Bazı mübârek varlıkları
“inât” ile anıp, onlara haksızlık yapıyoruz…
Öyle “insanımsı” lar varki, inadın katmerli, karesinin karesine sahipler.
Yanlış olduğunu bile bile körolası nefisleri için yanlışta inat ediyorlar…
Babam “Olmazla başaçıkılmaz” derdi.
Evet olmazla, olmamış insanla başaçıkılmaz !
Allâh şerlerinden muhâfaza buyursun !
Halbuki Allâh inadı hakta ısrâr, hakkı yükseltmek için vermiştir.
Hakk’a hizmet etmeyen inat öyle mel’undur, öyle mel’undur ki başka rezil hisleri de besler, insanı insanlıktan çıkarabilir…
Nefsin zaptedilemez arzuları ve şeytanın körüğüyle üflediği kin ve nefret, inat ateşini sönmez, söndürülemez bir hâle getirir.
İçteniçe inat, kin ve nefretle,
bir mağma gibi kaynayan insanlardan kesinlikle uzak durmak gerektiğini yeni yeni anlıyorum.
Her şeyi başımıza yıkan işte bu tiplerdir…
Kendilerini, ailelerini, insanlığı gözlerini kırpmadan yakabilirler.
Çünkü bu duygular onlardaki “adâvet” düşmanlık hissini alabildiğine körükler, neredeyse kimseyi sevemezler…
Bir egosantirist gibi sâde kendilerini görür, kendilerine bakar, kendileri için yaşarlar.
İç âlemlerinde kendilerine olan sevgi, yıkıcı şiddetiyle diğer bütün sevgileri öldürmeye kâfidir…
Evet, bu insanları teşhis ettiğiniz an onlardan uzaklaşmalısınız.
Yoksa eninde sonunda onların oduna siz de yanar, ateşlerine kapılıverirsiniz…
Hele hele bir de çok merhametli iseniz hayat boyu yanarsınız.
Bilirsiniz merhamet mü’mine çok yakışır, mü’min merhametlidir…
Yine de bâzen merhametin mü’minin en zayıf yönü olduğunu düşünürüm, bu bir zaâf mı yoksa güç mü ? Rabb-ı Rahîm bilir…
Rabbimiz merhameti kendisine yazdığına göre merhamet ulaşılmaz bir güç, aşkın bir kuvvet olmalı.
Fakat beşerî göstergelere göre inat, kin ve nefret kolayca yıkarken, merhamet uzun yıllar çalışarak inşâ edebilir…
Âh ki, kötülükten beslenen bu inatçı tipler bir de sûret-i hak tarafında durup, mazlûm görünen zâlimlerse vay hâlinize !
Günümüzün diktatörleri de işte böyle değiller mi ?
Kimseye derdinizi anlatamaz, haklıyken müteâddit kereler haksız konuma düşersiniz…
Ortadoğu, Anadolu insanı acelecidir. Ölçüp, biçmeden, düşünüp, tartmadan karar verir.
Acele ile olaylar tek taraflı dinlenildiğinden her iki tarafta olan-olabilecek problemler görülemez…
Acizâne her anlaşmazlıkta bütün tarafların problemli olduğunu-olabileceğini düşünürüm.
Kur’ân’ın getirilen haberler karşısında “tarafları dinleme” emrini çok önemserim…
Gel gör ki acele etmek hep hatâ yaptırır.
Akıllı davranıp kendinizi zamanında anlatamazsınız, herkesin nazarında mahkûm olursunuz.
Güzelim Hizmet Hareketi’nin Anadolu Halkları nazarında düştüğü durum da aynen böyledir.
Hakkınızda hüküm verilmiştir artık…
Bir de bütün bunlar kardeşler, dostlar, akrabâlar, eşler arasında yaşanıyorsa merhametli olan baştan mağdûr olmuştur.
Beyhûde dövünüp, durursunuz…
Kendinizi ve çevrenizi kindâr, gaddâr, egoist zâlimin elinden kurtarmaya çalışırsınız, fakat ateş her tarafı sarmıştır…
Tek çâreniz kaldığını düşünürsünüz, eğer becerebilirseniz o diyârı terketmek !
Dedim ya buna da merhametiniz, merhamet kaynaklı vatan, âile, çocuk ve insân sevginiz elvermez…
Kendinizden dahi vazgeçersiniz, onlardan vazgeçemezsiniz.
Sizi azâba gark eden deccalın sevdiklerinizi, hattâ kendisini bile nâra yakmasını istemezsiniz…
Dedim ya ! Mü’min merhametlidir !
Neticede iki yol görünür ;
– Ya dünyânızı kurtarmak, rahat bir nefes almak düşüncesiyle, evi-barkı, vatanı terk edip gidecek, zâlime sırtınızı dönüp, yarınlara bakacak ve dönüp bir daha arkanıza bakmayacaksınız…
– Yada yüzünüzü ahirete dönüp, sevgi ve merhametle sabredip dayanacak, karşılığını Allâh’tan bekleyeceksiniz…
Zor iş, hemde çok zor !
Şimdilerde bencillikle, diğergamlık arasında bulunan ince bir çizgiyi farkettim ; “Sabır ve merhamet ummânı” ile “yeter artık volkanı” iki yakın komşu imiş, aralarında ince bir zar, ince bir hat var…
Belki de bir adım, müspet yâhut menfî bir adım, her şeyi değiştirebilir.
Ne çâre ki inatçı inat, beslendiği kin ve nefretle tek bir milim, tek bir müsbet adım atmaz !
Müspet hareket, müsbet adım hep merhametlinin yüküdür.
Oturup kara kara düşünürsünüz o halde ne yapmalı ?
Üçüncü bir yol gelir aklınıza ; Durumu Rabbimiz’e arz etmek.
Zâlimin ıslâhı kâbil ise ıslâhını taleb.
Değilse bir “Hasbünallâh” çekerek, laftan anlamaz, yolagelmez azgını Allâh’a havâle etmek.
Bu bile bir imtihân !
İnat ve beslemeleri mi ? Merhamet mi ?
Merhametin, teslîm ve havâle ile imtihânı…
Dünyâ imtihân dünyâsı…
Acaba Rabbimiz hangi durumdan râzı, bizden ne bekliyor ?
Bir bilebilsek, bir anlayabilsek kazanacağız !
Ah dünyâ, hâin dünyâ, gaddâr-mekkâr dünyâ hep kötülerin yüzüne gülüyorsun !
Kesin olan birşey var, mü’min dünyâda hep ağlayandır !
Ahirette ne olacağını ise sâdece ve sâdece Allâh bilir…
Merhameti kendine yazan, merhameti mü’mine emreden, Rahmân ve Rahîm olan bilir !
Yaşadıklarımıza bir de bu cihetten bakmak lâzım…
Zâlimin hâli nice olur ? Mazlûmun hâli nice olur ?
Son sözü kesen, söyleyen, Rabbimiz ne der ?
İnanıyoruz, ki her hâlükârda “Âkıbet müttâkilerindir”
İnşâllâh doğru tarafta bulunuruz…
Bu arada bulundukları yerde keyfedenlere de bir çift sözüm var ;
Statükocu, hep banacı, vurdumduymazlar !
Şakşakcılar, kör-sağır-dilsiz şeytânlar !
Olanları ya görmüyorsunuz, yada konforunuz bozulmasın diye görmemezlikten geliyorsunuz…
Yıkım çok ama çok fazla !
Eğer müdahale etmezseniz yarın sizde yıkılacaksınız !
Bununla berâber unutmayın, sizde Allâh’a hesap vereceksiniz !
@MANSURTURGUT