İktidarın birkaç hafta önce adeta ulusal bir kampanya gibi başlattığı yargı reformu söylentisi, saman alevi gibi bir anda harlayıp söndü.
Peki bu çıkıştaki amaçları neydi? Gerçekten böyle bir reforma gitme niyetleri var mıydı? Kanaatim o ki vardı, çünkü artık ipleri tamamen ‘rotayı çizenlere’ kaptırmış durumdalar. Yargı reformu çıkışı, zannımca, boğulma tehlikesi yaşayan birinin can simidi arayışından başka bir şey değildi. Erdoğan, yargı reformuyla belki Avrupa ve ABD’yi tekrar tarafıma alabilirim ve kendimi iktidar koltuğuna perçinleyebilirim düşüncesine kapılmış olabilir. Fakat, hem yurttaşlarını, hem de Türkiye’nin müttefiklerini o kadar çok yanılttı ki, artık yatsı vakti geldi ve yalancının mumu söndü.
Erdoğan kendisi için artık bir çıkış kapısı olmadığını biliyor ve 17-25 sonrası sarıldığı yılandan kurtulmanın da mümkün olmadığını biliyor. Zaten bu yüzden Vatan Partisi gibi siyasi gücü olmayan fakat devletin kilit noktalarında uzantıları olan bir güruha boyun eymiş durumda. Diğer taraftan özellikle emniyet teşkilatlarında ve yargıda kadrolaşmış olan Bahçeli çetesine de istediğini vermek zorunda.
Bununla beraber, ittifak kurduğu bu grupların ellerinde çatal bıçakla kendisini yiyip bitirmek için iştahla beklediklerini de biliyor. Erdoğan’ın tek umudu yeni bir milli düşman icad etmek ve kaos ortmanını sürdürerek saltanını devam ettirmek. Bunu yapmaya mecbur çünkü başka çaresi kalmadı. Ülke her yönden bir uçurumun eşiğine getirilmiş durumda.
Ekonomi batmış, merkez bankası rezervleri ekside…
Sağlık sistemi can çekişiyor, doktorlar ülkeden kaçış yollarını arıyor…
Eğitim bitmiş, kutuplaşmış, yandaş veya muhalif, kin dolu bir nesil yetişiyor…
Adalet hak ile yeksan olmuş, hiç kimsenin adalete, polise, savcıya, yargıça güveni kalmamış…
İnsanlar artık yokluktan kendileri yakıyor, asıyor ve intihar ediyor…
Neredeyse her aile bir bireyini Covid-19’a kurban etmiş durumda…
Bu gidişatın Erdoğan iktidarına son vereceği kesin. Bu nedenle, yeni bir ‘milli düşman’ icad etmeye ihtiyacı var. Fakat o da bitti…
Suriye, Libya ve Azerbaycan maceraları istediği sonuçları vermedi. Daha da kötüsü, yalan ve iftiralarla bitirdiği ordunun yeni bir maceraya girecek gücü de kalmadı.
İşte bu nedenle Erdoğan, Hizmet Hareketine karşı zulümlerini artırdı. Cemaate karşı oluşturduğu nefreti tekrar tekrar alevlendirmek için insanları iğrenç yöntemlerle tahrik etmeye çalışıyor.
Evet, son günlerde artan zulüm ve edepsizliklerin arkasında yatan sebeb bu. Otuz kız çocuğuna karakolda yapılan edepsiz muamele, İbrahim Keskin isimli savcı bozuntusunun hamile bir kadına yaptığı taciz, Silivri’de harbiyeli Muhammet Ali Taş’ın beş gardiyan tarafından bayılıncaya kadar dövülmesi ve diğer hukuksuzluklar tamamen tahrik amaçlı.
Erdoğanın beklediği sadece bir kıvılcım… Bir kişinin kanunların dışına çıkarak eylem yapmasını umud ediyor ve eminim ki “bu insanlar nasıl bu kadar sabırlı olabilir, niçin bir kişi çıkıp yeter artık deyip eline bir silah alarak kanunsuz bir şey yapmıyor” diyerek çıldırıyordur.
