıdır…
Risâleler yirmi ilâ yirmibirinci yüzyılın ve sonrasının temel İslâmi eseri, anahattı, ışığıdır.
Hele hele Nûrlar Pırlantalar’la berâber okunursa imân ve hayât menbâı olurlar…
Aşağıda sayılan sebeplerle bir başucu kitabı olarak okunmalı, özellikle hayâta hayât kılınmalı, yaşanmalıdır.
Nûrlar, biiznillâh ;
1.. Tecdid-i İmân Vesîlesidir ;
Asrımızın mânevi hastalığı; materyalizm, inkarcılık ve bunların sebeb oldukları imâni zaâfiyetlerdir.
Risale-i Nurlar, asrın getirdiği tereddütleri adım adım cevaplayıp, yıkarak, imân takviyesi yapar.
Her bahiste yenilenen anlatım, yenilenip değişen örneklerin iknâ gücü ile öyle kuvvetlidir ki, neticede her nükte imânın tecdîdine yâni yenilenmesine vesîle olur.
Dolayısıyla eserler küfrün panzehiri, devrin mânevî hastalıklarının devâ ve çaresidir.
2.. Tefekkür-Tezekkür dersi verir ;
Üstâd Hazretleri eserlerde tefekkür etmeyi öğretir, okuyanı harften harfin sâhibine, kalemden kâtibe taşır.
San’attan yola çıkarak sanatkârı yani Allâh’ı gösterir.
Risâlelerde her adım insanı tefekkür deryâsına çeker, tefekkür ise muhâtabını Allâh’ı (cc) anlama, konuşma, anlatma, zikretme kısacası Rabbini bilmeye, sevmeye götürür.
Evet, Nûrlar seyyâhını “Üstâd’ın rehberliğinde” doğru tefekkür ve tezekkürle Rabbi ile buluşturur …
3.. Aklı, kalbi, rûhu imânen doyurur ;
İfritten çağın getirdiği dehşetli soruların neredeyse hepsine mantık çerçevesi içinde verilen beşbaşı mâmur cevaplar aklı, kalbi ve rûhu teslîme mecbûr eder.
Kader, Haşir gibi alengirli konular öyle işlenirki neredeyse “şu da söylenseydi” diyebileceğiniz hiçbir açık kalmaz.
Akıl, kalb ve rûh hattâ insanın bütün latîfeleri imâna berâberce doyarlar..
4.. İmân-ı Tahkiki kazandırır ;
Devamlı yenilenen, takviye edilen, muknî deliller, doyan letâif, mü’minin talitten kurtulmasını ve hakiki tevhîde, tahkîk-i imâna ermesini sağlar…
Şuûri bir imân, şuûri bir İslâm yaşanmaya başlar…
Devrin tazyikâti karşısında ayaklar (inşâallâh) sapasağlam yere basar.
Bu hususta Büyüğümüz’ün ikâzı gerçekten çok önemlidir “Eğer insanlar Risale-i Nûrlar”dan tahkik-i imân dersi almazlarsa, dehrin hâdisâtı karşısında bugün olmasa bile yirmi yıl sonra savrulur, kaybolurlar…”
5.. Şahsi kemâlâta erdirir ;
Bütün bunlardan sonra şunu eklemeden geçemeyeceğim yine Büyüğümüz, hergün hiç aksatmadan belli miktar Nûrlar’ı okuyanların şahsi kemâlât merdivenlerinde yükselip, velâyet mertebesi kazanabileceğini bizzât ifâde buyurmuştur.
Tabi kasıt kuru kuru okumak değil, aşk ile okumak…
Bizim Nûrlar’a, Nûrlar’ın bizlere nüfûzu (biiznillâh) bizleri bu yola sokacaktır…
Yine unutmamak lâzım, Üstâdımız eserleri bir yıl anlayarak ve kabul ederek okuyanın zamânın mühim bir âlimi olabileceğini söylüyor.
6.. Kelâm harikasıdır ;
Külliyat her yönü ile “Kelâm İlmi” harikasıdir ki, bu bahis buraya hasredilemeyecek derecede önemlidir, uzmanlarınca yazılacak başlı başına birkaç eseri, makâleyi hakediyor…
Evet, Üstâdımız Risâle-i Nûrlar’ı aynı zamanda bir “ilm-i kelâm eseri” olarak vasıflandırılmaktadır.
Üç nev’i kerâmet ;
Bütün külliyâtta eserlerin kerâmetleri muhtelif şekillerde anlatılır, ben üçünü nazarlarınıza arzetmek istiyorum ;
a.. Risâle-i Nûr şakirdleri maişetce dünyâ derdi çekmezler, rızıklarında bolluk-bereket yaşarlar…
b.. Nûrlar hizmet şevki ve zeminini oluşturur ; Biiznillâh Nûrlar hizmetlerini ihzâr ile hâdimlerini o hizmete sevk eder…
c.. Risâle-i Nûr şâkirdleri (inşâallâh) kabre imânsız girmezler; Bu Nûr Üstâd’ın gönlümüze su serpen bütün varlığımızla öyle olmasını dilediğimiz ihbâr ve mujdesidir…
“Şimdi okuyun, kabirde okuyamazsınız”
Üstâd yanıbaşında duran bir “Sözler” mecmuâsının kapağını açtı güzel bir duâ yazarak, delikanlıya uzatırken “Kardeşim bu kitabın hakikî fiatı lâakal yirmi kişiye okutmaktır” diye ifâde buyurdu.
Zübeyr Ağabey delikanlıya nazikçe artık çıkmak gerektiğini işâret etti…
Hazreti Bedîüzzamân’ın huzûrundan usulca kalkan, memnûn, mesrûr ziyaretçi çıktığı merdivenlerden inerken Zübeyir Ağabey’in ihtârı olan şu sözü kalbine nakşetti,
“Şimdi okuyun kardaşım, şimdi okuyun, kabirde okuyamazsınız”
@MANSURTURGUT
mansurturgut@yepyeni.zamanaustralia.com.au