Ticaret ve ziraat için gönderildik “yeryüzü sürgününe”. Asıl vatanımız, aslımıza uygun ve sonsuz… Zira fani hayatta hiç de fani gibi yaşamaz/yaşayamaz insanoğlu. Ruhunda saklı bulunan sonsuzluk bestesini mırıldanarak sürdürür hayatını. Onun için sürgündür bu dünya hür ruha. Ticaret, mal alış verişi yapmak değil, maddi manevi cevarihi yaradılış gayesine uygun kullanılarak elde edilir. Karşılığında Cenneti satın alınır. Hem yeryüzüne iman, salih amel ve güzel ahlak Tûbâ-i Cennet çekirdeğini ekerek, ebedi hayatta Allah’ın (cc) rıza ve rıdvan semeresini biçme için gönderilmiştir.
Yapılabilecek en güzel ziraat, ihsandır yeryüzü sürgününde. “Mallarını Allah yolunda infak edenlerin meseli bir tane meseli gibidir ki, yedi başak bitirmiş. Her başakta yüz dâne var. Allah dilediğine daha da katlar, Allah vâsi’dir alîmdir.” (Bakara:261) ayeti bu hakikati ne güzel ifade eder. Cimri ne kadar Hakk’tan, halktan, cennetten uzak ise cömert o kadar yakındır Hakk’a, halka ve cennete.
Cömertliğinde mertebeleri vardır haliyle. Rahatsız olmadan malın bir kısmını infak etme “Cûd”, başkalarını kendine tercih etme, başkalarının mutluluğunu kendi mutluluğunun önünde görme “seha”, ihtiyacı olduğu halde başkalarını kendine tercih edebilme “ihsan”, kendisi fakr-u zaruret içerisinde bile olsa başkalarını kendi nefsine tercih etme ise “îsâr” dır.
Evet biz bir zamanlar cömerttik toprak gibi. Bağrımızda bütün çiçeklerin açmasına fırsat verirdik. Kervansaraylarımız vardı, yolcularımıza saray konforu, rahatlığı yaşatmak için. Her gelen üç gün misafir edilirdi. Misafir yer – içer, dinlenir ve öylece devam ederdi yolculuğuna. Şehirlerimizin kalabalık yerlerinde sadaka taşlarımız olurdu. Zenginlerimiz sadakalarını verecek kimse bulamazsa, getirir sadaka taşına koyardı hayrını, fakirimiz de elini uzatır ve ihtiyacı kadarını alırdı oradan. Yolcularımız zengin de olsa zekâta layık görülürdü. Çok uzaklarda değil çok yakınımızda olan şeylerdi bunlar. Yetmişli yıllarda Elazığ otobüs durağında parası biten bir yolcu, hanımının altınını bozdurmak ister. Bunu gören birisi yolcuya elli lira verir. Bir gecelik otel iki buçuk liradır. Yolcu varacağı yere vardıktan sonra bir teşekkür mektubuyla parayı gönderir ama bir pusulayla birlikte geri döner para. Pusulada, “Evladım verdiğim para benim zekatımdı. Sen yolcu idin ve zekâta hakkın vardı. O zaman bu paranın zekat olduğunu söyleseydim belki almazdın. Bu para artık benim değil senindir” yazar.
Cömertlik israf etme değildir. Zira cömert nefsine değil başkasına karşı sehavet içerisindedir, kendi menfaatini gözetmez cömert Rabbın rızasını talep eder. Bu yönleriyle cömertlikle israfın arası doğu ile batı kadar ayrıdır.
Allah’ın (cc), peygamberin (sav) ahlakıyla mütehallik olmadır cömertlik. Mü’min de cömert olmalıdır. Ebu Saîd el-Hudrî (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “İki haslet vardır ki bir mü’minde asla beraber bulunmazlar: Cimrilik ve kötü ahlâk.” Cimriliğin kötü ahlakla komşu olması manidar değil mi?
Cömertlik önce gönülden başlar. Gönlünde Yaradanın cömertlik çırasını yakmayan, Cennetin cömertçe kendini arz edeceğine inanmayan, vicdan kültürü oluşturamayan bilemez cömertliği. Yaşatmak için yaşamayanın sehâdan nasibi olmaz. Verince gönülden veren, kırmaz hiç bir gönlü… Kırmamak için gece verir, gündüz verir, ama sağ elinin verdiğinden sol elinin olmaz haberi. Çünkü vermede esas Hak rızasıdır. Mü’min verdiği şeylerin Rabbe ait olduğunun farkındadır ve hiç bir beklenti içerisinde olmaz, eğer bekleyecekse bir mükafat, onu da yine Rabbinden bekler.(2/274)
Verme duygusu gönlüne giren kişi, infak etmek için malının çok olmasını beklemez. Az iken az verir, çok iken çok, bazen maldan verir bazen zamandan. Bazen candan verir, bazen fıtrattan… verir ama, verdikçe paylaştıkça genişler ruhu. Bir gün Efendimiz (sav) herkese haber saldı, bugün infak günüm diye… Herkes geldi ve ihtiyaçları ne varsa aldı ve sevinerek ayrıldılar. Ne zaman ki evinde dağıtılacak bir şey kalmadı işte o vakit uzaklardan bir karartı belirdi. İnfak haberini geç almış bir ihtiyaç sahipli, kan-ter içerisinde yetişmişti mescide ama alacak bir şey de kalmamıştı. Başladı kendi kendisini ayıplamaya… Ne talihsiz, ne bahtı kapalı bir kişiyim ben vs diyordu. Efendimiz (sav) adamın ne istediğini sordu. Adam ihtiyaçlarının olduğunu, ama dağıtıma yetişemediğini söyledi. Efendimiz (sav) “sen pazara git ne ihtiyacın varsa al ve benim ödeyeceğimi söyle” buyurdu. Bunu duyan adam pazara koştu ve ihtiyacı olan malları aldı. Onun mutluluğu Efendimizi de (sav) çok mutlu etmişti.
Yüreğimizde diri tutmamız gereken en önemli hasletlerden biri de cömertlik duygusu olmalıdır. Bu duygu nice Esma-i İlâhiye ayine olmaya vesile olacak ve nice insani latifelerin inkişafına medar olacaktır bilinmez. Çocuklarımıza infak duygusunu yaşatmalı ve onların infak edecekleri kanallar açmalıyız. Ebubekirce nasıl verilir, Osmanca nasıl hayır yapılır, Hacı Ataca, Pekmezcice, Halim Babaca nasıl tükenilir bu Dünya’da hiç ama hiç unutulmamalı. Şimdilerde felç olmuş, dumura uğramış bu yüce haslet, bizim medeniyetimizin en temel harcıdır zira.
Unutmamalı ve unutturmamalıyız…