KHK’lı öğretmen Merve Kol, kızıyla birlikte hapis yattı. Cezaevinde kaba muamele ve hakarete maruz kaldı. Toplum tarafından dışlandı.
SEVİNÇ ÖZARSLAN | BOLD
Merve Kol, Denizli’de bir devlet okulunda psikolojik danışmanlık yaparken 1 Eylül 2016’da çıkarılan KHK ile ihraç edildi. 4 yaşındaki kızı Pınar ile Meriç’i geçmeyi başaran Merve Öğretmen, bu kararı kolay almadığını anlattı. Kol, görev yaptığı okulun müdürü ihraç edilenlerle görüşenlere tutanak tutacağını söyledi. Yalnızlaştırıldığını ve dışlandığını vurgulayan Kol, yaşadığı apartmanın duvarına “Burada terörist istemiyoruz” yazıldığını dile getirdi. Özgeçmişinin beğenilmesine rağmen KHK’lı olduğu gerekçesiyle işe alınmadığını belirten Kol, geçinebilmek için pazarcılık yaptığını aktardı.
Zorlu günler yaşayan Merve Kol, üstüne bir de eşiyle fikir ayrılığına düştü. 12 Mayıs 2017’de tanık ifadeleri ve Bylock kullandığı iddiasıyla tutuklanan Merve Kol, o zaman 2,5 yaşında olan kızıyla 5 ay Denizli T Tipi Cezaevinde kaldı. Cezaevinde birçok kez kaba muameleye ve hakarete maruz kaldı. Çıplak arama dayatmasını o da yaşadı. Hapiste hastalanan kızı bir hafta sonra doktora götürüldü, ilaç verilmedi. Bir gardiyan bağırdığı için kızının korkup duvar köşesine sindiği o anları unutamadığını ifade ediyor. Hem boşandığı hem de örgüt üyesi ilan edildiği için akrabaları ondan utandığını söyledi.
Ülkesinde nefes alamayacak hale geldiğini ve başka çaresi kalmadığını düşünen Merve Kol, Kasım 2018’de Meriç’i geçerek Yunanistan’a sığındı. 8 ay kızıyla birlikte Yunanistan’da yaşadıktan sonra İsveç’e yerleşen Kol, “En azından kızım için daha farklı, daha güzel bir hayatım olduğunu düşünüyorum. Benim yaşadıklarımı yaşamayacak, bu beni çok mutlu ediyor. O dışlanmayacak. Ondan kimse utanmayacak. O kimseden utanmayacak. Başı dik olacak ve rahat güzel bir hayatı olacak” diyor.
İşte 33 yaşında KHK’lı bir öğretmenin yaşadıkları… Video için tıklayın.
“APARTMANIMIZA BURADA TERÖRİST İSTEMİYORUZ YAZILDI”
“1 Eylül 2016’da ihraç olduktan sonra yaşadığımız ilçede baskıya, dışlanmaya maruz kaldık. Yaşadığımız binanın duvarlarına, ‘burada terörist istemiyoruz’ tarzında yazılar yazılıyordu. İlçe Milli Eğitim Müdürümüz ihraç olanlarla görüşen arkadaşlarımıza tutanak tutacağını, işlem yapacağını söylüyordu. Bunun gibi durumlar yüzünden arkadaşlarımız bizimle konuşmaktan korkuyorlardı. Yalnız kalmıştık ve başımıza bir şey gelmesinden korkuyorduk. Çünkü o dönem bazı dükkanları taşlıyorlardı. Sıkıntılı bir süreçti.
“İŞ BULAMAYINCA PAZARCILIK YAPTIM”
Biz birkaç sefer taşınmak zorunda kaldık. Bu taşınma süreçlerinde iş aradık. İşverenler CV’mizi gördüklerinde bizimle çalışmak istiyordu ama ihraç olduğumuzu öğrendiklerinde başlarına bir şey gelmesinden endişe ettikleri için çalışamayacaklarını söylüyordu. Uzun bir müddet iş bulamayınca pazarcılık yapmaya başlamıştık.
Daha sonra 2017’de eski eşim gözaltına alındı. İfadesinde “Eşime de ByLock programı yükledim” diyor. Beni de ifadeye çağırdılar. Gözaltına alındım. Kendilerine yardımcı olmam istendi. İyi bir anne olup kızıma kavuşmak için bildiklerimi anlatmamı istediler. Onların işine yarayabilecek bir bilgim yoktu açıkçası. Eski eşim bırakıldı. Ben tutuklandım.
