Öncelikle şunu ifade etmek gerekir ki, Allah Resulüne yapılan sözlü, yazılı veya resimli hakaretler, inananlar olarak bizleri derinden yaralamakta, yüreklerimizi burkmakta ve burnumuzun direğini sızlatmaktadır. Lakin, burada bir önemli hususu hatırlatmakta fayda var, bu hakaretler Allah Resulüne cahiliye devrinde fazlasıyla yapılmıştı. Mübarek zatına sihirbaz, meczub iftiraları atılmış, başından aşağı işkembeler dökülmüş, boğulmaya çalışılmıştı.
Günümüzde de Onun nurundan nasibini alamamış, sırrına vakıf olamamış bedbaht ruhlar, benzeri hakaretleri basın ve yayın yoluyla yapmaya devam ediyorlar.
Peki, bir Müslüman bu ve benzeri hakaretler karşısında nasıl bir tavır almalı?
Allah Resulü (sav) bir hadis-i şeriflerinde, bir kötülük gördüğünüzde, onu elinizle, gücünüz yetmiyorsa dilinizle düzeltin, ona da gücünüz yetmiyorsa kalbinizle buğuz edin, buyuruyor. Genelde bu hadis, bazı insanlar tarafından, “güçlü Müslüman kötülüğü eliyle düzeltendir” şeklinde yanlış yorumlanıyor. Halbuki, Hanefi fıkhının önemli eserlerinden Fetava-ı Hindiyye’de bu hadis şöyle yorumlanır; elle düzeltme devletin görevi, dille düzeltme ulemanın görevi, buğuz ise avamın görevidir. Yani, kötülükleri hukuk yoluyla engellemek devletin görevidir. Dil ile engellemek alimlerin, akademisyenlerin, sözü dinlenen insanların nasihatlarıyla olur. Buğuz ise, bunları yapmaya ne gücü, ne de ilmi olan avam tabakası tarafından yapılır. Yani o kötülükten rahatsızlık duyar, engellenmesi için dua eder ve gerekli mercilere şikayetini ulaştırır.
Dolayısıyla, bir Müslüman hukuku çiğneyemez, kanunu kendi eline alamaz, hele hele kesinlikle şiddetle mukabalede bulunamaz. Burada çok önemli bir ilahi prensibi hatırlamak lazım, Kul kullun ya’melu ‘alâ şâkiletihi (Isra, 84), herkes fıtratının gereğini yapar, ona göre davranır. Dolayısıyla, Ebu Cehiller, Ebu Cehil gibi darvanacak, Ebu Bekirler de, Ebu Bekir gibi davrancaklar. Bu prensip tabiatın en temel kurallarından biridir, hayvanlar aleminde bile bu kural geçerlidir. Yıllanlar, çiyanlar zehirlerini akıtmaktan zevk alırlar, ama koyun, deve, tavuk, arı gibi mübarek hayvanlar süt, yumurta ve bal vererek insanlığa ve doğaya hizmet ederler.
Müslümanlar da bu gibi durumlarda fıtratlarının gereğini yapmalı ve nasıl bir tepki vereceklerine Kur’an ve sünnete bakarak karar vermelidirler.
Burada öncelikle şu önemli hususu belirtelim, Allah Resulü hayatında hiç kimseyi öldürmedi, bu konuda siyer kaynaklarına müracaat edebilirsiniz. Hiç bir zaman hakarete, şiddete, şiddetle cevap vermedi. Müslim’de geçen bir hadiste, Hz Aişe (ra) validemiz, “O kendisine yapılan hiçbir kötülüğün intikamını almadı, intikam peşinde olmadı. Sadece hukuku çiğneyenlerle hukukla müdahele etti”, buyuruyor.
Evet, Allah Resulü, sevgili amcası Hamza’yı öldüren Vahşi’ye bile kucak açmış, Mekke fethinden sonra, kendisine en kötü hakaretleri ve işkenceleri yapanları bağışlamış, “bugün ben size Yusuf’un kardeşlerine davrandığı gibi davranacağım” diyerek, onları affetmişti.
Allah Resulü şefkat ve merhametinde insanlar arasında ayrım yapmazdı, dinleri, inaçları ne olursa olsun, onun için insan, insandı. Bir gün, bir cenaze karşısında ayağa kalkmış ve sahabelerden biri, “o bir Yahudinin cenazesi” dediğinde, “o bir insan”, demişti.
Asr-ı saadetten bir başka örnek, Allah Resulü’nün Zeyd ibn Sana isimli bir Yahudiye borcu vardı. Borcun vaadesi henüz dolmamasına rağmen, Zeyd ibn Sana Allah Resulüne gelerek hakaret etmeye başladı. Zeyd, Allah Resulüne, “borcuna bu kadar sadakatsiz bir insan görmedim, derhal paramı ver”, diye bağırıyordu. Bunu gören Ömer (ra) dayanamadı ve adamı tehdit etti. Duruma müdahele eden Allah Resulü, yüzünde beliren tebessümle, “ya Ömer, sen ikimize karşı farklı davrandın. Bana, neden borcunu ödemedin diyeceğin yerde, adamı tehdit edip, korkuttun”, buyurdu. Sonra, Hz Ömere Zeyd’in borcunun ödenmesi için talimat veriyor ve borcun üzerine bir miktar daha ilave etmesini istiyor. Bunun da, adamı korkutmanın tazminatı olduğunu belirtiyordu.
Daha sonra, bir Yahudi alimi olan Zeyd, Ömer’e niçin öyle davrandığını açıklıyor, “ben beklenen son peygamberin vasıflarını kendi kaynaklarımızda görmüştüm. Bunlardan ikisi, cömertliği gadabından önde olacak ve kendisine hakeret edildiğinde, şefkati artacak” diyordu. Hz Muhammed’de bu özellikleri gören Zeyd, onun peygamber olduğuna kanaat getirmişti.
Demek ki, kötü söze karşı şefkatli, merhametli ve yumuşak başlı olmak bir peygamber ahlakı. Peygambere hakaret, onun değerinden bir şey kaybettirmez. Kötü söz sahibinindir, Hak ve halk nazarında, söz sahibinin değerini düşürür.
Tabi, bu konuda bir de Kur’an’ın tavsiyelerine bakmak gerekir. Kur’an’ın hakaret ve kötü söze karşı nasıl bir tavır alınması konusundaki tavsiyelerini 3 başlık altında toplayabiliriz
- Ve cedilhum billeti hiya ahsen – Onlara karşı akıl ve mantıkla mukabelede bulunun. Yani en güzel argümanları kullanarak ikna yolunu seçin.
- İdfa es-seyyiate bil-hasene – Kötülüğe karşı iyilikle mukabale edin. Yani onlar size kötülükle yaklaşıyorsa, siz onların kötülüğünü iyilikle savuşturun.
- fa a’riz anhum – Onlardan yüz çevirin. Yani, eğer iyilik ve mantıkla yola gelmeyeceklerse, onlardan yüz çevirin, diyaloğa girmeyin, teşrik-i mesaide bulunmayın.
Kuran ve sünnetten alınan ders, bize Müslüman ülkelerin genel manada ortaya koyduğu tehdit ve boykot gibi tepkilerin İslam ahlakına uygun olmadığını, daha çok bir acziyet ifade ettiğini gösteriyor. Halbuki, bu tip krizlerin diyalog, saygı kurallarına karşılıklı riayet ve iyilikle çözümlenme ihtimalinin daha yüksek olduğunu Kur’an ve hadislerden anlıyoruz, vesselam…