NEDİM HAZAR-TR724.COM
35 köylü, 9 yıl önce bir Aralık gecesi gittikleri kaçaktan dönüşte gecikmişlerdi. Kaçak o bölgenin 100 yıllık gelir kaynağıydı ve devletin tüm birimleri civar köylerin geçimlerini bu yolla temin ettiklerini biliyorlardı.
Kaçakçı köylüler aileleriyle yaptıkları telefon görüşmesinde sınırı askerin kestiğini, dolayısıyla beklediklerini bildirmişlerdi.
Ancak bir şeyler ters gidiyordu.
Kafilede çocuğu bulunan anne Felek Encü, “Uçakların gürültüsünü duydum, bir çığlık attım, tüm mahalle sesimle dışarı çıktı. Eşim dedi, ‘bizim çocukları vuruyorlar’…” İki çocuğunu kaybeden Halil Encü, “Saat 11:30 oldu, çocukların dönüşünü gözlüyorduk, bombalama sesi geldi,” şeklinde anlatıyor o geceyi.
Başka bir anne Emine Ürek, “Sınıra doğru baktım ve ışıkları yanan 4 tane savaş uçağı gördüm,” diyor. F16’lar bomba yağdırmıştı köylülerin üzerine. Sınırı geçen köylülerden tek sağ kurtulan Servet Encü anlatıyor: “Üzerimize bomba yağarken ben 20 metre kadar kafileden uzaktaydım, bombaların basıncıyla savruldum. Başımı doğrulttuğumda gökten insan ve hayvan parçaları alevler içinde yağıyordu.”
Bombalama sonucu oluşan manzara korkunçtur: Yanarak parçalanmış insan ve hayvan uzuvları. Ölen 34 kişinin hepsi o anda vefat etmiyor. Avukat Mesut Gerez ihmalin ilk anlarda başladığını söylüyor: “Devlet oraya zırhlı aracını sevk edebilirdi, ambulans gönderebilirdi. Ama yapmadı… O insanlar katır sırtında karga tulumba taşınmamış olsaydı, kayıp sayısı çok daha az olurdu.”
Üzerinden zaman geçtikçe korkunç bir hata ve ihmalin sebep olduğu büyük bir trajedi çıkıyor ortaya. Oğlunu kaybeden Zeki Tosun, “Bu çocuklar asla PKK’lı değildi. Silahsız, savunmasız, sizin, bizim çocuklarımızdı, eli kalem tutan, okumak için çalışan çocuklardı” derken, kardeşini kaybeden Tansu Ürek, “Salih 50 TL için gidiyordu, G. Antep’te okuyan kardeşime gönderiyorduk ve kendisinin okul masrafı için yapıyordu bu işi” diyor.
Kimi bir bilgisayar alabilmek, kimi daha güzel bir ev yapabilmek adına para biriktirmek, kimi de ailesini alıp başka diyarlara göç edebilmek için yapıyordu kaçakçılığı. Aslında ‘kaçakçılık’ kavramının da yanlış algı için kullanıldığını düşünüyor Roboskililer. Olsa olsa ‘sınır ticareti’ demek gerektiğini düşünüyorlar, zira gerçek anlamda kaçakçılık yapılsa hepsinin evinin önünde 4×4 jeep olması gerektiğini hatırlatıyorlar. Emine Anne, “Benim dedem de bu işi yapmış, babam bu işi yapmış, oğlum da yaptı” diyerek civarın kaderini anlatıyor.
Yetkililer her olay sonrasında olduğu gibi iddialı açıklamalar yapıyorlar. Başbakandan bakanlara kadar herkes, “Bu olay aydınlatılacak, kapatılmayacak” demişse de üç yıl geçmesine rağmen en küçük bir netice alınmamış maalesef. Ve acı hafiflemiyor, kabuk tutmaya başlayan yara her perşembe akşamı tekrar kanıyor, çocuklarının mezarlarını düzenli olarak ziyaret ediyor Uludere köylüleri.
Halil Encü, “Üç yıl geçti üzerinden ama her gece rüyada görüyorum çocuklarımı,” diyor gözleri ıslak. Emine Ürek, “Biz bunu hak etmemiştik… bombalanacak bir suçumuz, günahımız yoktu!” diyor ağlayarak. Zeki Tosun ise “Adaletten söz ederken biz utanıyoruz!” şeklinde durumu özetliyor.
Bütün hukuki süreçler mağdurların aleyhine hızla neticelenirken, sorumlularla ilgili ciddi bir karartma ve neticesizlik politikası uygulandığı kanaati hakim. İç hukuktaki son nokta Anayasa Mahkemesi ama açıkçası Uludere-Roboski’de acılı yürekler çok fazla umutlu değiller…
Tansu Ürek, “Tazminat filan istemiyoruz, sorumlu ve suçluların ortaya çıkarılmasını istiyoruz,” Halil Encü ise “Bu dünyada açtığımız davalardan netice alamadık, öteki dünyada davacıyız,” diyerek mahşere kadar bu işin peşini bırakmayacaklarını ısrarla söylüyor.
Emine Ürek ise meselenin para olmadığını acılı bir gururla ifade ediyor: “Başbakan yüzümüze söyledi, ‘size para yolladık’ dedi. Ben ‘para bizim acımızı hafifletmez’ dedim. Biz para istemiyoruz, adalet istiyoruz.”
NOT: Yazıda geçen beyanlar, Behlül Özkan, Enis Durak ve Işıl Sarıyüce’nin hazırladığı, ‘Roboski Belgeseli’nden alınmıştır.