Peygamberimiz (s.a.v), “Âlimler yeryüzünün ışık kaynaklarıdır.” hadisiyle, zalimlerin kararttığı dünyamızın ancak alimlerin kıymetli varlıklarıyla aydınlanabileceğine dikkat çekiyor.
Fakat gelin görün ki, âlimlerin, bilginlerin, ilim ve irfan sahiplerinin ölüme terk edildiği, aşından işinden edildiği, horlandığı, derdest edildiği ve sürgüne mahkûm edildiği bir süreç yaşıyor Türkiye.
Onlara dokunan ve onları göz ardı edenler, bu nurdan ve ışıktan mahrum kalırlar hiç şüphesiz. Ve bilaşüphe, Peygamberimizin ışık kaynağı olarak gösterdiği âlimlerin kadir ve kıymetini idrak edemeyip onlara hoyratça davranan topluluklar, büyük musibetlerin kucağına düşerek gün yüzü görmez ve iflah olmazlar. Günümüzde, siyasetin kirli hesapları, hem âlimi hem de bilgiyi dikkate almamakta; siyasetin hırsı ve kör arzuları, âlimi ve onun temsil ettiği ışık kaynağı ilmi değersizleştirmektedir.
Bugün sizlere, Mekke ve Medine’den sonra, en fazla sahabeye mihmandarlık yapmış olan, nebileri ağırlayan, ilim ve irfan sahibi bilge insanları yetiştiren Diyarbakır’ın bağrından neşet ederek bir kandil gibi etrafını aydınlatan önemli bir âlimden bahsedeceğiz.
Bu mütevazı âlim, Ergani ilçesinde dünyaya geldi. Ergani ki ‘Makam Dağı’nın eteğinde, bir nebinin gölgesinde yer alan beldedir.
Gül Peygambere korunak olan Hira’yı hatırlatıyor bu heybetli dağ.
Rivayetlere göre, bu dağın etekleri ve dik yamacı, Hz. Zülkifl Peygamber’in (as) teri damladığı için güzel kokar
Kimilerine göre ise etrafına misk yayan güzel bir çiçekten kaynaklanır bu koku. İşte böyle güzel kokular arasında hayata merhaba demiştir bu bilge insan.
Kur’an-ı Kerim meali denilince akla gelen ilk isimlerden biridir. Bugün Türkiye’de tefsir konusunda söz sahibi olan profesörlerin büyük bir çoğunluğu onun rahle-i tedrisinden geçmiş ve ondan ilham almışlardır. Evet, Prof. Dr. Suat Yıldırım hocamızdan bahsediyoruz.
Suat Yıldırım, 1941ʹde Ergani ilçesinde dünyaya geldi. Babası Mehmet Zeki ve dedesi Hacı Hüsnü, Ergani müftülerindendir. Annesi Seniha Hanım Mutasarrıf Mustafa Beyʹin kızıdır.
Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’ni bitirdikten sonra, 1964’te müftü yardımcısı olarak memleketi Diyarbakır’da göreve başlar. Bir müddet sonra, Edirne’ye il müftüsü olarak atanır. Orada Fethullah Gülen Hocaefendi ile tanışır ve askerlik sebebiyle ayrılıncaya kadar onunla aynı evi paylaşır. Hayatındaki en büyük ve en istifadeli olan bu beraberlik, 56 yıldan beri halen devam etmektedir.
Diyanet İşleri’nde müfettiş olarak görev yaptıktan sonra, 1968 yılında Atatürk Üniversitesi’nde asistan olarak akademik hayata adım atar. 1970’te Bağdat’a gider.1973ʹte “Peygamberimizin Kur’ân Tefsîri” adlı doktora tezini tamamlar.
Paris’te Batı’daki dinî çalışmaları inceler. 1977ʹde doçent, 1985ʹte profesör ünvanı alır. Medine (1987-88) ve Malezya (1998-2000) İslâm üniversitelerinin akademik kadrolarında yer alır. 42 yıllık görevden sonra emekliye ayrılır. 20 kitap, 200ʹden fazla ilmî makale yazmıştır. 60ʹtan fazla adayın yüksek lisans ve doktora tezlerini yönetmiştir. En önemli özelliği ise; eskilerin ifadesiyle ‘ilmiyle âmil’ ulemadan olmasıdır. Nezaketi, tevazusu ve samimiyetiyle, örnek bir şahsiyet olmuştur.
