Hanefi Avcı son 30 yılın en çok konuşulan, tartışılan bürokratlarından biri. Emniyet İstihbarat Dairesini, teknik altyapı ve donanım olarak diğer istihbarat birimleriyle yarışır hale gelmesini sağlayan kişi.
Bu kimliği ile hem polis hem de diğer kurumlar içinde fazlasıyla popülerdi. Kamuoyu ile tanışması ise Susurluk Kazasıyla ortaya çıkan devlet içindeki illegal örgütlenmenin deşifresi sürecinde oldu. İsim vererek dönemin güçlü ismi İçişleri Bakanı Mehmet Ağar’ı suçladı. Daha doğrusu onun hakkındaki suçlamaları destekleyecek ayrıntılar verdi. Kısa sürede Abdullah Çatlı’nın gerçek kimliğinin servis edilmesinden hareketle devlet içinde birilerinin kazayı fırsata dönüştürdüğünü söyleyebiliriz. Avcı, 28 Şubat’ta Batı Çalışma Grubu belgelerini elde edip Bülent Orakoğlu aracılığıyla işleme koydurduğu için açığa alındı, cezaevine girdi. Bu, ona muhafazakar camiayla birlikte liberal demokrat cenahta da büyük kredi sağladı.
O günlerden sonra hakkındaki fotoğraf netleşmedi, aksine flulaştı. ‘Sürüye dadanan kurdu hedef alan avcı’ imajı yara aldı; kuzu postunda kurt olduğu bile iddia edildi. Peki bunlardan hangisi gerçek; kuzu mu kurt mu yoksa avcı mı?
Onun ‘derin devleti deşifre eden avcı’ olduğunu savunanların elinde iki güçlü argüman var: Susurluk Skandalı sonrasında televizyonlarda anlattıkları ve JİTEM davasındaki tanıklığı. Mehmet Ağar’ın etrafında kümelenen illegal bir yapı olduğunu, bunların terörle kural dışı savaş için bir araya geldiğini ama zamanla bir organize suç örgütüne dönüştüğünü anlatmıştı. Avcı, Susurluk Komisyonunda ve 2011’de Diyarbakır 6´ncı Ağır Ceza Mahkemesi’inde görülen albay Cemal Temizöz davasında JİTEM’e dair tanıklıkta bulunmuştu. Vedat Aydın Cinayeti, bir avukatın bürosunun bombalanması ve bir gazete binasının yakılması olaylarını JİTEM’in yaptığını belirtmişti.
‘Kurtla beraber yer çobanla ağlar’ deyimi Hanefi Avcı için sıklıkla ama en çok da bu konuda kullanılır. Pek çok faili meçhul olayın suçlusu olarak anlattığı ‘itirafçılar’ı kullanma fikrinin babası ve en güçlü uygulayıcısı aslında kendisidir. AKP’li Şamil Tayyar başta olmak üzere bir çok kişi onu cinayetin şüphelileri arasında sayar. İtirafçı Abdülkadir Aygan kanunsuz eylemlerde kullanılan ‘itirafçı’ gruplarının asıl patronu olarak Avcı’yı zikreder. Aynı dönemde Diyarbakır’da görev yapan JİTEM’in önemli yöneticilerinden Ahmet Cem Ersever’le hem benzer yönleri vardır hem de çok yakındırlar. O kadar ki emekli Binbaşı Ersever illegal olayları deşifre etmeye giriştiğinde güvendiği az sayıda kişiden biridir. Ankara’ya ifade vermeye giderken yakınlarına ‘başına bir iş gelirse hemen Hanefi Müdürü haberdar etmelerini’ tembih eder. Gerçekten de ortadan kaybolduğunda dediği yapılır ama bir sonuç çıkmaz. Avcı onu kurtaramaz belki de kurtarmaz. Ersever geride kalanlara korku salacak biçimde infaz edildikten sonra aynı zamanda iyi bir günah keçisine dönüşmüştür. Avcı’nın da işine yarar bu anlamda.
Temizöz Davası’nda “Diyarbakır´da görev yaptığım dönemde itirafçıların sosyal sorunları ile ilgileniyordum” sözleriyle kendini savunmuştu. Oysa Avcı, bu konuda ellerini yıkayıp çıkabilecek biri değil. Cinayetlere karışanların dışında da tanıklıklar söz konusu. Örnegin Sedat Peker, İstanbul’a onun selamıyla gelen bir grup itirafçıya sahip çıktığını ama onların işadamlarına çökmeye başladığını öğrendiğinde elini çektiğini öne sürüyor. Peker’in iddiaları arasında şikayete giden işadamlarını Avcı’nın daha fazla korkuttuğu ve para vermelerini önerdiği de var. Normalde bir kanun adamının yapacağı şey bu olmasa gerek.
