MAHMUT AKPINAR-TR724.COM
İnsanlık salgından mustarip. Çaresizlik nedeniyle bir milyondan fazla kişi hayatını kaybetti. Ekonomi, turizm, eğitim, kültür… hayatın bütün alanları krizde.
Kışa girilirken vakalar tekrar yükselişe geçti. Bu felaketten çıkış için müjdeli haber Almanya’dan geldi. Türkiye kökenli iki Alman bilim insanı Covid-19 için yüzde 90 oranında etkili aşı geliştirmişti. Haber göğsümü kabarttı ama içimi de acıttı.
Türkiye’de doğmuşlar veya anne babaları Türkiyeli. Ama onlar kendilerini “Alman bilim insanı” olarak tanımlıyorlar. Zira eğitimlerinin tamamını Almanya’dan aldı, Covid-19 aşısını ve diğer bilimsel çalışmaları Almanya’nın sunduğu imkanlarla yaptılar.
Peki bu iki parlak insan Türkiye’de kalsaydı benzer başarı gösterebilir miydi?
Buna “evet” demenin nerdeyse imkânsız olduğunu hepimiz iyi biliyoruz. Zira Türkiye’de başarı cezasız kalmıyor. Bu başarı tesadüf değil. Bu ekip bine yakın araştırmacı çalıştıran bir şirkete sahip. Biyokimya ve ilaç alanında dünyanın önemli firmalarına hizmet veriyor, ortak projeler yürütüyorlar. Türkiye’de olsalardı şirketleri hemen iktidara yakın sırtlanların dikkatini çekerdi. Muhtemelen araştırma merkezlerine çökülmüş olurdu.
Kazara ayakta kalsalardı ve aşıyı bulsalardı yetki sahibi kurumlar, “Başarıya bizi ortak etmezsen önünü tıkarız!” derdi. Üniversitede ise bölüm başkanı, “Projeye benim adımı da eklemezsen araştırmayı sana yaptırmam!” derdi. Engelleri aşıp aşıyı bulsalar bu defa validen bakana, cumhurbaşkanına herkes başkasının emeğine dayalı bu başarıdan otlanmak için yarışırdı.
Nitekim Erdoğan’ın arayıp kendi PR’nı yapmaya çalıştığı duyumunu aldım. Onun ucuz ve ilkesiz siyasi fırsatçılığına imkân tanımadıklarını öğrenince bu iki bilim insanına saygım bir kat daha arttı.
Sistemin tıkamasına, siyasetin istismarına, toplumun ilgisizliğine, emeğin değersizliğine rağmen Türkiye’den bütün engelleri aşıp güzel işler yapanlar çıkıyor. Bu insanlar belki bir süre takdir de görüyor. Ama uzun erimde şartlar, iktidar vb. değişiyor başarılı insanlar mutlaka cezalandırılıyor.
Hakan Şükür gibi sadece futbolunuzla değil, ahlakınızla, örnek yaşamınızla da dünyanın en iyi sporcuları arasına giriyorsunuz. Altın ayakkabı alıyorsunuz. Ama muktedirlerin sizi kullanmasına fırsat vermediğinizde, onlara yalakalık yapmadığınızda “Vatan haini” ilân ediliyorsunuz. Alın terinizle kazandığınız her şeye el konuyor. Canınızı kurtarmak için soluğu yurt dışında alıyorsunuz. Yetinmiyorlar yaşlı babanızı hapse atıyor, ailenizin geride kalanına zulmediyorlar.
Vergi kaçırmanın, çalmanın, kirli ihalelerin yaygın olduğu ülkede İpek ve Boydak gibi temiz, dürüst iseniz yaptıklarınız cezasız kalmıyor. MEB’e okullar açmanız, örnek üniversiteler kurmanız işe yaramıyor. Her şeyin kirli olduğu bir ülkede tüm denetimlerde temiz çıksanız bile, “Dikkati çekecek kadar temiz” denilerek şirketlerinize yine el koyuyorlar. Aile üyelerini hapislere dolduruyor, şirketlerinizi de kayyım adı altında çakallara peşkeş çekiyorlar.
Türkiye’de başarılı olursanız Serkan Gölge örneğinde görüldüğü üzere başkası değil, en yakınlarınız size düşman oluyor. “Köyümüzden, akrabalarımızdan NASA’da çalışan biri var!” diye övüneceklerine “falancı” diye ihbar ediyorlar. Ülkedeki adalet de sizi ABD’den tatile geldiğinizi bile bile “Cebinizde dolar çıktı” diye hapse atıyor, hayatınızdan 3-4 yıl çalınıyor.
