Aziz bilirdik misafiri, bereket, huzur ve mutluluk getirirdi hanelerimize. Öyle inanır, öyle kabul eder ve şehadetimiz de o yöndeydi. Kapılarımızın tokmağını onlara göre ayarlar, tokmağın sesini ruhlarımızın gıdası kabul ederdik. Eskilerde evlerin kapısında iki tokmak bulunurdu! Vurulunca birinin sesi ince çıkar, diğerinin kalın. Kalın ses duyulunca gelenin erkek olduğu bilinir ve kapıyı erkek açardı, ses ince duyulunca da gelenin bayan olduğu düşünülerek, evin hanımı tarafından açılırdı kapı. Misafir, Tanrı’nın gönderdiği bir emanetti ve biz onu yolcu edinceye kadar izzetle ağırlar, baş üstünde tutardık. Tokmağın sesinin duyulmadığı zamanları, mezar sessizliğine denk görürdük.
Misafir, sefere çıkmış kimsedir. Sefere çıkana Rahman’ın nice ikramları vardır, der Yaradan. (Tevbe 9) Misafir berekettir, rahmettir haneye. Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur: “Birbirinize yiyecek hediye edin. Bu, rızkınızda genişlik hâsıl eder.” İbn Abbas (r.a.) derki, Resûlullah (s.a.v.): “İçinde misafire yemek yedirilen evdeki hayır ve bereket, devenin hörgücüne dayanmış bıçağın tesirinden daha çabuk çoğalır”. Her misafir gelirken on getirir birini yer, dokuzunu ise misafir olduğu eve bırakır denilirdi. Az önce dedik ya; Yaradan’ın gönderdiği hediyedir misafir. Bütün hazinelerin, zenginliklerin katında olduğu zâtın hediyesi. Onun için de misafirin, tanıdığı, yabanisi olmaz, bütün misafirler enistir. Hem “Misafir rızkı ile birlikte gelir, giderken de ev sahibinin bağışlanmasına vesile olur” buyurur kerem sahibi (sav).
Peygamberler arasında, Allah’ın Halil’i diye bilinen Hz İbrahim (as)’ın en bariz özelliklerinden birisi, misafir ağırlamasıydı. Çadırının dört tarafı açıktı. Ne yandan gelse görürdü yolcuyu ve buyur ederdi sofrasına. Misafirsiz sofraya oturmadığı rivayet edilir. Onun misafirine cömertliğini, Kur’an şöyle resmeder; “Selam dedi ve onlara yemek getirmek için gizlice ailesinin yanına geçti ve semiz bir dana kebabı getirdi. Önlerine koyup “buyurmaz mısınız?” diye ikram etti.” (Zâriyat 25,26) Hillet ufku ve haliliyet makamı misafire ikramı gerektirir. İkram Allah’ın Kerem ismine bağlıdır. İkram hillete ulaşır, Halil’e mazhar olur.
Eskiler şehir dışından gelen misafirlerini, ta şehrin başında karşılarlardı. Misafir ziyaret edeceği evin önüne gelince, kapının tokmağına/ziline dokunur, yan tarafa çekilir, başını eğer ve bekler. Kapı açılmazsa iki defa daha dokunulur kapının tokmağına/ziline ve kapının açılmasını beklenir. Eğer açılmazsa kapı, geri dönülür. Evdedirler düşüncesiyle, kapıyı açtırmak için başka yollara tevessül edilmez.
Hem davet olunanlar varmalıdır sadece kapıya. Misafir, izin almadan yanına başkalarını katmamalıdır. Önceden temizlenen, güzel kokular serpilen eve, güler yüzle davet edilmelidir misafir. Misafirin gözüne hoş gelmeyecek bir kıyafet de giymemelidir evin sahibi. Yukarıda zikredilen ayetten de anlaşılacağı üzere “selam” ile karşılanır misafir. Misafir içeri girince ev sahibinin buyur edeceği yere oturulmalı ve tecessüs etmemeli evin içini. Misafirin mahremiyete riayet ederek ağırlanması, ikramın da öylece yapılması kültürümüzün en önemli yanlarındandır. Yol yorgunu ve yolculuktan kaynaklanacak ihtiyaçlarının olabileceği düşünülmeli ve dinlendirilmelidir ilk önce. Misafir de teşrif ettiği eve eli boş gelmemeli, “teşekkür bâbından” bir hediyeyi, “size layık değil ama” teessürüyle takdim etmeli. Ev sahibi de “zahmet buyurmuşsunuz” iltifatıyla mukabelede bulunmalı.
