Bugün 4 Mart 2021. Kara bulutlar gibi sabahtan beri tarifsiz bir hüzün içimi kapladı. Zira bugün 3 Kasım 1986’da yayınlandığı ilk günden 4 Mart 2016’a kadar her gün okuduğum gazeteme kayyım atanmasının 5. yıl dönümü. Kaldı ki sadece bir okur değil, 1992 yılından itibaren de hem köşe yazarıydım hem de değişik bölümlerinde çalışmıştım ben o gazetenin.
1992’dan 2016’ya. Tam tamına 24 yıl. Çeyrek asırlık bir ömür. Promosyon bölümü, akademi sayfası, yayın koordinatörlüğü, yayın danışmanlığı ve köşe yazarı. Bu 24 yıl içinde 5 ayrı mevkide görev yaptım. Fiziken Çobançeşme sokağındaki binamızda çalıştım 2000 yılına kadar. Bugün yıllarca birlikte mesai yaptığım arkadaşlarım, benden daha genç olup bayrağı kendilerine teslim ettiğimiz meslektaşlarımın hemen hepsi ya YouTube’da yayın yaptılar ya köşe yazıları kaleme aldılar ya da Twitter, Facebook gibi sosyal medya mecralarında düşüncelerini dile getirdiler. Hepsini dinledim, izledim, okudum. Okur yorumlarını da okudum. “Zaman zaman değil her zaman ZAMAN” yorumu çok hoşuma gitti.
Ben de haramilerin yaptığı müsaderenin beşinci yılı münasebetiyle yapılan değerlendirmelere bir yazı ile katılmayı, 24 yılımı verdiğim gazetem hakkında hissiyatımı paylaşayım istedim. Bunu hem Zaman’a hem zamanlarını harcayarak Zaman’ı Zaman yapan okuyucularımıza hem de yaşanılan bu ifritten süreci bu satırlardan okuyacak gelecek nesillere karşı vefanın gereği olarak gördüm. Başladım ama bitiremedim. Hüznüm buna mâni oldu. Zihnimde hatıralar hatıraları kovaladı gün boyunca. Okuduğunuz yazının yarısını bu hissiyat içinde yarısını da TR724’deki yazı günüme daha 4 gün var diyerek ağırdan alarak daha sonra kaleme aldım.
Ben gazeteci değilim. İlahiyat fakültesi tefsir-hadis bölümü mezunuyum. Çok kısa bir dönem yaptığım yayın koordinatörlüğü vazifesini bir kenara bırakacak olursak Zaman’da çalıştığım zaman boyunca hep mesleğimi yaptım. Promosyonda çalışırken okuyuculara hediye olarak verdiğimiz merhum İbrahim Canan’ın tercüme ettiği Kütüb-ü Sitte, merhum Vehbe Zuhayli’nin İslam Fıkıh Ansiklopedisi ve merhum Elmalılı Hamdi Yazır’ın Hak Dini Kur’an Dili tefsirinin tashih ve editini yapmıştım. Tashih ve editin sebebi promosyon baskısı için hepsini yeniden dizgi yapmamızdı. Akademi sayfasında Hocaefendi’nin vaaz ve sohbetlerinden parçalar derleyerek okuyucunun hizmetine sundum. Yayın danışmanlığında dini perspektiften hem yayının geneli hem de günlük yayınlarımızla alakalı değerlendirmeler ve tavsiyelerde bulundum.
1992 yılında başladığım köşe yazarlığına gelince: “Fıkıh Dünyası” isimli köşede Enes Ergene ile beraber, “Yaklaşımlar” isimli köşemde de yalnız olarak okuyuculardan gelen dini sorulara cevaplar vermeye ya da Türkiye ve dünya gündemindeki dini konular üzerinde haftalık yazılar kaleme aldım. 15 günde bir yayınlanan yorum yazılarım, Cuma, Pazar ve Aile eklerinde ara sıra yazdığım yazılar da var. Hasılı, gazeteci değilim, Zaman’da gazeteci olarak da çalışmadım ama gazetede dini konuları kaleme alan bir köşe yazarı idim.
Zaman’da geçen yıllarımı bu kadar uzunca anlatmamın sebebi aşağıda dile getireceğim hakikatlerin perspektifini belirlemek. Zira gazete deyince özellikle ülkemizde hep siyaset akla gelir. Belki doğrusu da odur. Dünyadaki örneklerine baktığımız zaman da bunu görüyoruz. Gazeteler siyasi gündemi ağırlıklı bir muhtevaya sahip. Siyasete ayrılan sayfa sayısı, siyasetle alakalı yorumlar kaleme alan köşe yazarlarının adedi bunu gösteriyor. Ekonomi ile iç ve dış haberleri de siyasi gündemin içinde mütalaa ederseniz, gerçekten gazete siyasetin ele alındığı bir muhtevaya sahip. Zaman da bundan müstağni değildi ama Zaman’ı emsallerinden ayıran bir çok özellikleri vardı. İşte Zaman’da çalıştığım 24 yılı anlatırken dile getirdiğim vazifeler bunun bir göstergesi. En basitinden tiraj sayısını artırmak için hemen bütün gazetelerin kupon karşılığı hediye verdiği yıllarda herkes çanak çömlek verirken Zaman yukarıda saydığım kitapları veriyordu.
