KERİM BALCI-TR724.COM
2008 yılında Rusya’da haksız olarak tutuklanan, hapishanede dövülerek öldürülen Sergei Magnitsky ile on yıl sonra Türkiye’de haksız olarak tutuklanan, hapishanede dövülerek öldürülen Gökhan Açıkkollu’nun hikayeleri arasındaki irtibatı biliyor musunuz?
Birbirlerine çok benzeyen bu iki dram arasında henüz bir irtibat yok aslında. İrtibatı siz ve biz kuracağız…
Türkiye İnsan Hakları Hesap Sorulabilirlik Projesi’ne hak ettiği desteği verebilirsek, projeyi sırtlayan omuzlar yüklerini sonuna kadar taşıyabilirlerse, Sergei Magnitsky’nin hatırasına geçirilen Bireysel Yaptırım Yasaları, Gökhan öğretmenin katillerinin korkulu rüyası olacak.
Sadece Gökhan öğretmeni öldürenleri değil, Ahmet Altan’ı, Fevzi Yazıcı’yı, Yakup Şimşek’i haksız yere hapseden savcı ve hakimleri de ürpertecek bu yaptırımlar; Can Dündar’ın evine el koyan iradeyi de, helikopterlerden Kürt köylülerini atan zalimleri de, açlık grevinde tükenen hayatları görmezden gelenleri de saracak bu korku.
Siz üzerinize düşeni yaparsanız, biz üzerimize düşeni yaparsak KHKlıların, zulmen mahpusların, gadren mahkumların, sürgüne zorlanmışların yüzü bir defa olsun gülecek…
Nasıl mı?
Önce Sergei Magnitsky’nin hikayesi…
Sergei Magnitsky Rusya’da faaliyet gösteren Hermitage Capital’in muhasebeciliğini yapan kendi halinde bir Rus vatandaşıydı. Çalıştığı Amerikan şirketi hızla büyüyünce Rus rakiplerinin canını sıkmış olacak ki bir gün vergi müfettişleri dikildiler kapılarına. 2008 yılında Magnitsky şirketin mühürlerine el koyan “kayyımların” şirketten 280 milyon dolar çaldıklarını ortaya koydu.
Ama hırsızlar değil, o tutuklandı.
Magnitsky zulmen girdiği hapishaneden çıkamadı bir daha. 2009 Kasımında hücresinde dövülerek öldürüldü.
Hermitage Capital’in kurucusu Bill Browder 2005 yılına kadar sıkı bir Putin destekçisiydi. Ancak şirketi Rus petrol devi Gazprom’daki yönetici yolsuzluklarını ortaya çıkarınca “milli güvenliğe yönelmiş bir tehdit” olarak ilan edildi. 2009 yılında Magnitsky’nin vahşi bir şekilde öldürüldüğünü öğrenen Bill Browder, eski dostunun hatırasını yaşatmaya karar verdi.
Üç yıl süren yoğun çabaları sonrasında Amerika Birleşik Devletlerinde ilk Magnitsky Yasası’nın çıkarılmasını sağladı Browder. Yasa ilk planda sadece bu olaya karışmış Rusları kapsıyordu. Browder ve ekibinin çabalarıyla 2016 yılında bu defa Küresel Magnitsky İnsan Hakları Hesap Sorulabilirlik Yasası geçti. Bu yasayla Amerikan yönetimi dünyanın herhangi bir yerinde yaşanan insan hakları ihlallerinin faillerine yaptırım uygulayabilecekti. Nitekim o tarihten bu yana ABD yönetimi 200’ün üzerinde kişi veya kuruma yaptırım uyguladı.
Magnitsky Yasası insan hakları savunuculuğu için de önemli bir dönemeç oldu. Hemen bütün Batı ülkelerinde insan hakları dernekleri yerel Magnitsky yasalarının geçirilmesi için kampanya yapmaya başladılar. 2016 yılında Estonya, 2017 yılında İngiltere, Litvanya ve Kanada, 2018 yılında da Letonya ve Gibraltar kendi yasalarını geçirdiler. İngiltere 2018 yılında kendi Magnitsky Yasasının kapsamını genişletti ama uygulamaya koymadı. Magnitsky Yasaları hali hazırda Avrupa Birliği üyesi bütün ülkelerde ve Avustralya’da parlamentolarda görüşülme aşamasında. Yasanın, insan Hakları Savunucuları için önümüzdeki asırda en çok başvurulan caydırıcılık yöntemi olacağında şüphe yok.
