Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın elinde siyasi manivela olarak sadece HDP kaldı. Muhalefet karşısında savunmaya çekilen AKP Lideri’nin tek kontratak şansı Kürt siyasi hareketi. Millet İttifakı’nı bölmek ve en azından kendi içinde çatışır hale getirmek için son kozunu oynuyor. Ancak Erdoğan’ın işi o kadar kolay değil ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun eli, önceki dokunulmazlık görüşmelerinden daha güçlü. AKP, Devlet Bahçeli’nin gazına gelip kapatmaya yanaşmasa da yeni tutuklama dalgasıyla dışarda kalan vekil ve başkanları toplamayı düşünüyor. Plan, hem HDP’nin etkinliğini azaltmak hem de karşı cepheyi zor tercihlerle baş başa bırakmak.
“HDP’lileri savunmak PKK’yı savunmaktır” önermesinin Millet İttifakı’nda alıcısı fazlasıyla var. Yine de Erdoğan’ın işi sanıldığı kadar kolay değil. Bunun öncelikli sebebi de iddia edilenin aksine PKK’nın siyasi aktörler üzerindeki etkisinin eskiye oranla azalmış olması. En bariz örneği İstanbul seçimlerinde yaşandı. Abdullah Öcalan’ın mektubu ve Osman Öcalan’ın TRT ekranlarında boy göstermesine rağmen Kürt seçmenin kararı değişmedi. Ekrem İmamoğlu açık ara üstünlüğünü büyük oranda onlara borçlu.
Buradan hareketle “Öcalan’ın yönlendirme gücü sıfırlandı” demek doğru olmaz. Konuştuğumuz Kürtler, esaret altında gerçek düşüncesini açıklamasının zor olduğunu düşünüyor. Onu dinlememelerine bir anlamda kılıf buluyorlar. Zira, “Selahattin Demirtaş da tutuklu ama tam tersi şeyler söylüyor” itirazına bir cevapları yok. Daha açık sözlüler ise, açılım zamanlarında kişisel konumunun, demokratik taleplerin önüne geçmesinden rahatsızlığını dile getiriyor. Öcalan’la Demirtaş’ı karşı karşıya koymamaya özen gösterilirken Kandil konusunda daha cesur davranılıyor. Sağı solu kontrol ettikten sonra “Selo’dan Erdoğan kadar Kandil’dekiler de rahatsız” cümlesini duyabiliyorsunuz.
Demirtaş, yakın zamanda T24’te yayınlanan yazısıyla konuyu yine siyaset üstü noktaya taşıdı ve ‘iyi ile kötünün mücadelesi’ olarak çerçeveledi: “Önümüzdeki seçimler; partiler, kimlikler, inançlar arasında değil, iyiler ve kötüler arasında olacak. İyilerin tarafındaysanız yeriniz bellidir, kararsız olmaya gerek yok.” Söz konusu yaklaşım CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun da işini kolaylaştıracak. Başta İstanbul olmak üzere yerel seçim sonuçları da aynı işe yarayacak. Kemal Bey’in eli önceki dokunulmazlık görüşmelerinden daha güçlü demiştik. Erdoğan’ın HDP’lileri bahane edip CHP’lileri tutuklaması da onun pazarlık gücünü yükseltecek. Ortaklarına ve tabanına “Erdoğan’ın gitmesi mi, 10 HDP’linin Meclis’te kalması mı sizin için öncelikli?” diye soracak. Cumhurbaşkanı ve ortakları istediği kadar terörle özdeşleştirsin, HDP’nin Meclis’te olmasının muhalif seçmene pratik etkisi sıfır ama iktidarın gitmesi herkesin hayatını değiştirecek. Soruyu, “Erdoğan mı gitsin, Pervin Buldan mı?” şeklinde sorduğumuzda cevabı tahmin etmek zor olmasa gerek. Havuç sopadan daha cazip.