Zaman sadece bir gazete değildi. Diğer tüm medya kuruluşları gibi ait olduğu medeniyetin referans değerlerini taşıyordu. Bu değerleri kimlik ve kişilik inşası ve muhafazası adına okuyucularına aktarıyordu. Bir okuldu Zaman ve aynı zamanda bir ekoldü. 30 yıllık yayın hayatında gerçekten bir okul gibi çalıştı. Sadece gazetenin genel merkezinde çalışan insanlar değil düzenli Zaman okuyucusu olan herkes bu okulun talebesiydi.
Evet, Zaman takip ettiği yayın politikası, kullandığı haber dili, tercih ettiği köşe yazarları ve tabii ki fotoğrafları ile okuyucusuna insana, insanlığa, hayata, hadiselere ve tabiata nasıl bakılacağını konusunda bir bakış açısı kazandırmaya çalıştı yıllar boyu. “Her türlü çözüme problem üretilir” mantığının değil, “Her türlü probleme çözüm üretilir” felsefesi ile sorunları ele aldı ve çözüm önerileriyle birlikte haberleştirmeye çalıştı. Bu tutumuyla siyasi karar alıcılardan toplumdaki en küçük ferde kadar yol gösterici bir rehber olmak için çabaladı. Maalesef devletin ayakta durmak için sürekli canlı tuttuğu kırılgan fay hatlarını birleştirmeye, farklı farklı “Biz”lerden oluşmuş toplumu gerçek “Biz” yapmaya gayret etti. O kırılgan fay hattı dediğimiz inançlılar-inançsızlar, Müslümanlar-azınlıklar, sağcılar-solcular, Sünniler-Aleviler, Türkler-Kürtler ve en genel anlamda devlet-vatandaş arasında bir tutkal görevi görmeye gayret etti. Zalimin değil mazlumun yanında olmak için gayret gösterdi. Zalime arka çıkmadı, mazluma kimlik sormadı. Gücünü sermaye sahiplerinden değil, okuyucusundan ve basın meslek ilkelerinden aldı. Güç karşısında eyvallah etmedi. Etseydi zaten devlet içine çöreklenmiş hırsızlar ve katiller gazeteye el koymazdı.
Hiç mi hata yapmadı? Kim iddia edebilir ki bunu? Hele insan unsurunun olduğu ve gazete gibi zamana karşı yarışılan meslekte, hızlı ve anlık kararların verildiği bir atmosferde hata yapmamak mümkün mü? Peygamber mi orada çalışan insanlar? Haşa ve kella vahy ile mi müeyyed ki hata yapmamalarını bekleyelim. Elbette hataları olmuştur. Yayın politikası itibariyle hatalı olan tercihleri vardır. Haberlerde maddi hatalar söz konusu olmuş olabilir. Ama şundan emin olun ki kasıtlı olarak hata yapılmamıştır. Kendisini ötekileştiren ve düşman belleyen insanlar, gruplar dahil kim olursa olsun hiç kimse hakkında yalan söylenmemiş ve iftira atılmamıştır. Bugün havuz mu, zift mi, yandaş mı adına ne diyeceksiniz deyin gazete diye ortada dolaşan iktidar borazanı sözde evrak-ı perişanların bir günde söylediği yalanların bir tanesini bile 30 yılda söylememiştir.
Şimdi Zaman 5 yıldan beri yok. Zaman gibi, Bugün, Samanyolu TV, Cihan Haber ajansı, Aksiyon dergisi gibi hak ve hakikatin hatırını her şeyin üzerinde tutan ve devletin ceberut gücüne karşı vatandaşın hakkını muhafaza uğruna yayın yapan gazete ve yayın kuruluşları da çok yok. Cengiz Çandar’ın deyimiyle istisnalar tabii ki hariç mevcut yayın kuruluşlarının hemen hepsi iktidar karşısında kimisi rükuda kimisi de secdede. Ama Zaman okul ve ekolünde yetişenler teknolojinin imkanları kullanarak hala aynı ilkelere bağlı olarak bir taraftan insanımızın hak ve hukukunu koruma diğer taraftan din, dil, kültür, sanat, müzik, edebiyat, spor vb. hayatın bütün dallarında kimlik ve kişilik inşası ve koruması uğrunda çalışmaya ve mücadele etmeye devam ediyorlar. Bu yazıyı okuduğunuz TR724 online platformu onlardan sadece biri. Zaman’ı gasp edenlerin böylesi bir sonucu öngördüklerini hiç düşünmüyorum.
Evet, bir Zaman gazetesine el koydular, kapısına kilitler vurdular, köpekleri olan adaletsiz adaleti oraya yerleştirdiler ama ruhuna dokunamadılar ve “Zaman” ilkbaharda kovanlarına sığmayan bal arıları gibi onlarca belki de yüzlerce oğul verdi, dünyanın dört bir yanındaki çiçeklerden nektarlar ve polenler alıp bal yapmaya devam ediyor.