Konuş be adam… Avazım çıktığı kadar bağırasım geliyor artık ve zannediyorum yalnız da değilim. Hangi konu açılsa aynı repliği duymaktan bıktık: Konuşursam…
Haksızlık etmeyelim kimi zaman bu ezberi tekrar etmiyor ama çuvaldaki mızrağın uçunu gösterip bırakıyor ki bu da aynı kapıya çıkıyor.
Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu’nun en saç baş yolduran cümlesi ise şu: “Konuşursam AK Parti dağılır.” Yahu muhalefet zaten iktidar partisini yenmek, bir anlamda dağıtmak değil mi? Bu kadar yediği dayaktan sonra muvazaalı muhalefet olacağına ihtimal vermiyorum ancak genlerimize işlemiş ‘döver de sever de’ anlayışının sadece ebeveyn ya da kocayla sınırlı olmadığını gösteren çok örnek var.
Erdoğan’ın eski yol arkadaşı, son zamanlarda sıkça Erdoğan’ın vesayet altında olduğunu, 28 Şubat bileşenleri tarafından kuşatıldığını söylüyordu. Şimdi bir adım daha ileri giderek “Sayın Erdoğan’ı ve AK Parti’de hâlâ kaldığına inandığım kitleleri uyarıyorum. Sayın Erdoğan tasfiye edilecek ve muhafazakarların bundan sonra başı dik biçimde dolaşamayacakları biçimde otoriter rejim kurulacak. Gelecek Partisi bunun için engellenmeye çalışılıyor” dedi.
Bu açıklama iki yönden sakat.
Birincisi sanki bir dikta rejimi yokmuş algısı oluşturuyor. Sadece Şehir Üniversitesi’nin kapatılma süreci bile tek başı dikta rejiminin varlığını ispat edebilir. İkinci ve en önemli hata ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın değirmenine su taşıması. Her meşru muhalefet girişimini ya da kurumların yetki kullanma ihtimalini ‘darbe’ çuvalına doldurup etkisiz hale getiren biri AKP Lideri. Anayasa Mahkemesi’nin ışıklarından bile post çıkardılar yakın zamanda. Dikta rejimini meşrulaştırmak ve tabanını kemikleştirmek için ‘darbe geliyor’ söylemini ağzına sakız etti. Tıpkı laikçilerin ‘Şeriat geliyor’ öcüsüyle kurdukları düzeni sürdürdükleri gibi. 28 Şubat özne değil sonuçtur; derin devlet, Gladyo, Ergenekon gibi özneleri gizleyip sonucu dillendirmek de tuhaf değil mi?
Davutoğlu’nun ‘tasfiye geliyor’ uyarısı hangi sonucu doğurur? Hiç kuşkusuz Erdoğan etrafında kenetlenmeyi… ’28 Şubat’ hipnozdan uyanma ihtimali olanları tekrar derin uykuya sürükleyecek kilit kelime. Şuuraltındaki korkuyu tetiklemek dışında, kazanımları korumak güdüsü de tabanı kemikleştirir. Kitleleri yöneten tarikat, şirket ve örgütler nemayı kaybetmemek için Erdoğan’a sımsıkı yapışır. Tam bir ölümü gösterip hastalığa razı etme vakası…
Ayrıca Erdoğan’ı kuşatan ve her istediğini yaptıran vasiler, niye ipini çekip çöpe göndersin ki? Kestaneyi közden almaya kullandıkları maşayı neden bıraksınlar ki?
Davutoğlu’nun durmadan reklam yayınlayıp ürünü teslim etmeyen vurguncu olarak algılanmasına yol açan şey hep yarım ağız konuşması. 17-25 Aralık yolsuzlukları konuşuluyor; açıklama şu: “İddialar çok ciddiydi, Yüce Divan’a gidilmeliydi. Partimi hatta suçlananları bile ikna ettim, Erdoğan engelledi. Ama bu bir darbeydi!”
Devleti soyan ihale çarkı soruluyor cevap şöyle: “Bütün ihaleleri kontrol altına alacak düzenlemeler yapacaktık. Çünkü ihalelerde neler döndüğünü gördüm. Fakat sonrasında bir parti içi darbeye maruz kaldım.”
Terör belasından söz açılıyor, yaklaşım yine aynı: “Terörle mücadele konusunda defterler açılırsa birçok insan, insan yüzüne çıkamaz. İleride bir gün Türkiye Cumhuriyeti tarihi yazıldığı zaman en kritik dönemlerden biri 7 Haziran-1 Kasım arasındaki dönem olacaktır.”
Süleyman Demirel’in 12 Eylül Cuntası Şefi Kenan Evren’e sorduğu gibi soralım: Bütün bunlar yaşanırken sen Antalya’da tapu kadastro müdürü müydün? Hadi o zaman Erdoğan’ın ulufesi olarak oturduğun Başbakanlık koltuğunu kaybetmekten korkuyordun. Bari şimdi açık konuş ki toplum samimiyetine inansın, arkandan gelsin. Ağzındaki baklaları çıkar, konuş be adam!