“Nil Nehri’nin kenarında, bir kurt kuzuyu kaparsa, Allah’ın adaleti gelir onu Ömer’den sorar” diyen ve bu inceliklerle endişeli ömür süren Büyük Halife, uçsuz bucaksız çöllere adaletiyle nam salıyordu.
Zulmüyle zirveleşen, masum insanlara karşı, akla hayale gelmedik zalimlikleri sergileyen dönemin firavunlarını, Allah’ın izniyle Kızıl Deniz’in derinliklerine gönderen, asasıyla doğru istikametler gösteren Hz. Musa’lara; başta Mısır ve Türkiye olmak üzere, tüm İslam dünyasının ihtiyacı var.
Başkaca ne söyleyebiliriz ki?
Ne Hz. Ömer ve adaleti var ortalıklarda, ne de Hz. Musa’nın asası var ellerde.
O adaletten de o kudretten de oldukça uzağız.
Sadece Nil kenarında veyahut Dicle ve Fırat havzasında dolaşmıyor zulmün sesi ve narası; Mezopotamya, Kapadokya, Trakya…
Daha nereler, ne coğrafyalar eziyetin pençesinde.
NUREFŞAN’IN, NUR SALAN BEDENİ
Ege denizi, kimi zaman Meriç nehri ayaklarına dolanmakta mazlumun, sahil-i selameti bulamadan, ruhlar mavi göklere ağlamakta.
Güneyi, kuzeyi, doğusu, batısıyla Anadolu yarımadası, mazlumların ahı vahıyla günleri akşama bağlamakta.
Her yeni günde, kapağı açılmadık, yenice tezgâhlanan türlü entrikalarla sabaha varmakta yurdum insanı…
Bent olup geçit vermeyen yalnız zalim değil, kapkara azgın Meriç’ten yeni felaket haberleri ulaşmakta permeperişan yüreklere.
Bir felaketle daha sarsıldı kırık kalpler.
Yunanistan’a geçmek isteyen 9 yaşındaki Nurefşan, kapkara sularda can verdi.
Nurefşan, gaddar bir rejimin babaya hasret bıraktığı bir kızımızdı.
Tam beş yıldır babasından ayrıydı.
Nur salan bedeni, karanlık sulara ışığını salarak uçup gitti, şu kötüler aleminden.
O beş yıl babasına hasretti, anne ve baba ise hayatı boyunca hasret çekecek.
Bütün sermayesi üç arşın bez olan, lakin gözü şu dünyalıkta bir türlü doyma bilmeyen, ona buna cevreden, bundan da büyük bir keyif alan zalimlerin Meriç’teki son kurbanı oldu Nurefşan yavrumuz.
Baba hasreti artık tak etmişti Can’a.
Azgın sular aşılacak, babayla kucaklatılacaktı.
Buydu muradı, başkaca ne istesin ki; şu kötüler alemi ve kevn-u fesattan Nurefşan.
Babalarına kavuşmak emeliyle, anne ve kızı Meriç üzerinden geçmeye azmederken, minik bedeni azgın sulara kapıldı.
Uzun aramalar sonucu cansız bedenine ulaşıldı, babasına ulaşamadan can veren Nurefşan’ın. Çaresiz baba yurdundan ayrı, anne ise cehenneme dönen ülkede, kızının acısı ile içli dışlı, evi yas artık.
Duymayan kulaklar sağır, gözler kör olsun. Konuşamayan diller lâl, vicdanlar ve insanlık taş kesilsin.
Ne büyük acı.
Bu acıyı şu coğrafyada nefeslenen her fert, ruhunda hissetmedikçe bir yere varılamaz, bir arşın mesafe alınamaz.
Ateş düştüğü yeri yakmaya devam ettikçe, çözüm çare başka bahara elbet.
Daha önce Maden ailesi aynı faciayı yaşamış beş can, kara kapkara sulara kapılıp, can vermişti.
Karanlık sulara karışıp gitti beş can, bedenlerine ulaşamadı kimseler.
Akçabey ailesi, Abdurrezak ve Doğu aileleri, daha onlarca can, aynı zalim paletin kurbanları olmuş, azgın sulara kapılıp can vermişlerdi.
1 yaşındaki Bekir Akçabay, aynı aileden 7 yaşındaki Ahmet Esat ile 5 yaşındaki Mesut, o
koyu yeşil sularda gözlerini yummuştu. Anne ve küçük bebeğin Meriç nehrinin Türkiye tarafında sazlıklar arasında birbirlerine sımsıkı sarılmış ve kaskatı halde bulunmuştu.
PEKMEZCİ AĞABEY’E REVA GÖRÜLENLER!