Evet, Hizmet Hareketi’nin bir şiddet eyleminde bulunabileceğine dünyayı inandıramadı ve inandıramaz. Çünkü dünya devletleri, milyonlarca sevdalısı bulunan, kendilerini barışa, kardeşliğe, insanlığa, eğitime ve diyaloğa adamış bir hakareketin terör örgütü olabileceğine inanacak kadar ahmak değiller. Zaten Erdoğanın elinde iddiasını ispatlayacak tek delil yok.
Bu nedenle tek amacı iğrenç tahrik yöntemleriyle, bir kişi olsun zivanadan çıkıp bir şiddet eyleminde bulunsun istiyor. Bulunsun ki, dünyaya bunlar şiddet yanlısını diyebilsin.
Fakat, bilmiyorki bu şeytani planı da Allah’ın izniyle boşa çıkacak ve işe yaramayacak. Hizmet insanı Erdoğan ve ittifak halinde olduğu çetelere karşı mücadelesini demokratik ve hukuki yöntemlerle devam ettirecek.
Peki, bu kadar zulüm ve işkenceye karşı cemaat mensupları nasıl oluyorda sabredebiliyor ve şiddete başvurmuyor, diye merak ediyorsa, kendisine Mekke devrinden örnek verelim.
Allah resulü sahabe-i kiram efendilerimize her zaman itidalli davranmayı, kontrolü kaybetmemeyi, şiddete başvurmamayı öğretmişti. Evet, o yiğit insanlar, hatta aralarında Hz Ömer ve Hz Hamza gibi cengaverlerin olmasına rağmen yapılan tüm hakaretlere ve işkencelere sabır göstermiş, itidali elden bırakmamışlardır.
Mekke döneminde yapılan kötülüklere karşı şiddet içeren sadece bir tepki vakası vardır. Bu hadise Saad b. Ebi Vakkas’ın başından geçen bir hadisedir. Bir gün Müslümanlar namaz kılarken başlarına toplanan müşrikler onlarla alay ederek, tahrik etmeye çalışlırlar. Bu sırada oraya gelen Saad, sözlü yapılan hakaretlerin, fiziki tacize dönüştüğünü görünce, eline geçirdiği bir deve kemiğini adamlardan birinin kafasına indirir. Hadiseyi duyan Allah Resulü, Saad b. Ebi Vakkas’ı azarlayarak, böyle bir tepki vermeden bana sordun mu, buyurur ve böyle bir tepkinin Müslümanlara zararı olacağını düşünmedin mi, gibi bir şeyler söyler. Evet, 13 yıllık Mekke döneminde kendilerine yapılan korkunç işkence, aşağılama, hakaret ve boykotlara rağmen sahabe, yukarıda bahsi geçen hadise dışında hiç bir zaman şiddete başvurmamıştır. Dolayısıyla, sahabenin ayak izlerinden yürüyen bu cemaat de hiçbir zaman şiddete başvurmayacaktır.
Hizmet hareketi bugün kendi Mekke dönemini yaşamaktadır ve sahabe ahlakıyla ahlaklanıp, meselelerini itidalle, tahriklere kapılmadan çözecektir, hukuki haklarını hukuki yöntemlerle arayacak, yapılan zulümleri dünyaya duyuracak ve zalimlerin oyununa gelmeyecektir.
Allah’ın izniyle bu artık iktidarın son çırpınışları, kendilerini bekleyen akibetin farkındalar. Zaten bu yüzden zulümlerini arttırmaktalar. Allah zalime mühlet verir ve dünyadan nasibini fazlasıyla almasına izin verir, çünkü onun ahireti yoktur, kaybedenlerden olacaktır.
Rabbim zulüm ve işkence altında olan kardeşlerimizin imdadına tez zamanda yetişsin, çünkü bu süreçte yapılan zulümleri Ebu Cehiller bile yapmamıştı.
Yazıma Necip Fazıl’ın sözleriyle son vereyim:
Gelenler geçti seni, uçtu pabucun dama,
Çatla Sodom, Gomore, patla Bizans ve Roma..!