Peker ve başka tanıklar İstanbul’a tayin olduktan sonra da itirafçıları kullanmaya devam ettiğini savunuyor. Dev-Sol içinde Bedri Yağan Grubu’nun bitirildiği operasyonlarda girdikleri evde canlı bırakmayanların polisler değil, onlarla giden itirafçılar olduğu iddiası cevap bekliyor. Operasyonlardan ‘esrarengiz’ biçimde kurtulan Dursun Karataş böylece örgütün tek hakimi haline gelmişti.
İstihbaratçıları yalnızca Bond filmlerinden bilenler onu dinleyince karşılarındakini manifaturacılar çarşısından bir esnaf zannedebiliyor. ‘Gardaşım’ diye konuşan, karizmatik olmaya çabalamayan tam aksine ‘taşralı’ görüntüsünü örtü gibi kullanan bir profesyonel o. Milliyetçi- muhafazakar altyapının doğal sonucu olarak fazlasıyla devletçi.
Susurluk Skandalı sonrasında giydiği ‘demokrat polis’ urbasının dikişleri bir çok yerinden patlıyor. Mesela ‘işkenceci’ kimliğine dair çok kuvvetli deliller ve tanıklıklar bulunuyor. O ise yalnızca Mersin’de yıllarına yönelik yarım ağız bir itirafla iddiaları geçiştiriyor. Hiç bir şekilde yüzleşme ve özür dilemeye gitmiyor. İşkence insanlığı karşı suç kapsamında ve zaman aşımı işlemiyor. Bunu en iyi bilenlerden biri ve bu yüzden genel ifadelerle yetiniyor. Şunları söylüyor: “O günlerde şiddet kullanarak, insanlara zarar vererek yanlış yaptık. Yanlışlık tek taraflı değil, bu ülkede 5-6 bin insan öldürüldü kör bir şiddetle öldürüldüler.”
5-6 bin insanın öldüğü çatışma ortamına dikkat çekerek işkenceyi normalleştiriyor demek haksızlık olur mu; bilmiyorum. Ancak Avcı’nın ‘güvenlik güçlerinin yaygın biçimde kullandı’ dediğinden farklı bir durumu var. Ali Uygur isimli genci işkenceyle öldürüp kimsesiz mezarlığına gömdüğü ileri sürülüyor. Ali Uygur, 3 arkadaşı ile beraber 1 Temmuz 1980’de gözaltına alındı. Ve 50 gün sonra cesedi kimsesizler mezarlığında gömülü halde bulundu. O dönemde işkence mağduru sağ ve sol görüşlü insanlar cinayeti Avcı’nın işlediğini iddia ediyor. Mersin 78’liler Vakfı Onursal Başkanı Ethem Dinçer ve Mersin Ülkü Ocakları Başkanı Habib Küçük medyaya yansıyan tanıklar.
Şaban Dayanan ise onu sesinden tanıyıp ifşa eden bir kurban “Bu o dedim. Hanefi Avcı. O kadar beynime işlemiş ki o ses… Unutmuyorum yani.” Gazeteci Ahmet Şık onların yüzleştirmek için biraraya getirdiğinde Dayanan bir şok daha yaşar, çünkü özür beklerken “Bunlar devlet politikasıydı ama şimdi değişti, üzgünüm” cevabıyla karşılaşır.
Asıl çarpıcı iddia ise etrafı polislerle çevriliyken öldürülen ve faili meçhul listesine yazılmaya çalışılan Tahir Elçi’ye ait. Diyarbakır Barosu’nun merhum başkanı Elçi, hukuk fakültesi ikinci sınıf öğrencisiyken gözaltına alındığını ve Avcı tarafından işkence yapıldığını söylüyor. Avukatı ve dostu Neşet Girasun, suçlamanın ilk elden tanığı ama Elçi’nin, savunduğu mağdurları gölgede bırakma endişesiyle kendi olayını mahkemeye taşımadığını belirtiyor.
Demokrat Yargı Başkanı Orhan Gazi Ertekin de Elçi’nin anlattıklarına şahitlik ediyor. Ertekin, Agos Gazetesindeki yazısında şunları yazmıştı: “Hanefi Avcı tarafından sorgulanmıştı. Avcı’nın “Simon bir günde konuştu. Sen hâlâ konuşmuyorsun!” diyerek nasıl öfkelendiğini anlatmıştı; biraz hüzün, biraz gururla. Avcı’nın işkencede kullanmadığı yöntem kalmamış, ama Tahir’in direnci kırılamamıştı.”