Zulmün çarkları işliyor, paletler mazlumun ensesinde ne acı ki!
Yaşlı, genç, hasta, kadın, bebek.
Ayrım gözetmiyor zulmün çarkçıbaşları, çevirdikçe çeviriyorlar korkunç dişlileri…
İzmir’in tanınmış esnaflarından Yusuf Pekmezci, 82 yaşında.
Alzheimer hastalığı bünyeyi esir almış, cezaevinde olduğunu dahi hatırlamıyor.
Pekmezci, 14 aydır İzmir Buca Cezaevi’nde tutuluyor.
Ömer Faruk Gergerlioğlu, ‘‘Hiç utanmıyor musunuz? Alzheimer hastası şu insanı hapiste tutuyorsunuz!” diyerek haykırdı ama duyan yok.
Duyma bir yana, ar damarı çatlamış bir iktidar ve destekleyen, alkışlayan veya susan bir kavim var.
Dedik ya zalim, zulüm coğrafyalar dolaşıyor, her yan zalimin çarkları.
Bilindiği gibi, Suriye kan gölü.
Orta Doğu ve İslam coğrafyası bin bir parça.
Dicle, Fırat, Nil ve Meriç…
Tüm kıyılar ve koylarda; sahipsizlerin, gariplerin, kimsesizlerin acı sızlayışları, iniltileri…
Denizler, nehirler, göçmen yatağı; zalimlerden yakası sıyırabilen, güvenli limanlar arayışında…
Dicle, Fırat boyları Ömer’in adaletini gözlemekte…
Nil, Mısır, Kenan elleri; elinde asası, çıkıp gelecek Musa Peygamber yolu intizar etmekte.
Peki bizler, elden ne gelebilir diye düşünmeliyiz elbet.
Elden gelmiyorsa, kalpten gelmeli, dile gelmeli taleplerimiz.
Dualarımız, gözyaşlarımız, istemelerimiz.
Acı duyuşlar, yürekte hissetmeler.
Dedik ya, zulüm her yanda, zalim her noktada.
Çin’den, Myanmar’a, oradan bilmen hangi kanlı coğrafyaya…
Dünün zalimlerini aratmayanlar dur durak bilmiyor.
Bir yanda zalimlerin hay huyu, öte yandan sessiz kesilmiş sözüm ona dünyanın efendileri, ağaları, beyleri…
Sessiz kalışlar, onaylayışlar, teşvik edici körlükler.
“Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem.”diyecek babayiğitlere, yiğitlere, hak bilirlere, insan hakkı gözeteceklere ihtiyaç var elbet, hem de ekmek gibi, su gibi…
Saf ve duru gönüllerden akıp gelecek dualar, talepler önemli tabii ki…
Hele üç aylar ve kutlu bir zaman dilimiyse istemesini bilmeli, mazlumlara, mağdurlara dualarımızla desteklerimizi sunabilmeliyiz.
Islah olacakların ıslahı için, ıslahları mümkün değilse, zalimlerin kahrı için dualar, taleplere iletebilir Yüce Dergâha.
Benim duam şudur aziz kardeşlerim:
“Allah’ım,
Zulmü terk etmeyen Firavun ve kavmine; çekirge sürülerini, bit, ekin böceği ve diğer haşeratı, musallat ettirdiğin, kurbağaların istilâsına uğrattığın gibi; günün zalimlerinin de benzer felaketlerinle sına, perişan eyle…
Ektikleri, biçtikleriyle gün yüzü görmesinler…
Allah’ım,
O günlerde, akla hayale gelmedik işkenceleri yapanların bugünkü mirasçılarını, günümüzün modern firavunlarını; bugün de inananların haklarını ve hukuklarını gasp edenleri, sana havale ediyoruz, kahr-u perişan eyle…
Allah’ım,
Can ve malları ayaklar altına altında mazlumların.
Dün hayatını toplumun ihyasına adamış, İslam dünyasına Fizilal-il Kur’an gibi bir eseri bırakmış, inancı uğruna gülerek şehadete gitmiş Seyyid Kutup’a zulmü reva görenleri aratmayanlar, Anadolu’yu kin ve nefretin sarmalına yuvarlattılar.
Onları yine sana havale ediyoruz. Zâlimlerin hakkından sen gelirsin Allah’ım.
Onlar, kin kustukça zalimleşiyor, zalimleştikçe de kin kusuyorlar.
Zayıfa abandıkça abanan, gözü dönmüş zalimleri kahr u perişan eyle Allah’ım. Âmin…”
e.cansever@yepyeni.zamanaustralia.com.au