Değerlerimizi yitirdik… bizi biz yapan değerlerimizi… “en büyük
yitiğimiz ise yitirdiğimiz şeyleri geriye dönüp arama duygusunu
yitirmemiz…”
***
Biz zamanlar bizim de değerlerimiz, kültürümüz ve mükemmele yakın
bir medeniyetimiz vardı. Huzur veren inancımızla dopdoluydu
kalbimiz. Barışık olduğumuz amellerimiz yeşerirdi nazenin
bedenlerimizde. Şehirlerimiz, kasabalarımız, köylerimiz kendi
değerlerimize göre inşa edilmişti. Kendimize has türkülerimiz,
şarkılarımız mırıldanırdı dudaklarda. Burma bıyığımızla tanırlardı bizi.
Cömertliğimiz destandı dillere, sofralarımızdan misafirimiz eksik
olmazdı. Mahallemizde kendimiz gibi yaşar, cümle kapısından
evlerimize kendimiz gibi girerdik. Selamlarımız, tebessümlerimiz,
kelamlarımız vardı kendimizce. Yürüyüşümüz, oturuşumuz, kalkışımız,
uzanışımız hep bize hastı. Giyinişimizin renk ve deseni de bize aitti,
sevmezdik taklidi. Soframızın şekli, damağımızın tadı, yemeğimizin
âdâbı vardı bizce. Kelimelerimiz sıcacık, cümlelerimiz kucaklayıcı ve
samimiydi.
Hasılı biz vardık…
Sonra bir gün nasıl olduysa ip koptu, taneler dağıldı, şiraze bozuldu,
kervan gitti ve biz kaybolduk dağlar başında. Dilimizi, şeklimizi,
hislerimizi, duygularımızı terk ettik birer birer. Kendimizi yitirdik,
başkalaştık ve bizi biz yapan değerlerimizi yetim-öksüz bıraktık.
İçerisinde her gün ayrı bir misafirleri ağırladığımız geniş salonlu,
cumbalı evlerimiz, yıkılmaya yüz tuttu, yıkılmasa da teslim ettik kor
alevlere. El emeğimizle oluşturduğunuz arka bahçedeki çiçeklerimiz
kurudu, çocukların sallanması için kurduğumuz salıncak bozuldu,
yaşlılarımızın dertlerini döktükleri gülleri soldurduk sessizce.
1
Kurnasında bakraçlarımızı doldurduğumuz, doldururken de
komşularla sohbetler ettiğimiz çeşmelerimizin suyu çekildi, sıra sıra
dizilmiş kavak dallarının zikir sesleri duyulmaz oldu ve biz ruhsuz,
mahremiyetten uzak beton yığınlarının arasında garip ve yapayalnız
kaldık. Saygımızı yitirdik, sevgiden mahrum kaldık. Cömertliğin yerini
cimrilik aldı, fedakarlığı karşı bayıra gömdük, velhasıl şimdilerde tüm
değerlerimizin baş ucunda fatiha bekleyen mezar taşları var.
Ve Yok Oluyoruz…
Çocuklarımız, gençlerimiz uzaklaşır oldu kendinden ve kendi
değerlerinden, bazıları itibarıyla da utanır oldular hem.
“Benim adım bay Necip, babamın ki Fazıl bey;
Utanırdı burnunu göstermekten sütninem,
Kızımın gösterdiği, kefen bezine mahrem”
mısraları destan şiirinin arasında kaldı. Köklerimizden koptuk
maalesef. Böylelikle de yokluğa doğru usulca yol almaya başladık.
Kökleriyle arasındaki bağı koparan dallardan, meyve
beklenemeyeceği gibi, mazisinden kopan neslin, milletin
geleceğinden de bahsetmek mümkün olmayacaktır. Hafazanallah
kendi değerlerimizden bu kadar yabancılaşma, uzaklaşma devam
ederse, neslimizin bir gün dininden, imanından bi haber olacağına,
vatanını, milletini unutacağına, kitabını, peygamberini bilemeyeceğine
şahitlik edeceğiz belki de acı acı.
Medeniyetimizin mimarları Yeseviler, Geylaniler, Mevlanalar, Fatihler,
Yavuzlar öksüz kalacak, Rabiatül Adeviyeler, Hasan Basriler, Nehailer,
Alkameler, Fuzuliler, Şeyh Galipler boynunu bükecek. Mehmet Akif’in
istiklal haykırışı çınlamayacak nesillerimizin kulaklarında.
“Dönülmez akşamın ufkundayız.
Vakit çok geç;
Bu son fasıldır ey ömrüm nasıl geçersen geç!”
mısraları garip kalacak, Süleymaniye’de Bayram Sabahı’ nın tadı da
olmayacak belki. Çünkü biz olmayacağız, halden dilden ve değerden
anlayan olmayacak bu izmihlal devam ederse.
Minare, şerefe, alem, kubbe, sütun, kemer, eyvan, avlu ve daha nice
kavramın anlaşılamayacağı gibi.
Ve İnsanlık Ölüyor…
Hem asıl, zamanın çarkları arasından günümüze kadar süzülüp gelen,
geleceğe de deniz feneri olacak potansiyeldeki kültür ve medeniyet
değerlerimiz, taşıyanı olmadığından dolayı unutulacak ve bütün dünya
mahrum olacak bu hazineden. Medeniyetler, farklı kültürlerin,
değerlerin izdivacından ortaya çıkar. Toplumların ölen, yok olup
kaybolan değerleri aslında yeni medeniyetlerinde kısırlaşması
demektir.
Yapılması gereken şey…
Her şeyden önce, en büyük vazife ve sorumluluk olarak ele alınması
gereken bu meselenin üzerinde, ciddiyetle durmak olmalıdır. Gizli
kalmış hazinelerimizin ortaya çıkarılması, öğrenilmesi, yaşanılması ve
böylelikle kendimize yeniden mal edilmesini, en hayati vazifemiz
bilmeliyiz. Bu mühim vazife güzel bir şekilde eda edilebilinirse
nesillerimiz bu değerlerimizi omuzlarında şanlı bir bayrak gibi
taşıyacak, gittikleri yerlerde, temas ettikleri her sineye peyleyecek, ve
yepyeni medeniyetlere zemin hazırlamış olacaklar Allah’ın (cc) izni ve
inayetiyle.
Allah nasip ederse, elimden geldiğince, yitirdiğimiz yada yetim
bıraktığımız edep, iman, salihât, kelam, tevazu, cömertlik gibi
değerlerimizden bazılarını kaleme almaya çalışacağım. Rabbim
istifade edilecek, çocuklarımız için güzelliklere vesile olacak şeyler
yazmaya muvaffak kılsın.
Zaman Avustralya köklü bir mazinin, yeni dünyada yepyeni sürgünü.
Bu güzel sayfalarda güzel insanlarla, güzel insanlara selam vermek en
güzel şeref tablolarından…
Bu güzel sayfayı bana açan ZAMAN ailesine ve editörüne şükranlarımı sunuyorum…
Bismillah