O bir darbe çocuğu, darbeci evladı; darbe kokusunu en önce alıp durumdan vazife, vazifeden rant çıkarabilen bir uyanık.
Küçük çıkarlar peşinde ömrünü heba eden bir şark kurnazı olduğundan, ayağına gelen büyük fırsatları ıskalamış beceriksiz aynı zamanda. Kartvizitinde stratejist, akademisyen, siyasetçi yazıyor; ancak hepsinden birazcık olup hemen kâra geçme çabasından dolayı hiçbir zaman ‘tam’ olamadı. 27 Mayıs’ın kudretli isimlerinden Muzaffer Özdağ’ın oğlu Ümit Özdağ’dan söz ediyorum.
90’lı yılların sonunda ‘stratejist’ unvanını kullanan sayılı akademisyenlerdendi. ABD’den yeni dönmüş, ülkede ‘think tank’ (düşünce kuruluşu) bulunmayışının önemli bir eksiklik olduğunu anlatıyordu. Çıkardığı üç aylık Avrasya Dosyası isimli dergi bu konudaki eksikliğe dair farkındalık oluşmasına katkı sunuyordu. Fikirleri eleştiriye fazlasıyla açıktı ancak düşünce üretmesi ve kamuya açık şekilde ihtiyacı vurgulaması saygıyla karşılanıyordu. “Özdağ, şark kurnazlığı ve hızlı köşe dönücülük merakı yüzünden büyük fırsatlar kaçırdı” derken kastettiğim şeylerin başında bu geliyor. 28 Şubatçıların kudretli günlerinden yararlanmak için biat etmekte sakınca görmedi.
Özdağ, Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi’ni (ASAM) askerlerin kanatları altında kurdu. Şantajla toplanan bütçeyle gerçek bir düşünce kuruluşu kurulabilirdi. Sadece Ülker Grubu’nun 5 milyon dolar ‘sponsorluk bedeli’ ödediği kulislerde konuşulmuştu. İlk düğme yanlış iliklendiği için arkası da ona göre geldi. Vesayetin kanatları altında doğan bir kurumdan düşünce değil ancak strateji diye paketlenmiş sloganlar sadır olurdu; nitekim öyle de oldu. Toplumun açtığı krediyi askere kapora yaparak çarçur etti.
Siyasete atılmak istediğinde de benzer yollara başvurdu. Askerlerin paraşütüyle emek ve çaba harcamadan MHP’nin başına inmek istedi. Eski Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman’la görüşmesi kamuoyuna sızdı. Recep Tayyip Erdoğan’ı şikayet etmesi yanında, onunla mücadelenin Devlet Bahçeli’yle olamayacağını anlattığı öne sürüldü. Açıkça icazet istediği yazıldı. Kurt siyasetçi Bahçeli dışarda daha fazla zarar vereceğini görerek partiye aldı hatta genel başkan yardımcılığı koltuğuna buyur etti. Ardından kıvrak bir çalımla Özdağ’ın milletvekili seçilmesini engelledi. İstanbul’da seçilemeyeceği sıradan aday gösterdi.
2011 seçimlerinde MHP’yi hedef alan gayri meşru ilişkileri deşifre edilen siyasiler furyasında bile Özdağ’a olan öfkesiyle hareket etti. Aday listelerinin birinci sıralarında yer alan isimleri adaylıktan istifaya zorladı. Sadece İstanbul’da eski il başkanı İhsan Barutçu istifa etmedi ve Meclis’e girdi. O istifa etseydi Özdağ seçilecekti. MHP gibi bir partide, hem de böyle bir konuda direnişin imkansızlığını bilenler, Barutçu’nun Bahçeli tarafından cesaretlendirildiğine inandı. Kısacası Özdağ’ın paraşütü açılmadı.
İYİ Parti kurulurken de benzer sahneler yaşandı. Özdağ genel başkan adaylarından biri olarak kuruluşta yer aldı. Ancak Meral Akşener’in güçlü kamuoyu desteği karşısında geri adım atmak zorunda kaldı. Erdoğan’ın ayakta kalmak için kurduğu derin koalisyon, muhalefet cephesini parçalamak için düğmeye basınca Özdağ da sefer görev emri almış gibi harekete geçti. Erdoğan medyası ve trollerinin desteği ile partisini suçlamaya başladı. Bu tür operasyonların merkez karargâhı haline gelen CNN Türk’te ve AKP’nin medya komiseri Ahmet Hakan’ın programında bombalarını patlattı. Siyasi geleceğine mal olacak bu çıkışın bir intihar saldırısı olması çaresizliğin de göstergesi. Muhalefet bloğunun parçalanmasının hayat memat meselesi olduğu anlaşılıyor.
Özdağ’ın Erdoğan rejimine taşıdığı hayat suyu bununla sınırlı değil. Suriye politikalarındaki yanlışların konuşulmasını engelleyecek bir tavır içinde olduğu gözden kaçmıyor. Muhalif görünümlü muvazaalı kavgaların, Erdoğan rejimine katkısı yandaşlardan fazladır. Özdağ, Suriye ve Suriyeliler konusunda öylesine absürt suçlamalar dile getiriyor ki en sert muhalifler bile “O kadar da değil!” demek zorunda kalıyor. Mesela araç muayenelerinin Suriyelilere ücretsiz yapıldığını öne sürüyor. Suriyelilerin stratejik bir yönlendirmeyle Türkiye’ye geldiklerini ve bu çoğalma hızıyla 20 yıl sonra 15 milyon Suriyeli vatandaşımız olacağını savunuyor. Göçmenlerin çalışması ya da eğitim haklarından yararlanması gibi doğal insan haklarının verilmesine dahi itiraz ediyor. Böylesi bir tavır Suriye politikasında eleştiriyi gerçekten hak eden onlarca yanlışı perdeliyor. Sağduyulu gerçek eleştiriler ya hiç duyulmuyor ya da Özdağ gibilerin faşizme kayan absürtlükleriyle ayna sepete dolduruluyor. Bir stratejist ve siyasetçi olarak doğru noktalara atış yapabilecekken bilinçli biçimde abartılı şovlara yöneliyor. Tam bir simsar gibi davranıyor kısacası. Simsarlar apronda bekleyen otobüsün biletini satmaya çalışır, Özdağ’ın farkı kendisi de biniyor o otobüse…