O tam bir Bayburtlu, Kuzey Doğu Anadolu’nun yüksek ve ücra bir köşesinde doğdu.
Deli deli akan Çoruh nehri’nin, sert havasının, kar ve kışının çelikleştirdiği, sert-katı görünümlü ama içi yus-yumuşak, çok merhametli olan insanlardan…
Belki de annesini çok küçük yaşta iken kaybetmenin tesiri altında böyle yetişmişti…
Çocukluğu kimi zaman analık elinde, kimi zaman amca yanında evlatlık olarak geçti.
Genç yaşında eşini ve çocuklarını memlekette bırakıp gurbet ellere çıktı…
Seçimi İstanbul’du.
Bilebildiğim kadarıyla sâdece geçim değil eğitim düşüncesi ile bu seçimi yapmıştı…
Çok zeki olmasına rağmen, ilkokuldan sonra okuyamamıştı ve bu içinde bir yara olarak kanıyordu…
Yıllarca ekmeğini taştan çıkarırken “siz yeterki okuyun, ben kanımı satar sizi yine okuturum” diyordu…
Emeline muvaffak oldu, beş kardeşin beşi de üniversite mezunu olarak, elleri ekmek tuttu kimseye muhtaç olmadılar…
“Benim en büyük kazancım sizin kimseye muhtaç olmamanız” diyordu…
İşte O benim babam…
Evet, fırsat bulur bulmaz bizleri İstanbul’a taşıdı bizler orada büyüdük.
İçine ana-baba, beş kardeş ve bir teyze oğlunun sığdığı yetmiş metrekare bir ev, bir dünyâda büyüdük…
O kimi zaman seyyâr satıcılık yaptı, kimi zaman pilav sattı ve sonra bir konfeksiyon dükkanı açmaya muvaffak olarak ailesine bakmaya devâm etti…
Emin olabilirsiniz, eğer dünyâya yeniden gönderilsem ve kendi anne-babamı seçme kabiliyetine haiz olsam, vallâhi ben yine kendi anne ve babamı seçerim…
Bütün kardeşlerim de aynı şeyi düşünürler…
Hem fedakâr, hem cefâkar anacığım ve babacığım bizim bahtımızın yıldızlarıdır..
Çok rahat yaşamadık belki ama boynumuzda hiç bükülmedi…
Elhamdülillâh, babamız bizlere hiç harâm yedirmedi…
Borcu ve yalanı hiç sevmez…
Abartmıyorum, hiç yalan söylediğini görmedim…
Sözü senet olan insanlardan, kendisine verilen bir çekin ödenmemesi neticesinde ödeme yapamayınca ticareti terk edecek kadar “ar” sâhibi…
İstanbul’a ilk gittiğinde Sultanahmet’te açtığı bakkâl dükkanını bir kadının kendisine askıntı olması neticesinde kapatıp terk edecek kadar izzet-nâmus sâhibidir…
Bu yönleriyle ticâret erbâbı ve arkadaşları arasında çok sevilirdi…
Allah’ın izniyle bilerek kimsenin hakkını çiğnememiştir.
Hak bahis mevzu olduğunda çok gözü kara, çok cesur, gerçekten çok kuvvetli, her haliyle delikandır…
Hakkını çiğnemeye kalkan insanlarla, olayı güzelce çözemez ve fiili müdâhaleye mâruz kalırsa onlarcasının arasına hiç çekinmeden girebilir…
Yetmiş yaşının üzerindeyken gece eve giren bir hırsızı fark edip bir kaç kilometre kovaladığını ve bunu yapmak için pencereden üç dört metre aşağıya atladığını bilirim…
Bizlere de hakkımızı asla çiğnetmemeyi, lisan-ı münâsip ile hakkımızı dâima savunmayı her zaman salıkverdi.
Hasılı göz dolduran bir yiğittir…
Bizlere çok düşkündür…
Hafta içi dükkânda akşama kadar gayret eder, hafta sonu eve girer ve devamlı çoluk çocuğu ile meşgul olur dışarıya dahi çıkmazdı…
Hiç kahvehâne hayatı olmadı…
Ablam Samsun’da vazife yaptığı yıllarda, ben de İzmir’de okurken hiç haber vermeden sessizce gelir-gider, uslübunca hasretini giderir, kendince kontrollerini yapar, ziyâret eder ve yine sesizce İstanbul’a dönerdi…
Yine bir keresinde İzmir’e gelmiş, biz öğrenci arkadaşlarımla şehir dışında olduğumuz için beni bulamamış ve akşama kadar İzmir’de dolaşmıştı, kendisini ararken akşam namazı evvelinde Basmahâne Camii’de abdest alırken yakalamak nasip olmuştu…
Sadece “maşallah ziyârete geliyoruz onda da seni bulamıyoruz” demişti…
Çok sabırlıdır…
Gıybeti, dedikoduyu aslâ sevmez, kimse hakkında konuşmaz, konuşturmazdı..
Namazına çok hassas ve asla terketmez, tek parti döneminin çocuğu olduğu için imamların arkasında dinleye dinleye ezberlediği sûrelerle namaz kılar…
Her doğulu gibi sevgisini açıktan göstermez içten-içe yanardı, gerçi son yıllarda torunlar vesîlesiyle hayli değişti.
Türküleri çok sever, kendisi de söyler….
“(yavri, yavri)
Huma kuşu yükseklerden seslenir
(oğul) Yar koynunda bir çift suna beslenir, beslenir
(yavri, yavri)
Sen ağlama kirpiklerin (kömür gözler) ıslanır
(oğul) Ben ağlim ki belki gönül uslanır, uslanır”
En sevdigi, en çok söylediği türküdür..
Akrabalar arasında kesinlikle denge unsurudur, sözü dinlenir, değer verilir…
O Hilmi Efendi’dir…
Elhamdülillâh babamız…
Eşini, annemi çok sever, evlâd-ı iyâlini, çoluk çocuğunu hep yanında yöresinde arzu eder, ister…
Herhalde merhametli iktidar alanının dışına bir tek ben çıkabildim…
Yurtdışına ayrılırken bana hafifçe kızmış, hayatta söylediği tek kem söz olan o yumuşak ifadeyi kullanmış “şimdiye kadar cenâzeme gelirsin diye seviniyordum, artık sen benim cenâzeme de gelmezsin demişti”
Bu da benim içimde yaradır..
Başımızın tâcı, sevgili babamız ilerleyen yaşı ve kronik hastalıkları ile şu an yoğun bakımda…
Sıhhât ve şifası için duâlarınızı taleb etsem, çok şey istemiş olur muyum ?
Lütfen duâlarınızla bize yardımcı olur musunuz ?
@MANSURTURGUT
mansurturgut@yepyeni.zamanaustralia.com.au