Mehmet Ağar’la Hanefi Avcı birbirinin hasmı gibi konumlanmış durumda. Bana göre ise aynı paranın yazı ve turası gibi görünüyorlar. İkisi de legal devletin rutin dışına taşmış ayakları. Fark, kişilik ve üsluptan kaynaklanıyor. Ağar olmak, Avcı ise yönetmek ister. Ağar, Susurluk’ta kamyona çarpmasaydı cumhurbaşkanı olarak legal ve illegal devleti şahsında birleştiren olağanüstü bir terkip kuracaktı. Avcı’nın ise hiç böyle arzuları olmadı; perdenin arkasındaki kuklacı olmayı hedefine koydu. Karizmadan yoksun kişiliğine uygun ve daha güvenli bir seçenekti. O da hayatının hatasına Emine Erdoğan’ı dinleterek imza attı ve planları altüst oldu. Kitabında olayı anlatırken, Emine Hanım’ın tesadüfi dinlemeye takıldığını ve kendisinin bundan haberi olmadığını ileri sürüyor. Avcı’nın savunması işin doğasına da onun çalışma biçimine de aykırı. Eşi dinlemeye tesadüfen bile takılsa panik halinde en üst amire haber verilir ve başkasından öğrenmeden Başbakan bilgilendirilir. Ayrıca Avcı her operasyonun en ince ayrıntısına kadar öğrenmeye çalışan bir amirdi. Ona koleksiyoncu denmesinin sebebi de buydu. Muhakkak her belge ve bilgiyi kendi arşivine de alırdı. Eskişehir’de makamındaki aramada çıkan dinleme kasetleri bu yüzden oradaydı. Daha sonra farklı şeyler söylese de görevden alınışının gerekçesini şu cümlelerle itiraf ediyordu: “Aslında alınmamı isteyen birçok kişi ve çevrenin olduğunu ancak Başbakan ile çok yakınım zannıyla kimsenin buna teşebbüs edemediğini, görevden alınmamı Başbakan isteyince diğer kişilerin katkı sunduğunu anladım.”
Emine Erdoğan’ın dinlemeye takılmasında sorun yapılacak bir mevzu yoksa ve bir defaya mahsussa bu ceza çok ağır. Öyle olmadığını tahmin etmek zor değil. Avcı 17-25 Aralık operasyonlarını ‘bir aldatmaca’ olarak niteleyip Erdoğan’ın darbe tezlerine destek verse de benzer bir yolsuzluk soruşturmasına imza atmıştı. Enerji Bakanlığındaki yolsuzluk iddialarıyla başlatılan operasyonun AKP’lilere özellikle de bir bakanın oğluna uzanma ihtimali yüksekti. Ve görevden alınmasının bir sebebi de buydu.
‘Kuzu postunda kurt’ suçlaması yöneltenlerin en güçlü argümanı Ergenekon ve darbe davaları sırasındaki aklayıcı tutumu. Hanefi Avcı, soruşturulan cinayetlerin bir grup başıbozuk gencin doğaçlama eylemi olduğunu ispatlamaya çalışırken; “Odayı yeterince ısıtırsanız insanlar gömleğini çıkarır. Türkiye’de öyle bir ortam yaratıldı ki, eylem yapacak hale geldi birtakım insanlar. Ama şimdi deniliyor ki örgüt ile ilişkili. Burada zorlanan ne? Her olay örgüt değildir.” diye konuşmuştu. O halde şunu soralım: Odayı kim ısıttı? Hayatında yolu camiyle kesişmemiş insanlar bir anda ülkenin misyonerler tarafından işgal edildiği propagandasına girişmişti. Ve kara propogandanın öncülüğünü Genelkurmay’da kurulan internet siteleri üstlenmişti. İnternet Andıcı davasının sanıkları bile buna itiraz edemiyordu.
Avcı’ya ‘örtücü’ diyenler, Susurluk Skandalı ve JİTEM Davasındaki tavrını tamamen ‘karşı ateş’ yakarak yangını kontrol altında tutma girişimi şeklinde okuyor. Söz konusu çıkışların, deşifre olmuş unsurları feda etme kurnazlığından başka anlamı yok. ‘Demokrasi aşığı polis’ imajını yerle bir eden yeni fotografın izahı bu! Şu cümlelere bakar mısınız: ”Danıştay’a silahlı saldırı, Dink’in öldürülmesi, Malatya’daki Zirve Yayınevi katliamı gibi olayların görünen bugünkü faillerinden başka Ergenekon veya benzeri gruplar tarafından yapılmış olacağına mevcut deliller ve olayların oluş biçimine bakarak kimse beni ve makul birini ikna edemez. Bu iddialar zorlamadır. Ergenekon örgütünün varlığı konusunda yazılı belge, doküman, örgütsel faaliyet sayılabilecek bazı ilişkiler varsa da eylemleri konusunda hiçbir ciddi emare yoktur.”
Ergenekon var ama eylemi yok. Avcı özetle bunu söylüyor. Karşımıza çıkan çok kimlikli emniyetçi profili, bir çoğul kişilik vakası değil, misyon adamı olduğunu düşünüyorum. Ağar gibi o da zaaflarının kurbanı olarak hedefine ulaşamamış bir ok halinde kaldı. Ağar siyasi yatırımları ve iddialı duruşu sebebiyle devlette en azından gölgesiyle var. Avcı ise emekliler kahvesinde akranları Emin Arslan ve Sabri Uzun gibilerle proje kovalıyor. ‘Biz de hâlâ iş var’ demeye çalışıyorlar. Diğerlerinin pek şansı yok, Hanefi Avcı’nın kullanım süresi ise henüz dolmadı. Üçüncü sınıf gazinolara düşmüş eski assolist kontenjanından sahneye çıkıyor.