Hudâ’nın tâcı baş üstüne diyerek edep ile başlayayım mürekkep yolculuğuna. Taki haddimi bilerek yürüyeyim bu yolda. Zira edebin ilk basamağı haddi bilmek, acziyetin, fakriyetin farkında olmaktır. Kalem, Rabb’in ihsanı. Ona layık olmak zor zanaat. İhsan-ı ilahiye mazhar olan kalem erbabı, akl-ı selim, kalb-i selim, ruh-u selimle, “ciğerinden çektiği kanı” mürekkep olarak kullanır yazılarında. Benim yazacaklarımın sadece bir kırıntı olduğunu baştan kabul ve ifade de edeb olacaktır bu babda.
“Edep; nezaket, zarâfet, hayâ, iffet ve saygı… gibi hususların umumi nâmı; iyi-kötü, acı-tatlı her hâdise karşısında kibar ve nazik davranmanın, içtimaî münasebetlerde herkese karşı yumuşak ve sıcak tavırlar sergilemenin, elden geldiğince kırıcı, incitici olmamaya çalışmanın; ifade ve üslûpta şartları, konjonktürü nazar-ı itibara almanın; muhatabın/muhatapların seviye, konum, pâye ve mansıplarına göre hitap etmenin farklı bir unvanıdır” der edebi tacına sorguç eden.
Ahlak-ı ilahiye ile mütehallik olmaktır derler bazıları edebe, yahut Efendiler Efendisinin (sav) ahlakıyla ahlaklanmaktır edep. En güzel yaratıcının, en güzel yarattığının söz, fiil ve davranış itibariyle herkesin sevip memnun olacağı davranışları sergilemesinin adıdır hem.
“Rabbim beni edeplerin en güzelleriyle te’dip etti” diyen bir peygamberin ümmeti olarak, bütün güzel ahlaki değerlerin çiçek gibi açtığı bir alan olmamız gerekirken, maalesef en başta rüzgara verdiğimiz değerimiz edeb oldu. Güzel Kitabımız, Efendimiz (sav)’in bu yönünü şöyle takdir ediyor; “Gerçekten sen, çok büyük bir ahlak üzeresin.” (68/4) Kur’an “büyük ahlak sahibi” olarak vasf eder Efendimiz’in (sav) ahlakını. Güzel ahlakta zirvedir O (sav).
İnsa her şeyden evvel her an, her nefes ve her solukta edepli olunmalı Rabbisine karşı. Şah damarından, soluklarından daha yakın olan Rabbimize karşı edeb: her an O’nun huzurunda olduğunu hissetme, O’nun tarafından görülüyor olmanın şuuru içerisinde bulunma ve yapılan her işi O’na sunma hassasiyetinde yapma. Bakılan her şeyi gördüğü, konuşulan her şeyi duyduğu, saklanan şeyleri dahi bildiği şuuruyla yaşama. İradeyi, zihni, hissi ve latifeleri Alah’ın (cc) emir ve nehiylerine uygun işletme.
Gecenin karanlığında süte su katmasını isteyen anneye, kızının verdiği cevap tam bir edep misali. Şöyle der kız annesine; anneciğim belki süte su kattığımızı halife görmez, lakin her an her şeye nigehban olan Allah görüyor ya! Allah (cc) hakkında konuşurken niyaz makamında konuşmadır edeb. Ağızdan çıkan cümlelerin kelimelerin hurufatın, Zatına, Sıfatlarına, Esmasına halel getirmemesi için âzami dikkatli olma.
Allah’a (cc) karşı edebden sonra, Allah’ın en sevgilisine karşı da edebli olunmalı. Zira Habibullah (sav) Allah’ın (cc) değer verdiği, üzerine salât getirdiği Zat’tır. Hem kendisine itaati O’nun (sav) sevilmesine bağladığı inci-mercandır O (sav). O’na karşı edep ise; davasına, sünnetine sadakatle sarılma, o yolda sabır, sebat ve istikamet içerisinde bulunmakla olacaktır. O’nun (sav) hayatını, hayata hayat kılmakla varılacaktır Nebevi edebe. Salavatlarla, şahlanılacaktır o yüce divanda. Şair Nabi Peygamberimize (sav) karşı edebe güzel bir misal sunmuştur şiirinde. Bir gün hacca giderlerken Medine yakınlarında konaklarlar. Bir devlet büyüğü Medine’ye karşı ayaklarını uzatıp yatmak ister. Bunu gören Nabi şöyle döktürür ruhunun ilhamlarını;
Sakın terk-i edebden
kûy-ı Mahbûb-Nazargâh-i ilâhidir,
Makam-ı Mustafâ’dır bu,
Evet insanlığın yıldızları (ra) Resulullah’a karşı da edepte zirve olmuşlardır. O’nun (sav) huzurunda tazimle dururken, başlarının üzerinde talih kuşu varmış da, en küçük yanlışta kaçacakmış gibi temkinli olurlardı. Konuştuğu tek kelimeyi atlamaz, yanında seslerini yükselterek birbirilerine konuştukları gibi asla konuşmazlardı (bir itab üzerine). Adının anıldığı heryerde hazır olacağının şuuruyla, her adını anınca salavat getirirlerdi.