YARIM ASIRLIK MUTLU AİLENİN SIRRI: SABIR VE BEKLENTİSİZLİK
Suat Hoca’nın asil ve beklentisiz duruşunu, sadece yetiştirdiği öğrencileri ve yol arkadaşları bize aktarmıyor. Bu bereketli ömürde onu hiç yalnız bırakmayan kıymetli eşi Yıldız Hanım, mutlu evliliklerinin formülünü, ʺAllah’ın Resulü (s.a.v) Efendimizi rehber edinip sabırlı ve beklentisiz olmak” şeklinde özetliyor.
Suat Yıldırım, evlilik müessesesinin temelini sağlamlaştırma adına kendi bakış açısını ise şöyle ifade ediyor: “Olumsuzluğun bir bölümü bendendir, hiçbir insan hatasız değildir. Bir bölümü bir beşer olarak eşimde olabilir. Bizi birleştiren ilahî takdire de rıza borcumuz vardır. Şimdilerde empati dediğimiz bu uygulamayı hayatımıza yerleştirdik.”
Yıldız Hanım ve çocukları, sevabından mahrum kalmamak düşüncesiyle, Suat Hoca’nın ev veya şehir dışındaki çalışmalarından hiç şikâyet etmezler. Yıldırım ailesinin imkân nispetinde uygulamaya çalıştığı bir âdeti vardır. Suat Hoca’nın evde olduğu akşamlarda, meyve saatinde bir araya gelirler. Manevî olarak beslenmelerini sağlayacak bir kitaptan bölümler okuyarak, yarım saat kadar sohbet-i cananla hanelerini bereketlendirmeye çalışırlar. O güzel günleri kızı Hatice Hanım şöyle aktarıyor: “Babam, herkesin meyvesini soyar, ikram ederdi. Ardından ‘hadi bakalım getirin bir kitap’ der, sohbete başlardı, biz bu meyve saatleri sayesinde çok şey öğrendik. Babamızı az görüyorduk. Geç saatte gelse dahi bize vakit ayırırdı. Hal diliyle örnek olurdu.” Diğer kızı Esma Hanım ise; babasının dışarıda anlattığı ilmî bilgileri evde de yaşadığını ve bu şekilde ailesine örnek olduğunu ifade ediyor. Üç kızı da imam-hatip lisesinde okuduktan sonra tahsillerini tamamlayıp yuvalarını kurarlar.
10 POLİSLE EVİNE YAPILAN OPERASYON VE EVLATLARINA VASİYET
Yıllar sonra başlayıp halen de devam eden müthiş bir imtihan fırtınası yurdumuzu alt üst ederken, Suat hocamız, zulmün işini kolaylaştırmamak ve hizmetini devam ettirmek için, yetmiş küsur yaşında ülke dışına çıkar.
Ayrılmasından az bir zaman sonra bir sabah, silahlı olarak evini basıp arama yapan polislerle, eşi Yıldız Hanım muhatap olur. Daha sonra o da eşinin yanına hicret eder. Ve iki eş evlatlarına şu vasiyeti kaleme alırlar:
Sevgili evlatlarım ve kardeşlerim,
Allah Teâla bize muteber bir aile nasip etti. O`na şükürler olsun ki beni ve eşim Yıldız’ı da dinine vakıf, uyumlu, meşru maaşımızla başkasına muhtaç olmadan bir hayat sürmeye muvaffak etti.
Siz evlatlarımızı İslami ölçülerimize göre yetiştirmeye çalıştık. Rabbim sizinle anne ve babanızı mahcup etmedi.
Siz öğrenimlerinizi yaptınız. Allah sizlere anlayışlı, dindar, maişetlerini sağlayan eşler nasip etti. Her birinizden sıhhatli, akıllı uslu, terbiyeli, güzel torunlar lütfetti bize. Evlatlarımızı ve akrabalarımızı mahcup edecek bir hayat yaşamadığımız gibi, çocuklarımızdan da bizi utandıracak bir tutum görmedik. Böylece bir fani için matlub olan başlıca bir mutluluğu tattık.
Allah’ın büyük bir lütfu da, bizi rızasına hizmet etmeye çalışan bir iman ve Kur’an hizmetine dâhil etmesi oldu. Gönül bağımız olan bu Hizmet Hareketi, Türkiye’mizde ve ülke dışında çok yayıldı, nesiller yetiştirmeye çalıştı. Allah`ın ihsan ve tevfiki ile binlerce faydalı müesseselerle tarihte nadir görülebilecek hayırlı hizmetlere muvaffak oldu.
Yüz binden fazla aile, kırk sene zarfında çocuklarını bu eğitim kurumlarına emanet ettiler, bu uzun dönemdeki tecrübeleri sonucunda memnun kaldılar. Toplumun ve hükumetlerin büyüteçleri bu yasal hizmetleri takdir ettikleri gibi; Türkiye dışındaki 160 ülke yetkilileri de övgülerini resmen açıkladılar.