Uzaktan gelen misafire yemek ikramı elzemdir. Yakın yerden gelenlere de, yemek saati ise yine yemek ikramı gerekir. Ama her halükarda ikram ev sahibinin izzetidir. Ev sahibi bolca ikram eder konuğuna, taki konuğun “acaba yeter mi?” düşüncesi olmasın diye. Hatta ev sahibinin kendisi ihtiyaç içerisinde olsa bile, (Haşr 9) misafirine ikram etmeden kaçınmamalı. Misafir de bilmeli misafirliğini aynı zamanda, iradesini ev sahibine teslim etmeli. Bulduğu ile yetinmeli, kanaatkar, beklentisiz olmalı. Hanenin bekçisi ise yağmur gibi, cömertçe ikram etmeli konuğuna. İkram kerîmliktir. Mutlak ikram sahibi, kerîm Allah’tır (cc). Efendimiz’de (sav) kerîmdi. Mekke’nin fethinden sonra müşriklere; “size ne yapmamı bekliyorsunuz” diye sorunca, “sen kerîm oğlu kerîm oğlu kerîmsin, senden kerîmlik bekliyoruz” demişlerdi. İkram, insanı kerametle Kerim’e (cc) ve Efendimiz’e (sav) bağlar. Misafire ikram sorulmaz, yapılır. Mesela “kahve alır mısınız?” denilmez de, “kahvenizi nasıl alırdınız? diye sorulur.
Konuşulacak konuları ev sahibi açmalı, ama misafirin rahatsız olacağı konulara da hiç bir zaman girilmemeli. Misafirinde ilgi duyacağı, hayırlı konularda konuşulmalıdır. Sohbetler her daim sohbet-i canana gelmeli ki, bereket baki olsun. Karşılıklı hal hatır sorma, işlerinin ne durumda olduğu ile ilgilenme, çocuklarının ve diğer yakınlarının nasıllığını sorma ve bilgi alma, insaniyet gereğidir. Misafirin yanında hane sakinleri birbirileriyle de münasebetine dikkat etmelidirler. Hanım beyine karşı nezaketli, bey hanımına karşı merhametli, çocuklarına karşı ise şefkatli olmalılar. Evin hanımı ile beyi katiyen birbiri ile tartışmamalı hatta çocuklarına bile yüksek sesle bağırmamalıdırlar.
Misafir ayrılmadan önce yaptığı ev sahipliği ve ikramlardan dolayı, hususiyle evin hanımına zahmetleri için teşekkür etmeyi ihmal etmemeli. Ebu Saîd (radıyalahu anh)’den gelen bir rivayette, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurmuştur: “İnsanlara teşekkürde bulunmayan, Allah’a da hakiki olarak şükretmez.” Misafir ayrılırken kendisini aziz bilip misafir eden ve ağırlayıp ikramda bulunan aileyi, kendisi de davet etmeyi hatırından çıkarmamalıdır.
Ev sahibi, evini ve hane halkını şereflendiren misafirlerine, ziyaretlerinden dolayı teşekkür etmeli ve en azından evin dışına kadar uğurlamalıdır ayrılırlarken. Hem misafir, hem de ev sahibi birbirilerine dua ederek ve selam dileyerek ayrılmalıdırlar. Zira Peygamberimiz (s.a.s.) “Şu üç kişinin duası kesinlikle geri çevrilmez. Bunlar: mazlumun duası, misafirin duası ve anne babanın evladına duası”buyurmuşlardır. Ev sahibi konuğu gözden kaybolunca kadar kapıda beklemeli ve sonra girmelidir içeri.
Evet medeniyet hazinemizin bu unsuru ile biz, asırlarca toplumsal organlarımız olan aile, cemaat, cemiyet yapıları arasında arkadaşlık, kardeşlik ve dostluk bağlarını ikame ettik. Toplumumuzun fertleri bir binanın kaynamış taşları gibi oldular. Mahallede bir ferdin acısı bütün yüreklerde hissedildi, birinin mutluluğu bütün gönüllerde çiçek gibi açıldı. Şimdilerde unuttuk misafirliği de, misafir ağırlamayı da. Va esefa! Çocuklarımız “Hoşgeldiniz” demeyi bile bilmez oldu, nerede ki bereket vesilesi olan büyüklerin ellerini öpme bahtiyarlığını idrak edebilsin.
Yazık ettik kendimize…
Ve yeniden diriltilecek bir yetim değer daha…