Bir gün arayla iki Fatma öğretmen Fatma Görmez (solda) ve Fatma Hanife Çetinkaya) zalimin zulmü sonucu bir gün arayla hakka yürüdüler.
HAFTANIN YORUMU
Konya denince akla ilk gelen Hz. Mevlana olur.
Mevlana hatırlanınca; hoşgörü, insanlık, barış ve huzur ifadeleri akla üşüşür.
İyilik ve güzel duygular filizlenir gönüllerde.
Tabi ki, Şeb-i Arus’un, manevi iklimi belirir gözlerimizde.
“Gel, ne olursan ol yine gel!” diye yükselen ses, engin bir görüşü ve zengin bir hoşgörüyü barındıran anlayışı hatırlatır bizlere.
Uzun yıllar Anadolu Selçuklu Devleti’nin başkentliğini yaptı Konya.
Selçuklu medeniyetine beşiklik yapan bu şehir, büyük bir medeniyetin taşıyıcılığını üstlendi uzunca bir dönem.
Şems-i Tebrizi’nin, Sadreddin Konevi’nin, Sultan Aladdin’in, Tahir Büyükkörükçü’nün ve daha birçok değerin nefes alıp verdiği topraklardır buralar.
Bu kadim ve tarihi şehir, Gevher Nesibe ile ses verir.
Onun peşi sıra gelenler, 21. asrın Gevher Nesibeleri Fatma, Leyla, Emine, Fatma Hanife, Hacer, Betül öğretmenler ve adını sıralayamadıklarımız.
Ama bu beldenin enginliği derin bir yara aldı, Fatma Görmez ve ailesinin yaşadıklarıyla.
Görmez ailesinin çilesi, bir devrin utancı olarak hatırlanacaktır hep.
Hiç şüphesiz bu tablo, karanlık bir devrin fotoğraflarından biridir.
Anadolu’nun bağrında yaşanan kapkara bir zulüm…
Hâlbuki Konya denince Mevlana, Mevlana denince de sevgi dolu gönlü ve merhameti ilk aklımıza gelir(di).
Heyhat!
Gözler kör, kulaklar sağır.
Kalpler mühürlü, vicdanlar paslı.
Uçsuz bucaksız yurt toprakları, cahiliye çöllerini çoktan geçti.
İnsanımız en azgın yırtıcılarla karşı karşıya.
Kardeşlerimize yapılanlar karşısında, sessizliğe gömülmüş koca bir yurt.
Doğrusu, ne Anadolu eski Anadolu ne de Konya.
Hoşgörü rafa kalktı, Mevlana lafta kaldı.
Bu değerler unutulalı çokça zaman oldu.
Bekir’ler, Berk’lerden ve Fatıma’lardan, Haluk’lar Esen’lerden, Fatma Hanifeler Ahmetler’den Mevlüt’ler Aliler’den, Esralar Fatih’lerden, Şükran’lar Ümit’lerden, Zekiye’ler ve Harun’lar, Ahmet’lerden koparıldı.
İniltiler göğü sardı ama nafile…
Duyan yok mazlumu, sesine ses verecek yankı da yok ortalıkta.
Cahiliye çöllerindeki azgınlığa rahmet okuttu gaddarlıklar.
Fatma Görmez’in çaresizliğinde, tuz buz olmuş bakışlarında, kırgın, mahzun ve çaresiz gözlerinde okundu bir rejimin tüm zalimlikleri.
Suvari’den Fatma Öğretmen ve oğlu Berk’in anısına şarkı: “Görmez oldu”
KOLUMUZ KANADIMIZ KIRIK, GÖNLÜMÜZ PARAMPARÇA!
Dostlar!
Kolumuz kanadımız kırık, gönüller paramparça.
Güçlülerin gücü yerinde, bütün kolluk güçleri emirlerinde.
Bu gücün muhatabı günahsız bir aile, hasta ve çaresiz bir öğretmen.
Sınır tanımayan gücün, acımasız sırtlan ruhlu bir devletin pençesinde; yavrusunu toprağa emanet etmiş, eşi elinden alınmış bir melek.
O masum bakışları…
Fatma’ların ateşi yakar önce sizi sonra her yanı elbet.
Aheste çıkar zira mazlumun ahı.
Neylesin mazlum, elde duası ve Allah’ından başka.
Semanın sakinleri olup bitene şahit.
Arşa yükselen feryatlar, yaşanan acılar yürek yaralayıcı.
Şikâyet ediyoruz, bu gönül kırıklığımıza neden olanları sana ya Mevla!
Olup bitenler adeta bir soykırım.
Soykırım lafı bile kifayetsiz, yaşananlar karşısında.
Zira en kanlı zalimler bile, çocuklardan ve yaşlılardan sarfınazar etmişlerdir.
Kadınlara dokunmamış, hastalara, kalbi yaralılara ilişmemişlerdi.
Bir kadın, bir öğretmen Fatma Görmez.
Mesleğine aşık.
KHK zulmüyle mesleğinden men edildi.
İşini ve eşini seven, hayat dolu bir öğretmenin hayatına kıydılar.
Hem de herkesin gözünün önünde.
Sevdiği eşi Bekir Öğretmen, bir şafak vakti operasyonuyla elinden alınıp kara zindanlara yollandı.
Suçu(!), atılmış bir twitten ibaret.