Magnitsky Yasaları öncesinde iç hukuk yollarının verimsizliği karşısında insan hakları savunucularının başvurabileceği uluslararası mekanizmalar BM İnsan Hakları Komiserliği bünyesindeki komitelere yapılan başvurular, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yapılan başvurular ve Evrensel Yargı Hakkı çerçevesinde açılabilecek davalardan ibaretti.
Türkiye’de yaşanan insan hakları ihlallerine karşı bu üç mekanizma da kullanıldı. BM İnsan Hakları Komiserliğinden mağdurlar lehine pek çok kararlar da çıktı. Ama bu kararların yaptırımı olmadığından Türkiye zalimlerini zulümlerinden caydırmaya yetmedi.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde aleyhine en çok dava açılan, en çok mahkum edilen ülkelerden biri oldu Türkiye. Ne var ki zulmün zirveye dayandığı son beş yılda yapılan başvuruların büyük kısmı “iç hukuk yollarının tüketilmediği” gerekçesiyle reddedildi. Oysa iç hukuk yolları tüketilememeyi bırakın, başlatılamıyordu bile. Bazı davalardan müspet sonuç alındıysa da Türkiye zalimleri bunları uygulamadı. Çünkü AİHM kararlarının da BM İnsan Hakları Komiserliği kararları gibi herhangi bir yaptırım mekanizması yoktu.
Birkaç ülkede civanmert hukukçular evrensel yargı hakkı çerçevesinde işkenceciler aleyhine davalar açtılar. Ancak özünde ceza davası olan bu başvurularda hem delil yeterliliği bariyeri çok yüksek oluyor, hem de ya mağdurun ya da failin o ülkede bulunması isteniyordu. Bu şartları yerine getiren başvurulardan netice alınması da yıllar sürebiliyordu.
Magnitsky Yaptırımları bu üç mekanizmanın zayıflıklarını barındırmıyor. Delil yeterliliği bariyeri daha düşük, failin veya mağdurun yaptırım uygulayan ülkede olması gerekmiyor, dahası yaptırımı bizzat yabancı bir ülke uyguladığından Türkiye’deki zalimlerin uygulamama gibi bir şansı da bulunmuyor.
Magnitsky Yaptırımları her ülkede farklı boyutlarda uygulanıyor. En yaygın olan yaptırımlar vize yasağı, bankacılık hizmetlerinden yararlandırmama, yaptırım uygulayan ülkedeki mal varlıkları ve hesapların dondurulması gibi yaptırımlar. İlk bakışta insanın aklına “fail bu ülkeye hiç gitmezse, o ülkede herhangi bir mal varlığı da yoksa, bu yaptırımların ne caydırıcılığı olur ki” hissi gelebilir. Ancak tecrübe bu tür yaptırımların sadece yaptırım uygulananlar üzerinde değil, ileride bu listeye girmekten endişe eden kişiler üzerinde bile caydırıcı bir etkiye sahip olduğunu gösteriyor.
Zulümden ve yolsuzluktan beslenenler kendilerine gelişmiş Batı ülkelerinde alternatif yaşamlar kurma eğilimi gösteriyorlar. Magnitsky Yaptırımları onlara bu kapıyı kapatıyor. Dahası zalimler yaptırımların hukuk mücadelesinin sadece bir kademesi olduğunu, mazlumlar güçlendikçe bu yaptırımların arkasının geleceğini de iyi biliyorlar. Bu da onların dokunulmazlık zanlarını ve kimseye hesap vermek zorunda kalmayacakları yanılgısını yıkıyor.
Bugüne kadar ABD, Kanada ve İngiltere bir dizi Rus, Çinli, Myanmarlı insan hakları ihlalcisine Magnitsky Yaptırımı uyguladı. Amerika Birleşik Devletleri 2018 Ağustos’unda Rahip Andrew Brunson’ın uzun süren gözaltı süresine tepki olarak Türkiye İçişleri ve Adalet Bakanları Süleyman Soylu ve Abdülhamit Gül’e yaptırım uyguladığında devreye soktuğu yasa yine bu Magnitsky Yasasıydı. Yaptırımlar işe yaradı ve Rahip Brunson serbest bırakıldı ve davası sürmesine rağmen ülkesine dönmesine izin verildi.