Türkiye’de kamu kaynaklarını kullanmadan eğitime yatırımlar yapıyor, dünya çapında başarılar kazanan okullar açıyorsunuz. Uluslararası bilim olimpiyatlarında devletin en kaliteli okulları nal toplarken siz madalyaların tamamına yakınını alıyorsunuz. Ama bir Zorba çıkıyor, “Bana biat etmediler” diye 1,200 okulu bir gecede kapatıyor. Toplum da bu okulların varlıklarını, eşyalarını yağmalamak için yarışıyor.
Türkiye’de “başarı cezalandırılır” kuralını bizzat yaşadım. 2010 yılında Turgut Özal Üniversitesi’nde eğitime 13’ü akademisyen, 25-30 personel, 300 öğrenci ile başlamıştık. Tamamen halkın desteğiyle kurulan bu üniversite 2016 yılında 52 farklı ülkeden 7,000 öğrenciye ulaştı. Tıp fakültesi MIT’nin sentetik biyoloji alanında International Genetically Engineered Machines (iGEM) adıyla 2003’ten bu yana düzenlediği yarışmada farklı yıllarda altın, gümüş ve bronz madalyalar aldı. Fakülteleri ilk binden burslu öğrenciler alıyordu.
Bilimsel çalışma, üretime uygun ortamda olur. Korkunun, adaletsizliğin, kayırmanın olduğu ortamlarda bilim üretilemez. Kendimi hiçbir zaman başarılı bir akademisyen görmedim. Ama hayatımın en verimli yıllarını Turgut Özal üniversitesinde geçirdim. Çalıştığım 5 yıl içinde çoğu akademik 9 kitap, ondan fazla makale yayımlama imkanım oldu.
Ülke demokrasisine, bilimine, çok sesliliğine katkımız olsun diye bir kısım akademisyenle Ankara’da türlü zorluklarla düşünce kuruluşu kurduk. Meccanen çalışarak raporlar yayımladık, toplumsal sorunlara dikkati çekmeye çalıştık. Ama günün sonunda bir kararname ile düşünce kuruluşu kapatıldı. Oluşturduğumuz kütüphanenin akıbetinden haberimiz yok, şahsi eşyalarımızı, yayınların numunesini dahi alamadık.
Kurucu Başkanımız Prof. Dr. İbrahin Cerrah Türkiye’de Fullbright bursuyla iki defa ABD’ye giden belki de tek akademisyendi. Kalemini satmadı diye 5 yıldır hapiste tutuluyor, 12 yıl ceza verdiler.
Bir gecede 7,000 bilim adamının işinden atılıp hapislere doldurulduğu, 16 üniversitenin bir kararnameyle kapatıldığı, kitapların yasaklanmakla kalmayıp imha edildiği, üniversitelerin nepotizm üssü olduğu bir ülkede nasıl bilim üretebilirsiniz? Hangi bilim insanı bu cehennemde kalmak ister? Kalsa ne yapabilir?
Türkiye’de başarı arayan bir zihniyet, başarıyı ödüllendiren bir toplum yok! Sanırım hiçbir dönemde de olmadı. İnsanlar çalışmadan, üretmeden “başarılı” olmak istiyor. Kontrol edemediği başarıdan rahatsız oluyor. Kendisine başarıdan pay düşmüyorsa onu imha etmekten çekinmiyor. O başarının uzun vadede ülkeye, topluma, ekonomiye, bilime neler kazandıracağı ile kimse ilgilenmiyor.
Okul, üniversite kapatmakla, kitapları yakmakla ve yasaklamakla övünen siyasetçilerden ve buna duyarsız toplumdan ne beklenebilir? Marifet iltifata tabidir. Marifetli insanlar, üretken insanlar, bilim adamları, sanayiciler ürettiğinin cezalandırıldığı bir ortamda durmazlar.
Genetik olarak Türk toplumunun başarıyla bir problemi yok. İnsanımız uygun ortamı bulduğunda çok da başarılı olabiliyor. Ama maalesef Türkiye’de başarının gelişeceği bir zemin, başarılı insanların yaşayabileceği bir atmosfer yok! Bu nedenle sürekli beyin ve sermaye göçü veriyor!
Uğur Şahin ve Özlem Türeci iyi ki Almanya’da yetişmişler. En azından bizden birileri bir şeyler yaptı diye sevinebiliyoruz.