4,5 yıldır mahpus, Bekir Hoca!
Sonu gelmez hukuksuzluklar, Görmez ailesinin tüm fertlerin üzerindin bir silindir gibi geçti, hayatlarını kısa sürede altüst etti.
Engelli oğlu Berk ve kızıyla yapayalnız kalakaldı.
Üzüntüye dayanamayan bu çaresiz anne, işitme duyusunu kaybetti.
Temmuz sıcağının altındaki çiçek gibi; soldurdular.
Ömer Faruk Gergerlioğlu,Fatma öğretmeni evinde ziyaret etmişti.
CEZAEVİNDE, CAMIN ARKASINDA AĞLAYARAK ANLAŞMA!
En büyük şoku; cezaevindeki ilk görüş gününde yaşar Fatma Hanım.
Cezaevi yönetimi cihazın içeri sokulmasının yasak olduğunu söyler.
Günlerce birbirini göremeyen iki eş, kalın camın arkasından sadece karşılıklı ağlaşarak dertleştiler.
Birbirlerine tek bir kelime söyleyemeden, gözyaşları eşlik etti sadece onlara.
Yaşanan dramın ağırlığıyla oğul Berk, 3 yıl önce melek olup uçtu öte tarafa.
Esaretteki baba Bekir, ellerindeki kelepçeyle getirildi cenazeye.
Uzun süreden beri sarılamadığı evladına, son nefesinde bile ellerini açıp, dua ederek, yüzüne süremedi.
Bir avuç toprağı atamadı cennet kuşunun mezarına.
Defin boyunca bu tabloyu izledi, Mevlana Celalettin’in beldesi.
Bu tablo; tarifsiz bir kinin, bambaşka bir nefretin ve utancın panoramasıydı aslında.
Zindanda eşin kalışı, evlat acısı, sessiz yığınlar, rejimin zulmü, dahası zulmü alkışlayanlar adeta güç birliği etti.
Önce aşından, çok sevdiği işinden, sonra eşinden ve sağlığından edildi Fatma Öğretmen.
Ardından güzel yavrusu Berk’ten, sonda da biricik kızından ayırdılar, bu devrin zalim mi zalim gaddar mı gaddar rejimin, mimarları.
Gün gün adeta mum gibi eridi KHK’lı öğretmen.
Koca vücudu, 29 kiloya kadar düştü.
Haluk Levent,Fatma öğretmeni üç kez evinde ziyaret etmişti.
FATMA ÖĞRETMENİN YÜREKLERİ YAKAN MESAJI:
Fatma Öğretmen, yaşananları şu sözlerle özetlemişti:
“Çok sevdiğim sınıf öğretmenliğinden ayrılmak zorunda kaldım. Yaşadığım böbrek nakli nedeniyle malulen emekliliğe başvurmuştum. KHK ile ihracım nedeniyle emekliliğim olmadı.”
“Yardım edin, ihtiyacım var!” çığlığı nasırlı vicdanlarda yankı bulamadı ne yazık ki.
“Eşim suçsuz yere hapiste.” dedi ama bu devrin yargıçları çoktan adaleti rafa kaldırmıştı.
Ve o da yavrusu Berk gibi, bir Ocak ayında melek olup uçtu.
Bu asrın utanmazlarını kendi haline bırakıp gitti.
O şimdi kara toprağın bağrında.
Oğlu Berk’i kelepçeyle uğurlayan Bekir Öğretmen, eşi Fatma’yı uğurlayamadı.
Türlü bahanelerle izin verilmedi.
Konya ovası Kerbala çölüne dönüştü.
Mevsim Muharrem olmasa da, Gül Peygamber’in torunu Hüseyin’e çektirilen acılar, asrımızın Yezit’leri tarafından bize Kerbela’yı yaşattı.
Çünkü azgınlar yeni rekorlar peşinde, daha fazlasını istiyorlar.
Dirisine de ölüsüne de, acı çektirmeye yemin etmişti taş kalpliler.
Geriye, her gün yaşanan benzer acılarla sürekli kanayan yürekler kaldı.
Hortlayan karanlık zihniyet her yeri dolaşıyor.
Görmez ailesine, canlı canlı bir soykırım uygulandı.
Adeta bugünler için söylemişti sanki Mevlana şu sözü: “Susamak ve susmak çok benzerdir. Birinde dilin, diğerinde yüreğin kurur.”
Ne yazık ki, Anadolu’yu Kerbela’ya çevirenler, dilleri de yürekleri de kuruttular.
Hasılı, Görmez ailesinin dramından geriye, zindanda çaresiz bir baba, küçük yaşta annesiz ve kardeşsiz kalan masum bir kızcağız kaldı.
Görmez ailesi için yardımını hiç esirgemeyen Haluk Levent:
“Kızı tek kaldı ama bizler onun için elimizden geleni yapacağız.” dedi.
Mevlana Celalettin’in sözüyle bitirelim yazıyı:
“Dostlarını daima vefa ile hatırla can!
Arayan sen ol, bulan sen.
Tanıyan sen ol, kucaklayan yine sen.
Kula vefası olmayanın, Hakk’a vefası olmaz.”
Allah gani gani rahmet eylesin Fatma Öğretmen ve oğlu Berk’e,
Mevla, sabırlar versin küçük kızımıza, Bekir Öğretmene ve tüm mazlumlara. e.cansever@zamanaaustralia.com