“CEZAEVİNDE BİR KALIP SABUN İÇİN YALVARDIK”
5 ay Denizli T Tipi Cezaevi’nde kaldım. Yeni yapılmış bir cezaeviydi ve içinde yatak dışında hiçbir şey yoktu. Bomboştu. Bir kalıp sabun için uzun süre yalvarmıştık. O gün kantin günü değilmiş. Kantin günü çok başka bir gün. Kantin günü ne demek tabi bunları o zaman bilmiyorduk. Kantinden bir şey alabilmek için kantin fişine ihtiyacımız varmış. Kantin fişini alabilmek için dilekçe yazmak gerekiyormuş. Dilekçe yazmak için kağıt ve kaleme ihtiyacımız varmış ama onları da kantin fişiyle almamız gerekiyormuş. Böyle bir kısır döngü… Bunları öğrenip, ifade edip karşı tarafla anlaşana kadar bayağı cebelleşmiştik.
“TOZDAN, KİRDEN GÖZKAPAKLARIM KAPANDI”
Kaşık, çatal gibi ihtiyaçlarımız 15 gün sonra gelmişti ve o dönem boyunca karavanalara ekmek banıp yemek yiyorduk. Ben artık tozdan kirden temizlik yapmamaktan hasta olmuştum. Göz kapaklarım kapanmış, çapak bağlamıştı. Çok zor bir süreçti. Gözlüğüm kırıldı tamir etmek için verdim. Kaybettiler. Akıbetini soruyordum, gözlüğüm ne oldu acaba diye ‘burası tatil köyü mü sandın’ diye azarladılar.
“KABA MUAMELELERE, HAKARETE MARUZ KALDIM”
Gözaltında olsun mahkemede olsun, cezaevine girişte olsun kaba muamelelere, hakarete maruz kaldım. Korkutulup, sindirildik açıkçası. İzinsiz nefes bile alamayacak bir hale getirilmiştik. Cezaevine girişte çok çirkin bir aramadan geçtim. Onur, gurur, haysiyet dümdüz edildi tabirini sanırım burada kullanabilirim. Çok çirkin günlerdi gerçekten.
“KIZIM YÜZ YAŞINDA GİBİYDİ, ACI İÇİNDEYDİ”
Kızım görüşlere getirilip götürülüyordu. 2 yaşındaydı o zaman ama çok perişan bir haldeydi. Yani 100 yaşında gibiydi. Kesinlikle 2 yaşında değildi. Acı içindeydi. Babasının çalışması gerekiyordu o dönem. Babası anneme vermeyince mecburen kızımı yanıma aldım. Çocuk olduğu için ona farklı bir muamele yapılacağını düşünmüştüm ama o da benimle yapılanlardan nasibini aldı. 1 oyuncak, 1 boya defteri, kalemi, bir hikaye kitabı vermediler kesinlikle. İç kantin, dış kantin, cezaevi müdürlüğü, sosyolog, psikolog cezaevinde nereye yazılabilecekse bildiğim her yere, her gün dilekçe yazdım. Çocuğumun ihtiyaçlarını istedim ama hiçbir şekilde birine ulaşamadım.Kızım hasta olmuştu. Doktora çıkarmadılar başta. Çocuk nefes almakta çok zorlanıyordu. Bir şey olursa sorumluluk alacak mısınız dedim, o zaman çıkardılar. Doktor ilaçlarının verilmediğini öğrenince aciliyeti var neden vermediniz dedi. Sonra bana şırınga verdi, tuzlu su yap burnuna sık diye. Vermiyorlar tuz dedim, kantinde yokmuş. Doktor verin dediği için bir tutam tuz verdiler.
KURAN-KERİM BİLE 2 AY SONRA GELDİ”
Müslüman bir ülkede yaşıyorduk ama Kur’an’ı Kerim bize 1-2 ay sonra geldi. Hiçbir şey yapamıyorduk orada. Yan koğuştaki bir arkadaşımız bizim koğuşa getirilmişti. O gelirken bir Kur’an’ı Kerim getirmişti. Onu parçaladık resmen, cüzlere ayırdık, 20 kişi herkes okusun diye. Aramızda döndürüp o sayfaları okuyorduk. Böyle bomboş, hiçbir şeyin olmadığı bir cezaevi düşünün… Çimento kalıntılarını toplayıp tespih yaptık. Buldukları zaman çöpe atıyorlardı. O da yasak. Namaz kılmak için mecburen battaniyeleri yere seriyorduk. ‘Devletin battaniyesi yere seremezsiniz’ diye çok bağırıyorlardı. Hakaret ediyorlardı.
