HAFTANIN YORUMU
İslam Dünyası ve Batı Dünyası arasında gidip gelince, Mısırlı Muhammed Abduh’a ait olduğunu bildiğim şu sözü hep aklıma gelir:
“Batı’ya gittim, İslam’ı gördüm, ama Müslüman yoktu. Doğu’ya döndüm, Müslümanları gördüm, fakat İslam yoktu.”
Bu ifadeyi pusula yapsak, ecnebilerin biz Müslümanlardan neden bu kadar mesafeli durduğunu daha iyi anlayabiliriz.
İlahiyatçı-Yazar Ahmet Kurucan geçen gün, Türkiye özelinde ve dünya genelinde itibar kaybına uğrayan Müslümanların haliyle ilgili bir yazı yazdı.
‘Müslüman ise alışveriş yapmıyorum!’ başlığını taşıyan yazı, aslında Siyasal İslamcıların Türkiye’de dibe nasıl vurduklarını özetliyordu.
Belki de minik bir katkı olur diye, konuyla ilintili üç farklı coğrafyada bizzat yaşadığım durumu sizinle paylaşmak istiyorum.
İlki Orta Asya ve Kafkasya bölgesinden…
İkincisi ise Kıta ülkesi Avustralya’dan…
Türkiye insanları olarak, bundan tam 30 yıl önce Orta Asya ve Kafkasya coğrafyasındaki insanlarla ilk buluştuk.
Benim gibi o coğrafyada olanlar durumu çok iyi bilirler.
Sovyetlerin dağılmasından sonra, herkes geçim derdindeydi.
Çok farklı tablolarla karşılaşmak sırdandı.
Mesela sokakta gördüğünüz her bir araç, aynı zamanda potansiyel bir taksiydi.
Herhangi bir cadde, herhangi bir saatte ulaşım sıkıntısını yaşamıyorduk.
Elinizin kalkmasıyla, her araç emrinizdeydi adeta.
İki kez, Maliye Bakan’ın Mercedes marka aracına bindiğimi hatırlıyorum.
Aracın sürücüsü Rus ise; asla çekinmeden, hatta pazarlık yapmadan atlardık.
Ama Müslümansa, muhakkak tedirgin olurduk.
Çünkü, çok uğraştırırdı, aldatmaya çalışırdı.
İstediğin noktaya bazen bırakmazdı.
Onun için önümüzde duran aracın sürücüsü, Rus değilse elimizi indirirdik.
MÜSELMANÇILIK!
Mesela, pazarda, alış verişte, çok uyanık olmak zorundaydık.
Ya çürük meyve ve sebzeyi eve taşırdınız.
Veya terazisi yanlış olur, eksik tartardı.
Onların tartısından sonra, pazardaki büyük tartıyla double check yapardık.
Zaaflarını, aldatmacalarını farkedip, yakalayınca da…
“Müselmançılıktır…” derlerdi.
Yani, ‘Müslümansak olabilir’ olabilir demekti.
Tüm yaramaz, kötü işler ‘Müslümanlara’ ihale edilmiş.
Müslümanların maharetiyle ve eliyle olmuş her şey…
Ne yazık ki; bu eski Sovyet coğrafyasının nerdeyse her yerinde böyleydi.
Belki olup bitenler ‘Komünist sistemle yönetilen coğrafyanın kaderidir’ diye düşünürdüm.
SYDNEY’DEKİ GELİBOLU CAMİİ!
Aradan yıllar geçti, münevver, müreffeh ülke Avustralya’ya geldik.
Bu güzelim ülkede, imajımız iyidir diye düşünmüştüm.
Birkaç yıl önceydi.
Bir dostumla, Gelibolu Camii’ne cuma namazına gidiyorduk.
Unutamayacağım şeyler aktarmıştı.
Bana aktaran ikinci ağızdı.
Bir Emniyet mensubu, biraz da üzüntüyle şu tespitini aktarmış dostumun dostuna: “Sydney’in sembollerinden olan Gelibolu Camii çok önemli bir ibadet yeri.
ANZAC’tan gelen dostluk ve Çanakkale sebebiyle, ismi gibi tarihi bir önemi de var bu caminin.
İçinde barış ve huzur hâkim.
Ama çok ilginçtir, mabedin bulunduğu Auburn bölgesi, suç oranın yüksek olduğu ve kriminal olayların yoğun yaşandığı bölge”.
Evet, ne yazık ki; bu tespitler hem doğru ve bir o kadar da üzücüydü.
Avustralyalı polisin, “Caminin içinde barış ve huzur hâkim” ifadesi, bundan 5- 10 yıl öncesi içindi.
Şimdi, caminin içinde de o hava yok, dışında da…
Gelibolu Camii’nin bulunduğu bölgede Arap, Türk, Afgan, Pakistan, Somali, Sudan ve Malezyalı v.b Müslüman topluluklar yaşıyor.
Sydney’de bir başka caminin Yönetim Kurulu Başkanı’nın işyerinde, İstanbul’dan gelen konteynerinde milyonlarca dolar değerinde uyuşturucu bulunmuştu.
Ele geçirilen, 57 milyon dolar değerinde uyuşturucu ecstasy hapıydı.