Brunson’un yararlandığı Magnitsky Yasası’ndan bütün temel insan hakları ellerinden alınan, işkenceye maruz bırakılan, sürgüne zorlanan insanlar yararlanamazlar mı?
Türkiye İnsan Hakları Hesap Sorulabilirlik Projesi bu ümitle hayata geçirilmiş. Projenin hedefi açık: Zalimlerin ve işbirlikçilerinin dokunulmaz ve sorgulanamaz oldukları zanları yıkmak. Projeyi hayata geçirenlerin taktik hedefleri Türkiye’de yaşanmakta olan insan hakları ihlallerinde ağır sorumluluğu olan kişilerin bir kısmını Birleşik Krallık yaptırım listesine dahil ettirmeye çalışmak. Stratejik hedefleri ise Türkiye’de zulmü azmettiren siyasilerle zulmü bizzat irtikap eden memurları arasındaki emir-itaat ilişkisini kırmak ve gerçek bir Türk demokrasisinin inşasına hizmet etmek.
Madem bu kadar işe yarıyordu, neden bugüne kadar bu başvurular yapılmadı sorusu da akla gelebilir. Ne yazık ki İngiltere 2018 yılında geçirdiği Magnitsky Yasası’nı 6 Temmuz 2020 tarihine kadar uygulamaya sokmamıştı. 6 Temmuz günü İngiltere Dışişleri Bakanlığı 25 Rus, 20 Suudi Arabistanlı, 2 Myanmarlı ve 2 Kuzey Koreli insan hakları ihlalcisini Magnitsky Yaptırımları listesine aldığını açıkladı. Türkiye İnsan Hakları Hesap Sorulabilirlik Projesi’nin çalışmaları işte bu tarihten sonra başlamış.
Projeyi omuzlayan The Arrested Lawyers Initiative’in sitesinden aldığım bilgilere göre ekip ilk iş olarak projenin başarılı olabilmesi için alanlarında uzman iki İngiliz hukukçusuyla anlaşmış. Bunlardan Kevin Dent kıdemli bir avukat. İngiltere’nin en başarılı beş yüz avukatının listelendiği Legal 500 listesinde yer alıyor. Kevin Dent, proje için şunları söylemiş:
“Türkiye’deki insan hakları ihlalcilerinin İngiltere’nin Magnitsky yaptırımlar listesine alınmasını amaçlayan heyecan verici bir proje. İnsan haklarını ihlal edenlere cezasızlık çağı tam anlamıyla sona erdi ve bu kampanya yakın zamanda yürürlüğe giren ilgili İngiltere kanununu, güçlü bir yaptırım başvurusu yapmak için kullanacak.”
Projenin ikinci avukatı ise Michael Polak. Polak kariyerini dünya çapında insan hakları ihlalleriyle mücadele etmeye adamış zaten. Uygur Türklerinin maruz bırakıldıkları hak ihlallerinin Çinli faillerine karşı yaptırım uygulatma mücadelesi de veren Polak, Türkiye İnsan Hakları Hesap Sorulabilirlik Projesi için şunları söylemiş:
“Hukukun üstünlüğü ile neredeyse alakasız bir biçimde ve kesintisiz olarak tutuklandıkları Türkiye’de bulunan avukatların, gazetecilerin ve akademisyenlerin toplu bir biçimde hedef alınmaları çok endişe verici. Af Örgütü Türkiye Direktörü İdil Eser ve Af Örgütü Türkiye başkanı Taner Kılıç gibi kişilerin tutuklanma ve hapsedilmeleri bu sistematik insan hakları ihlallerinden kimsenin muaf olmadığını gösteriyor. Keyfi tutuklamalara maruz kalanlar çoğu zaman işkenceye de maruz kalıyorlar. Bu maskaralıkta yer alan devlet görevlilerinin ve savcıların cezasızlığı konusuyla ilgilenmek esaslı bir mesele ve bu, diğerlerini bunlara dahil olmaktan vazgeçirebilir.”
The Arrested Lawyers Initiative’in açıklamalarına göre projenin ilk fazında Türkiye’de birden fazla mağdur grubuna zulmetmiş kişiler hedef alınacakmış. Site bir liste yayınlamıyor. Ama benim aklıma mesela Gökhan Acıkkollu merhumu gözaltına aldırıp işkence yaptıran savcı geliyor. Bu kişi aynı zamanda ISTANBUL1O olarak bilinen Af Örgütü yöneticilerini ve birçok insan hakları savunucularını tutuklatan kişidir. Herhalde listeye alınmayı hak ediyor.