“SU DAMACANALARINDAN SU SAATİ YAPTIK”
Saat mesela, hayati bir şey, büyük bir ihtiyaç, saatimiz sanırım 3-4 ay sonra gelmişti. Namaz kılacağız, oruç tutacağız, güneş saatini anlamaya çalışıyorduk. Güneşle saati tespit etmeye çalışıyoruz. Koğuşta bir hemşire vardı. O 5 litrelik su damacanalarından su saati yapmıştı. Üstteki şişeden biraz su damlıyor, Sabah kapılar açıldığı zaman gardiyana soruyoruz ‘saat kaç’, oraya bir çizik atıyoruz. Sayıma geliyorlar, ‘saat kaç’, oraya bir çizik daha atıyoruz. O şekilde bir saat yapmaya çalışmıştı. Aramaya geliyorlardı. Tabi üretmek yasak. Götürüyorlardı. Böyle her şeyi çok zorlaştırıyorlardı.
“BİRKAÇ AY SICAK SU VERİLMEDİ”
Birkaç ay sıcak su hiç verilmemişti. 5 litrelik su şişelerini güneşe dizmiştik. Onları birazcık ılıştırıp duş alıyorduk. Çocuğu da onunla yıkıyorduk. Çocuk oynasın diye kendimizce oyuncaklar üretmeye çalışıyorduk ama aramalarda topluyorlardı. Kızıma bebek yapmak istedik. Bir arkadaşımızın seccadesi vardı. Bu incecik olanlardan. Oradan yavaşça bir iplik çekiyorduk. Bir ablamızın iğnesi vardı. 20 kişiye bir iğne düşüyordu. Hemşire ablamız kendi yastığından elyaf çıkarmıştı. Bir arkadaşımızdan beyaz çorap bulmuştu. Bunlarla kızıma bir bebek dikmişti. Kızım o bebeği çok sevmişti, yanından hiç ayırmıyordu. Çöp torbasından yatak, salıncak yapıyorduk. Bir aramada yine üretmek yasak diye çocuğun bebeğini alıp götürdüler. Ne kadar dil döksek dinlemediler.
“BİR GARDİYAN KIZIMA ÇOK BAĞIRIRDI, YAVRUM KORKUP DUVARA SİNERDİ”
Yani o küçücüktü ama onu da kötü ararlardı. Hepsi için bunu söyleyemem ama özellikle bir gardiyan aramalarda çok bağırırdı. O bir çocuk diye düşünmezdi. Onun da ihtiyaçlarını gidermezlerdi. Onun adına çok üzülüyorum. Bazı memurları gördüğü zaman böyle duvara sinip korka korka bir yürüyüşü var, o çok gelir gözümün önüne. Koğuşun önünde uzun bir koridor, koridorun sonunda da demirden bir kapı vardı. Akşamları çöpü götürüp koridorun sonuna bırakırdık. Sırayla yapardık bunu. Her çıkan kızımı ona bir değişiklik olsun diye yanında götürürdü. O kapıya çıkar, orada onu biraz sallarlardı. Çok mutlu olurdu. Ama buna bir-iki memur izin veriyordu.
“OKUDUĞUMUZ GAZETELER YASAKLANDI”
5 ay boyunca hiç kitap okumamıştım. İlk kitabım tahliye olduğum gün gelmişti. Bir ara gazete gelmeye başladı. Sonra bizim okuduğumuz belli gazeteler yasaklandı. Onları okuyamadık. Çıktığım ilk mahkemede, 29 Eylül 2017’de tahliye oldum. Benim tahliye olduğum mahkemede eski eşim tutuklandı. O da 4 ay kadar kaldı. Ben o süreçte içeride el işi yapmayı öğrenmiştim. Takı yapıyordum. Takıları satarak geçinmeye başladım.
“KIZIMI YETİMHANEYE VERMEKLE TEHDİT ETTİ”
Daha sonra eski eşim tahliye oldu. O devletine yardımcı olmuştu. Yani isim vermişti. Benim de yardımcı olmamı istiyordu. Fikir ayrılığına düştük. Çünkü bunun bendeki karşılığı yardımcı olmak değil, arkadaşlarıma iftira atmaktı. Ben böyle bir şey yaşamak istemedim. Bunu yapmak istemediğim için şiddete ve çok çirkin muamelelere maruz kaldım. Eğer tekrar tutuklanırsam kızımı yanıma vermeyeceğini söyledi. Yetimhaneye vermekle tehdit etti. Benim için çok zor bir süreçti.