Medya’da günlerce, ‘Türk marketinde uyuşturucu ele geçirildi’ diye haber yapılmıştı.
Hatta gece gündüz “fetö” diye masum insanlara iftira atan, salya akıtan troller, market sahibine kol-kanat gererek ve bazı Türk gazetelerini arayarak, haber yapılmaması ricasında bulunmuşlardı.
KREŞ ŞEBEKESİ!
Müsülman mahallesinden bir başka vahim tablo!
İki yıl önceydi.
Orta Doğu’dan gelmiş mültecilerden oluşan, biri kadın olmak üzere 39 kişilik ‘kreş şebekesi’ polis tarafından ele geçirilmişti.
Olay şöyleydi: Sydney’in bir semtinde kreş açılıyor.
Anne ve babalarla kâğıt üzerinde anlaşılarak, 150 kadar çocuğun kaydı yapılıyor.
Sahte işlemlerle, hizmet vermedikleri halde hükümetten çocuk başına yardım alıyorlar.
Böylece, devleti 4 milyon dolar dolandırıyorlar.
Sahte bir kreş ağı kurup, çocuklarının bilgilerini veren ailelere, karşılığında para ödenmiş.
Bu şebeke, hükümetin çocuk bakım destek programını dolandırmakla suçlanmıştı.
Başörtülü, sakallı, Müslüman giyimli bu çete üyeleri, mahkeme salonuna sığmamışlardı.
Medyada, günlerce çok utanç verici bir görüntü oluşturmuşlardı.
MÜSLÜMAN LİDERLERİN HALİ!
Malezya’nın eski başbakanı Necib Rezak hırsızlıktan içerde.
Ülkeyi soyduğu için, 12 yıl ceza aldı.
Evinden balya balya dolar, altın ve mücevherat çıktı.
Pakistan eski başbakanı Navaz Şerif de, yolsuzluktan kızıyla beraber tutuklandı.
Sudan Cumhurbaşkanı Ömer el Beşir ceza evinde.
‘17-25 Aralık hırsızlık ve yolsuzluk’ operasyonlarından sonra, ayakkabı kutularından ortalığa saçılanlar, Türkiye’yi yönetenlerin karnesini de orta yere sermişti.
Bir yüzükten başka sermayesi olmayanların, gemi filoları ve Sarayları ortada.
Rüşvet ve yolsuzluk çarkları baş döndüren noktaya geldi Anadolu coğrafyasında.
Güven sıfır…
Diyanet’in itibarı yerlerde sürünüyor.
Minber ve vaaz kürsülerindeki vaazlar ve sohbetler, günlük çirkin politikalarla kirlendi.
Cami ve minareler dikerek, mantar gibi imam hatip liselerinin sayılarını arttırarak, ya da nutuklara daha çok mübarek, İslami soslu kelime ekleyerek, bir yere varılmaz.
Bu kirli işlerine ve iğrençliklerine, kara bir şal örtmek için, ‘cambaza bak’ dediler ve masum insanları olmadık yaftalarla “terörist” ilan ettiler.
İftiranın bin-bir rengini, Allah’tan korkmadan, utanmadan attılar pırıl, pırıl, tertemiz insanlara.
Ama görüldüğü gibi, yalan,iftira, rüşvet, gasp, hırsızlık, yolsuzluk ve uyuşturcu tacirliğinin tüm çeşitleri ve hepsi ‘Saray Cemaati’nin mahallesinde cerayan ediyor.
KÖTÜLÜĞÜ İNKÂR ETMİYOR, VARGÜCÜYLE SAVUNUYORLAR!
Özellikle Siyasal İslamcılar artık kötülüğü, yanlışlığı, çirkinliği inkâr etmiyor, dört elle, var gücüyle de savunuyorlar. Hatta yüceltiyorlar.
Alenen kötülük sadece üretilmiyor, bu kötülüğü övüyorlar.
Evrensel ve insanı değerlere aykırı söz ve davranışlarıyla gurur duyuyorlar
Kabalığı, tehdidi, şantajı, hakareti, kavgayı, teşvik ediyorlar, tasvip edip alkışlıyorlar.
Kötü bir üslupla, korkunç iftiralarla, hakaret ve küfürlerle toplumu zehirliyorlar.
Trol orduları, nerdeyse besmeleyle, ağza alınmayacak küfürlerle günü akşama bağlıyorlar.
Avrupa’da camileri adeta rehin aldılar.
Ne yazık ki, bunun bedelini İslam dini ödüyor.
Onun için İslam’ın önündeki en büyük engeli, batı da aramaya gerek yok.
Tek başına, Batı ile Müslüman ülkelerin suç rakamlarını kıyasladığımızda bile, ne yazık ki İslam Dünyası’nın ve Müslümanların karnesi ortada.
Avrupa’ya racon kesme münafıklığını yapmaya gerek yok.
Dinin özü ise ahlaktır, saygıdır, sevgidir, dürüstlüktür.
O da Müslümanların mahallesinde maalesef yok.
Neyimizi örnek alsınlar ki?
‘Müslümanlık mı?
‘Müslümanlık, bilmem amma, gâlibâ göklerdedir!’ diyen koca Akif ne kadar haklı…
e.cansever@yepyeni.zamanaustralia.com.au