Yine İstanbul’da iki yüz avukatı Hizmet Hareketi bağlantıları olduğu iddiasıyla tutuklatan savcı, aynı zamanda Osman Kavala ve Deniz Yücel’i de tutuklatan kişidir. Veya mesela Hizmet Hareketi medyasında çalışan gazetecilere uzun süreli hapis cezaları yağdıran, Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararlarına rağmen salıverilmesi gereken Ahmet Altan’ın tutukluluğunun devamına karar veren hakim, aynı zamanda Çağdaş Hukukçular Derneği avukatlarını yargılamış ve Can Dündar’ın mal varlığına el konulmasına karar vermiştir.
Projeyi yüklenenlerin böyle bir kastı var mı bilmiyorum, ama böylesi bir “her kesime zulmedenler listesi”nin Türkiye’nin tüm muhalif gruplarının desteğini alabileceğini ümit ediyorum ben.
Magnitsky Yaptırımları mahkemelerce değil, bakanlıklar tarafından uygulanıyor. Bu da siyasi iradeyi harekete geçirecek lobicilik ve halkla ilişkiler faaliyetlerine bütçe ve insan kaynakları ayrılmasını gerektiriyor. Yani avukatların sağlam delillerle dosya hazırlayıp başvuru yapmaları yetmiyor. Kamuoyu desteği için medya çalışmaları, yayınlar, panel ve konferanslar ve mektup ve imza kampanyaları düzenlenmesi gerekiyor. Bu da Türkiye İnsan Hakları Hesap Sorulabilirlik Projesini bünyesinde onlarca irili ufaklı proje barındıran dev bir projeye dönüştürüyor.
Yaptırım uygulanacak zalim sayısı bu kadar çok, yaptırımları hayata geçirmek için gereken aktivite miktarı bu kadar büyük olunca projenin bütçesi de büyüyor tabi ki. The Arrested Lawyers Initiative bu finansal yükü omuzlamak için GoFundMe sitesi üzerinden kitlesel bağış kampanyası yapmış. Linkini buraya bırakıyorum. Bu yazıyı yazdığımda projenin birinci fazı için hedeflenen 50 bin Poundluk hedefin onda biri toplanmıştı henüz. Demek ki size ve bize daha çok vazife düşüyor.
Her hayırlı işe mani olmayı kendine vazife edinmiş insî ve cinnî vesvas ve hennasların bu projeyle alakalı da kulaklarımıza fısıldayacağından eminim. Böylesi fısıldamalar zaten yolunda gitmeyen projeleri bahane ederek, yeni projelerin yola koyulmasına engel olurlar. Bunun en masumu daha önce verdiği fikirler dinlenmediği veya hayata geçirilmediği için fikir cimriliği göstermeye başlamak, en insafsızı da çözümü bizzat sorun olan kişi veya gruplara havale ederek, “Madem bu işin kaymağını onlar yedi, bu yükü de onlar çeksin,” demektir.
Türkiye İnsan Hakları Hesap Sorulabilirlik Projesini küçücük olsun bir katkıyla desteklemek insanlık borcu bence. Projenin finansmanının ne kadar çok destek toplayabildiği kadar, bu miktarı ne kadar çok kişiden topladığı da önemli. Kitlesel bağış (crowd funding), bu tür projelerin halkla ilişkiler stratejisinin bir parçasıdır. Yani elli kişiden toplanacak 50 bin pounda kıyasla 5 bin kişiden toplanacak 50 bin pound, projeye daha fazla meşruiyet ve bilinirlik kazandıracaktır. Bu sebeple benim 5 Dolarımla, 5 Avromla ne olur dememek, 5 Dolarla da olsa burada olduğumu ilan etmeliyim demek lazım.
Bu güzel projeyi omuzlayan The Arrested Lawyers Initiative gönüllülerini gönülden tebrik ediyorum. Siz üzerinize düşeni yaparsanız, biz üzerimize düşeni yaparsak, Mazlumların Allah’ı da üzerine düşeni yapacaktır… Buna yüzde bin, yüzde bir milyon imanla inanıyorum.