“KENDİMİ YAPAYALNIZ HİSSETTİM”
Artık kızım için bir şeyler yapmam gerektiğini düşünmeye başladım. Kendimi artık geçmiştim ama çocuğumu öyle bir ortamda büyütmek istemiyordum. Biz ayrıldık. Ben artık hem örgüt üyesi hem de boşanmış bir kadındım! Türkiye’de boşanmış kadın olmak da çok kolay bir şey değilmiş. Düşündüğüm kadar da modern bir ülke değilmişiz. Kendi ailemden bile benden çekinenler oluyordu. Biri ‘sen ihraç olmuş bir insansın’ diyor, o açıdan benden utanıyor. Başka biri boşanmış bir kadın olduğum için bunu kimseye söylemememi istiyor. Çok yalnız hissettim kendimi. Gerçekten yapayalnız hissettim.
ÜLKE SOSYAL DENEY GİBİYDİ
Çok yakın bir arkadaşım ismimi vermişti. İtirafçı olmuştu. Çok enteresandı. Ülke sanki sosyal bir deney gibi, nasıl anlatabilirim bunu bilmiyorum. Keşke bilim insanları inceleyebilse. Mesela bize en kötü muameleyi yapan gardiyanın bir akrabası tutuklanıp koğuşumuza geldi. ‘Benim burada çok sevdiğim bir akrabam var, çok güleçtir, çok candan, çok iyi bir insandır’ diyor. Biz öyle birini görmemiştik. Sonra en korktuğumuz, bize en kötü davranan gardiyan çıktı. ‘Hayır asla olamaz, karıştırıyorsunuz’ dedi. Sonra o gardiyan geldi. Akrabası olan kadın bağırmalarını, hakaretlerini duyunca şok oldu. Dışarıda çok iyi, güler yüzlü bilinen biri içerde insanların canını yakıyor.
Eski eşim de o zaman tehdit ediyordu. Çünkü onun isteği ‘ben de konuşayım, artık bu süreçten kurtulalım, bir daha bizim kapımıza gelmesinler. Normal bir hayata başlayalım’ istiyordu. Ama bunu başka insanlara zarar vermeden yapmanın bir yolu yoktu. Ayrıldıktan sonra da tehdit etmeye devam etti. O yüzden ben artık bir şey yapmam lazım diye düşündüm. İş zor, yalnız yaşamak zor. Cezaevine tekrar girme ihtimalim var. Tekrar girersem çocuğumu bana göstermeyecekler diye farklı yollar araştırmaya başladım. Yurt dışına çıkmaya karar verdim.
“KIZIMLA BİRLİKTE MERİÇ’İ GEÇTİK”
Kasım 2018’de kızımla birlikte Meriç’i geçip Atina’ya ulaştık. Atina’da 8 ay kadar yaşadık. 1,5 yıl önce İsveç’e geldim. Kendi evimi kuralı 7 ay oldu. Dil eğitimi alıyorum. Kızımla beraber kapıya polis gelir korkusu olmadan, kimseye ihtiyacım olmadan yaşayabiliyorum. Mesleğimle alakalı hayallerim var. Burada güzel bir dil eğitimi aldıktan sonra, kendimi geliştirip, yapmak istediğim şeyler var.
“KIZIM BURADA DIŞLANMAYACAK, KİMSE ONDAN UTANMAYACAK”
Türkiye’deyken ‘hiç bitmeyecek mi acaba bu günler, hiç kurtulamayacak mıyım’ diye düşündüğüm zamanlar olmuştu. Özellikle o dört duvar arasındayken kendimi çok çaresiz hissediyordum. Çıktıktan sonra da kimsenin seni anlayamaması, seni anlayan insanların sana yardım edememesi, seni seven insanların bile başlarına bir şey gelir korkusuyla sana yaklaşamaması vs. bunlar çok zor şeylerdi. Bunların hepsinden kurtulmuş olmak çok güzel bir duygu. En azından kızım için daha farklı, daha güzel bir hayatım olduğunu düşünüyorum. Benim yaşadıklarımı yaşamayacak, bu beni çok mutlu ediyor. O dışlanmayacak. Ondan kimse utanmayacak. O kimseden utanmayacak. Başı dik olacak ve rahat güzel bir hayatı olacak diye düşünüyorum.”