Fakat mühim hizmetlerin muzır manileri eksik olmaz.
İnsanlık tarihi, başta birçok nebi ve velinin bir kısım inkârcılarla imtihanının hazin örnekleriyle doludur (…) Çektiğimiz maddi sıkıntılara sabır ediyoruz. Sünnetullah’ta hak dâvanın kaderi böyledir.
Çok şükür zalim değil, mazlumuz. Yüzümüzü yere indirecek suçumuz, günahımız yok.
Bu zulümleri yapanlar, büyük duruşma gününde düşecekleri azabı düşünsünler (…)
Vatanımızdan uzaktayız. Belki de oraya dönemeyip burada öleceğiz. Hiç müteessir değiliz. Yüz binden fazla sahabiden Medine ve Mekke`de medfun olanların nispeti onda biri bile değil. Gerisi hicrette kalmış.
Asıl olan ceset değil, ruhtur. Ceset kısa zamanda toprak olacaktır. Ruh ise mekân ve zamanla sınırlı değil. Mezarımızın vatanımızda olmaması sizi de üzmesin.
Dualarınızı, yaptığınız iyilikleri, gönderdiğiniz sevapları Rabbimiz anında ulaştırır (…)
Biz size haklarımızı helal ediyoruz. Sizden de helallik diliyoruz.
Allah Teâla dilerse dünya gözü ile görüşürüz.
Allah’a emanet olunuz.
Babanız Suat Yıldırım ve anneniz Şakire Yıldız.
15 Nisan 2017
EDİRNE’DEKİ ÜÇ ŞEREFELİ KÜÇÜK PENCEREYE AÇILAN YOL ARKADAŞLIĞI
Suat Yıldırım, Edirne İl Müftülüğü görevini ifa ederken, hayatını tümüyle etkileyen bir arkadaşlığın tohumları ekilir. O dönemlerde başlayan, yarım asrı aşkın bir süredir devam eden bir dostluk.
Yirmili yaşlarda Fethullah Gülen Hocaefendi ile tanışmış, belki de onun ilk ev arkadaşı olmuştur. Üç Şerefeli Cami’deki ‘küçük pencere’nin şahididir. Çok yaygın ifade edilmese de, ağabeyler içerisinde Hocaefendi’nin en kadim dostlarından biri ve geçmişten günümüze kader arkadaşıdır.
Fethullah Gülen Hocaefendi, arkadaşı, rehberi ve sadık dostu olur Suat Hoca’nın.
O yılları ve Hocaefendi’yi şöyle anlatıyor dönemin “Müftü Efendi”si Suat Hoca:
“Edirne il müftülüğüne atandım. Kendisi bir oda ile müştemilattan ibaret bir evde kalıyordu. Beraber kalmayı arzu etti. Ama müsait olmadığından, kısa zamanda iki odası olan ve aylık 50 liralık ahşap eski bir evi kiralayarak, ayrı ayrı odalarına yerleştik. Hocaefendi’nin aylığı 200, benimkisiyse 430 liraydı. O, maaşıyla okuttuğu bazı talebelere hediyeler alır ve gönüllerini kazanmaya gayret gösterirdi. Vakitlerim ekseriyetle onun odasında geçerdi. Onun sobası ve kandili hep yanardı.
“Müftü Efendi” diye hitap eder, hassasiyetime dokunmayacak bir şefkatle bana bir ağabey gibi davranırdı. Altı aylık beraberliğimizde, bir kere dahi, onun zahiren aşırı görülebilecek yarenliğe varan tavrını görmedim.
Katiyen suni ve yapmacık değil, dostluğu da hep ölçülüydü. Samimiyeti hep belli bir seviyede tutmasını gayet iyi bilirdi. Diyebilirim ki, bugün müşahede ettiğimiz, dengeli hareket, kendisinde o zaman da aynen vardı.
O zaman dikkatimi çeken, bugün de devam eden bir hususiyeti daha vardı. Katiyen, kimsenin karşısına yatak kıyafeti pijamayla çıkmazdı. Beraber kaldığım 6 aylık sürede, pijamalı hiç görmedim.
Sabah namazlarını mutlaka camide kılardı. Edirne’nin şiddetli soğuklarında, dışarıda abdest almak oldukça zor olurdu. Ben sıcak suyla abdest almaya çalışırdım. Fakat Hocaefendi, gider camide abdest alırdı. Buna imrensem de onun gibi yapamadım. O, soğuğa karşı tahammüllüydü.”