İttifak’ın ikinci büyük ortağı Meral Akşener’in atakları Erdoğan ve Bahçeli’nin dengesini bozuyor. Çünkü İYİ Parti, CHP’nin aksine Cumhur İttifakı’nın tabanını eritme potansiyeline sahip. AKP’den de MHP’den de oy alabiliyor. HDP merkezli siyasi salvoların birinci hedefi, açıklamaları milliyetçi-muhafazakar tabanda yankılanan Akşener. Gara Skandalı’ndan sonra apar topar Meclis’e gönderilen fezlekelerin amacı İYİ Parti’yi koparmak. Genel Başkan Yardımcısı Yavuz Ağıralioğlu’nun, “Biz HDP’yi problemli görüyoruz, terörün gölgesinde görüyoruz. Dolayısıyla ‘Evet’ diyeceğiz” açıklaması oltanın işe yaradığını gösteriyor.
HDP’yi konuşurken içindeki muhtemel gelişmelere de göz atmak lazım. Kars Belediye Başkanı Ayhan Bilgen öncülüğünde muhafazakar bir kopuş yaşanacak gibi duruyor. Bu çıkışa Erdoğan, HDP’yi zayıflatacak ve muhafazakar Kürt seçmeni altın tepside kendisine sunacak diye bakıyor ve yanılıyor. Tam tersi AKP’den sıtkı sıyrılmış ama HDP’ye de gidemeyen Kürtlerin kaybı anlamına gelebilir. Bilgen çantada keklik olmaz. Anayasa Mahkemesi kararına rağmen tutuklanması yanında, Ömer Faruk Gergerlioğlu ve Hüda Kaya’nın maruz kaldığı iktidar linci bu ihtimali zayıflatıyor.
Tam bu noktada Kürt siyasi hareketinin muhafazakar kitleyle ilişkisini gözden geçirmesi kaçınılmaz. Tabandaki ağırlığın yönetime, vitrine ve seçilme yüzdesine yansımadığı bir gerçek. Meclis’e taşıdıkları EMEP ve TKP muamelesi yapıyorlar muhafazakar isimlere. Sembolik oranlarda seçilmelerine imkan tanıyorlar. Oysa Bilgen’in Kars’ta, Gergerlioğlu ve Kaya’nın parlamentodaki performansı neredeyse partiye eşdeğerde oldu. Demirtaş, muhafazakar kitleye de seslenebilen bir siyasetçi, diğerleri için aynı şeyi söylemek imkansız. Bilgen’in başını çektiği hareket, bir özeleştiri süreci doğurursa HDP için faydalı ve taban genişletici bile olabilir.
Yeri gelmişken HÜDA-PAR’a da değinelim. Onlar üzerinden muhafazakar Kürtlere ulaşmaya çalışan Erdoğan’ın başarı şansı sınırlı. Hizbullah gölgesinden dolayı kitlesel partiye dönüşemiyorlar ve belli illerin sınırlarının ötesine çıkamıyorlar.
Kürt siyasi hareketinin Z Kuşağını analiz edebildiğine dair işaretleri de göremiyoruz. Şehirli, internetle hemhal ve Diyarbakır Cezaevi işkencelerini dördüncü ağızdan dinleyen neslin, babaları ve dedeleri gibi tepki vermesi beklenemez. “Şu andaki parti yönetimi bunlara ne vaat ediyor?” sorusunun cevabını ben bilmiyorum. Onların da bildiğini sanmıyorum. Gerçek bir sosyal demokrat parti Z Kuşağını koparıp götürebilir ve hiç fena olmaz.
Bence Erdoğan bugünkü HDP vitrinini dağıtmakla topuğuna sıkmış olacak. Kimlik siyasetinin konforundan sıyrılamamış ve proje üretmeyen bir kadro var. Millet İttifakı’nı dağıtma konusunda umduğu etkiyi oluşturması da zor. Dimyata pirince giderken evdeki bulguru da kaybedecek.