SADULLAH ASLAN (EMEKLİ EMNİYET MÜDÜRÜ)
Advocates of Silenced Turkey (AST) kurumu, geçtiğimiz günlerde Türkiye’de adı işkenceye karışmış kamu görevlilerinden bazılarının isimlerini yayınladı. AST, yayınladıkları listenin mağdur/müşteki ve tanık ifadelerine dayandığını, diğer bir tabirle, mahkeme kayıtlarına geçmiş isimlerden oluştuğunu ve bu tür çalışmaların ilki olduğunu da duyurdu.
Yayınlanan raporda şimdilik 50 civarında işkencecinin ismi geçiyor. AST de bu çalışmanın devamının geleceğini ifade etmiş. Bu rakamın çok üstünde işkenceci olduğunu herkes biliyor. Ancak, henüz devam eden hukuksuzluk sürecinin etkisiyle ve bu tür suçları kovuşturacak bağımsız bir mekanizma bulunmaması nedeniyle, işkence mağduru çok sayıda insan şimdilik suskun duruyor. Çünkü işkence suçlarında zaman aşımı olmadığını biliyorlar.
Türkiye’de özellikle 15 Temmuz 2016 ve sonrasında işlenen işkence ve kötü muamele fiillerinin arşivini tutan, tespit ettikleri isimlerin evrensel yargı çerçevesinde yargı konusu yapılması için faaliyet gösteren yerli ve yabancı dernekler, sivil toplum örgütleri ve internet siteleri bulunuyor. AİHM’e, Birleşmiş Milletler’in ilgili organlarına (İşkenceyle Mücadele Komitesi, İşkence ve Kötü Muamele Raportörü vs.), Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi’ne yapılmış müracaatlar var. AB’nin ilgili kurumları ve dünya çapında meşhur birçok insan hakları kuruluşu (Human Rights Watch, Amnesty International, Stockholm Center for Freedom, Freedom House, Advocates for Human Rights, Human Rights Without Frontiers International vs) Türkiye’deki işkence ve kötü muameleye dair çok sayıda rapor yayınlamış bulunuyor.
Nezarethane ve cezaevlerinde vuku bulan 101 şüpheli ölüm olayı, zorla kaçırılan ve daha sonra emniyet birimlerinde ortaya çıkarılan ya da zorla kaybedilip halen kendilerinden haber alınamayan kişilerle ilgili bilgiler internet ortamında bulunuyor. Bunlardan bir kısmının uluslararası kuruluşlara yaptıkları müracaat dosyalarında, olayların tüm detayları yer alıyor ve güvenlik kamerası kayıtları bulunuyor. Buna rağmen yetkililerin sessiz kalması dikkatlerden kaçmıyor ve bu tür hukuksuzlukların devlet yetkilileri tarafından örtbas edildiğini, hatta teşvik edildiğini kanıtlıyor. Kısaca, yakın dönemde yaygın ve aleni olarak irtikap edilen işkence suçlarının ve bu suçların faillerinin, er ya da geç yerel ve uluslararası alanda gündemde olacağı ve haklarında delil bulmakta hiç zorluk çekilmeyeceği anlaşılıyor.
İşkence suçu, kamu görevlilerince işlenebilen ve kapsamı çok geniş olan bir suç. Bu suç genellikle polisler, askerler ve istihbarat görevlilerince irtikap edilse de, ceza infaz kurumu görevlileri, işkenceyi kayda/raporlara geçirmeyen doktorlar, insan hakları ihlalleri bağlamında anayasa ve kanunlara aykırı olarak işlem tesis eden savcı ve hakimler ile diğer bir kısım kamu görevlileri tarafından da işlenebiliyor ve çoğu zaman, âmir/yönetici mevkiindeki kamu görevlilerinin zımni muvafakatıyla gerçekleştiriliyor. Mevzuat bu durumda, yönetici pozisyonunda olanların ihmalî davranışla işkence suçunu işlemiş kabul edileceğini ve bu nedenle cezalarında indirim yapılmaksızın sorumlu tutulacaklarını söylüyor (TCK 94/5).
Suç sicili ülke sınırlarını aşmış ve hukuka dönmesi mümkün olmayan bir iktidarın, kanunsuz ve konusu suç teşkil eden emirlerini yerine getirmek, eninde sonunda hukukla yüzleşmeyi kaçınılmaz kılacaktır. Mevcut iktidarın değişen konjonktüre uygun olarak, kendini koruyabilmek ve savunabilmek için kullandıklarını yüzüstü bırakarak suçlaması, âmiyane tabirle satması, hukuksuzluk ve suç aparatı olarak kullanılanların ciddi şekilde düşünmelerini gerektiren bir konudur.
Satılanlar/harcananlar listesine kısaca bakmak bile, satış sırasının polislere ve yeri ve zamanı geldiğinde tüm sektörlerin hukuksuz işlem tesis edenlerine de yansıyacağını görmek için yeterlidir. Abdullah Gül, Ahmet Davutoğlu, Melih Gökçek, Kadir Topbaş, Ali Babacan, Mavi Marmara aktivistleri, Güneydoğu’da hendekler kazılırken görevde olan valiler, danışmanlar, belediye başkanları, metin yazarları, üst düzey bürokratlar, Berat Albayrak ve Bülent Arınç bunlardan bazıları. Ve en son, Osman Kavala dosyasında adı geçen hakim ve savcılar…
Dolayısıyla, tüm işkencecilere, özellikle polislere bir daha hatırlatmak gerekir ki…
İşkence bir insanlık suçudur. İşkence sonucunda ölüm meydana gelirse, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur (TCK. 94/4). İşkence suçlarında zaman aşımı yoktur (TCK 94/6). İşkence suçu nedeniyle hükmedilen hapis cezaları adli para cezasına çevrilemez. Hükmedilen hapis cezaları hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilemez. Bu suç nedeniyle hükmedilen hapis cezası hakkında erteleme hükümleri uygulanamaz. İşkence suçu uzlaşma kapsamı dışındadır. İşkence suçu, şikayete tabi suçlar arasında yer almaz. Şikayetten vazgeçme ceza davasının düşmesi sonucunu doğurmaz. İşkence suçu hakkında yargılama yapma görevi, ağır ceza mahkemelerinindir. İşkence sadece milli mevzuata göre değil, uluslararası hukuka göre de çok ağır bir suçtur. İşkenceciler kaçıp başka ülkelere gitseler bile, omuzlarındaki bu yükten dolayı başları beladan kurtulmayacaktır.
Şaibeli darbe girişimi sonrası çıkarılan KHK’lara ya da diğer düzenlemelere istinaden, irtikap ettikleri suçlardan sorumlu tutulmayacakları garanti edilen kamu görevlilerinin (ve hatta sivillerin), bu absürt düzenlemelerin hiç değişmeden kalacağını ve ilanihaye cezadan muaf tutulacaklarını zannetmeleri büyük bir yanılgıdır. Yapılan her hukuksuzluğun kaydedildiğini ve mutlak surette yargı konusu yapılacağını bilmeleri gerekir.
Süreç henüz bitmemişken ve iktidar hâlâ işbaşında ve göreceli güçlü iken yapılan satışlara bakılınca, sıranın polislere de gelmesi ihtimal dahilindedir. Ama iktidar kaybedilip, iktidar yıllarının tonlarca hukuksuzluğu, özellikle de işkence suçlarının sorumluluğu önlerine konulduğu zaman polislerin büyük çaplı bir satışa uğrayacakları kesindir.