Yanında Efendimiz her anıldığında ayağa kalkan edep insanı bu konuda şöyle buyuruyor: “Tâlib-i feyz-i Hudâ olanlar, mutlaka Hz. Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem) halkasına girmeli; âşık-ı nur-i Hudâ olanlar da behemehâl o halkanın ritmine uymalıdırlar.“
İnsanlığa karşı edeb, insan olmanın gereği. Mükerrem olarak yaratılan varlığın, varlığa karşı kerim olmasıdır bir yönüyle de edep. Küçüğün büyüğe, memurun amire, astın üste saygı göstermesi de edeb sınırları içerisindedir. “Bereket büyüklerinizle beraberdir” ikazı büyüğe saygıyı da ihtiva etmez mi? “Büyüğe saygı, küçüğe sevgi göstermeyen bizden değildir” fermanını, edebli olma çerçevesinde değerlendirmek gerekmez mi hem? “Anne-babaya öff bile demeyin” emri de, hakeza bir yol gösterici olmaz mı edep yolculuğunda?
Yaradana, yaradanın en sevgilisine ve en güzel şekilde yaradılan insana karşı edepli olunurken, mahlukatın sair sakinleri edepten mahrum bırakılabilir mi? Bence hayır. Hem nebatata karşı, hem de hayvanata karşı şefkatli olma, onlara sevgi ile yaklaşma ve onlar hakkında tasarruf ederken haddi aşmama, israf etmeme ve onları ‘abd’ olarak görüp öylece muamele etme de, edeb sınırları dahilindedir. Sana zarar veren bir sivrisineğe, suikast planı hazırlarken, bir an düşünüp “aman Allah’ım ben ne yapıyorum, Rabbimi zikreden bir zakiri, O’na ayna olan muhteşem bir sanatı öldürmek mi istiyorum” diyerek irkilme…. Bu yönüyle tüm varlığı kardeş olarak görüp, dünya ile ünsiyet içerisinde yaşama da edeptir.
Edebin zahir olduğu ilk mecra dildir. Dil yada lisan ya kalbin veya nefsin tercümanıdır. Osman Nevres efendi şöyle der:
“Önün ardın gözet, fikr-i dakîk et, onda bir söyle
Öğütme ağzına her ne gelirse âsiyâb-âsâ.”
Sözü söylerken önünü ardını gözet ve on kez düşünüp bir kez söyle. Ağzına gelen her şeyi değirmen gibi hemen öğütüverme. Ne güzel demiş üstad. Ağzın şeker şerbet yesin.
Söz kalbin cızırtılarına tercüman olunca edepli olur. Tahayyül, tasavvur, düşünce ve fikir harmanından sonra, hikmet ve san’at eseri olarak akandır sözde edep. Böylesi söz sahiplerine söz sultanı denirdi. Konuşmaları hikmet, susmaları edepti.
Sözden sonra hâlde edep gelir. Ne elden, ne dilden, ne de duruş ve bakışlardan kimsenin rahatsız olmamasıdır hâlde edep. Temkin ve teyakkuzla sürdürülen hayatın adıdır ya… Aman benden kimse incinmesin, kırılmasın kimse benim her hangi bir halimden demedir.
Evet kaybettiğimiz değerlerimizin başında edep geliyor ve biz yitirdiğimiz edebimizi aramakla başlamalıyız işe. Zira bizim edebimizin kaynağı Allah, havzası Kur’an, mecrası Hz Muhammet Mustafa (sav) ve ondört asırdan beri hazm ede ede taşıyan hak dostları. Eğer muvaffak olur da yitirdiğimiz edebimizi bulabilirsek, insanlığın yeniden dirilişininin de tohumunu atmış ve biz de kendimiz olma, ruhumuzun heykelini ikame etme yoluna girmiş olacağız Allah’ın inayet ve keremiyle. Edep zemininde büyür bütün revnaktar çiçekler zira…
Son söz Mevlana’dan olsun; “Ey Şems-i Tebriz, suskun ol! Sus ki bu bir ilâhî sırdır. Ancak şu kadar söylenebilir, dile gelebilir ki, geceleri ve karanlıkları aydınlatan iman mumunun en parlak ve en üstün aydınlığı edebtir. alansamet01@gmail.com