UĞUR TEZCAN -TR724.COM
Beni takip edenler sanırım artık biliyorlardır. Dindar birisi olsam da dindarlar hakkındaki bazı fikirlerimi açıkça ifade etmekten hiç çekinmem. Hatta daha yakından tanıyanlar yıllar öncesinde dahi Türk milletinin bazı hastalıklarına hep işaret ettiğimi, Türk toplumunun ruh hastası bir toplum olduğunu ve bunun uzun süreli sonuçlarından bahsettiğimi ve ‘kutsal millet’ tabirinden ziyade ‘hasta millet’ ve ‘kayıp nesil’ tanımlamalarına daha yatkın olduğumu bilirler. Bu konuda kullanılan ümit vadeden ifadeler de aslında bir konumdan ve nitelikten ziyade bir hedefi, bir ideali işaret ederler. Yani aynı anda bardağa hem boş hem de dolu taraflarından bakmak gibi bir durumdur bu.
Bunda benim çok küçük yaşlardan itibaren o ‘hastalıkların’ (sorunların) tam göbeğinde yetişmiş veya zorunda kalmış olmamın etkisi büyüktür. Başlıktaki kadın meselesine gelirsek; kadınlar ile ilgili kurulan cümlelerin başına haklı olarak hep “kadınlar şefkat abidesidir” vb. ifadelerle başlanır. Bu doğrudur! Kadınlarının erkeklere nazaran birçok üstün vasıfları vardır. Bunların başında da şefkat vb. duyguların daha fazla gelişmiş olması gelir. Oysa bu bir kabiliyettir ve onun neşv ü nema bulacağı sağlıklı bir bünye, vicdan, irade ve çevre olmalıdır. Tefessüh etmiş bir ortamda, hasta bir bünyenin içinde bazı duygu ve kabiliyetler pekâlâ birer zehir veya silah haline dönüşebilirler. ‘Yuva yapma’ kabiliyeti olan bir insanı anında ‘yuva yıkma’ konumuna düşürebilirler.
Bazı kadınların fitnelerin başını çektiği, en yakın akrabaları bile birbirlerine düşman ettikleri, zayıf ve çürük karakterli; ama kendilerini hala ‘etkin’ konumda zanneden kocalarını nasıl parmaklarının uçlarında oynattıklarını, koca koca erkekleri hatta kardeşleri kanlı bıçaklı olacak şekilde birbirlerine nasıl düşürdüklerini, çirkefliklerde nasıl ileri noktalara gidebileceklerini maalesef tecrübe ederek yaşamış birisiyim. Konuya “kadınlık eleştirisi” gibi çok dar bir perspektiften bakıp da “ama erkekler de…” diyerek sığ bir yere hapsetmeyiniz. Konumuz o değil zira!
Erdoğan liderliğindeki, artık mafyalaşmış bir suç örgütü haline gelen İslamcı AKP’nin sadece ülkenin geleceğine değil aynı zamanda ve belki de daha büyük oranda İslam’ın özüne verdikleri zarardan, dinin içini nasıl boşalttıklarından ve Müslümanlar arasına nasıl fitneler soktuklarından daha önceki yazılarda değinmiştik. Hatta eğitimci ve akademisyen kökenli bir insan olarak elime fırsat verilse bu konuda bir üniversitede kürsü bile kurabilirim. Diktatörlüğe kaymış Türkiye’de araştırma yapmak imkânsız olduğu için bunu geleceğin akademisyenlerine havale edelim! Birçok sosyolojik çalışma için önemli fırsatlar kaçıp gidiyor elimizden.
Sadece AKP ve kadın konusunda bile çok derin sosyolojik tahliller yapılabilir ve yapılmalı da. AKP’nin kadına bakışı ve kadını bir özne olarak değil de siyasi bir obje olarak kullanım şekilleri dikkatle irdelenmelidir. Daha da özele inersem; sadece Hizmet Hareketi içindeki eğitimli doktor, mühendis, öğretmen, akademisyen, hâkim, savcı, polis, asker pozisyonlarındaki insanlar ile büyük bir istekle evlendirilen; benim “AKP’li gelinler” dediğim kesimin bile Erdoğan ile yaşanan fitne sürecinde takındıkları tutum ve tavırlar makaleler, romanlar ve hikayeler yazılacak kadar derin bir konudur.
Hizmet insanlarının evlerinin içinde, aynı sohbet halkalarında ve Maklube sofralarının başında yıllar boyunca o insanlarla vakit geçiren güya ‘şefkat abidesi’, ‘mütedeyyin’ olarak görülen (parti kökenli) birçok kadının (partili erkekleri de elbette) birden nasıl değişiverdiklerini, aslında masum olduklarını iyi bildikleri o insanlara karşı ne tür ithamlar, suçlamalar, hakaretler, dışlamalar ve onur kırıcı davranışlar içerisine girdiklerini yakinen biliyor ve izliyoruz. O kadar kini yıllarca içlerinde nasıl tutabildiklerini düşündükçe hayretler içinde kaldığım çok olmuştur. 15 Temmuz’un daha ertesi günü, yakaladığı ilk fırsatta kocasının da artık Hizmetten ayrılmasını fırsat bilerek, ‘artık sizlerle arkadaşlık yapmak zorunda değilim’ imaları yapan, artık arkadaşlık etmeyeceği o kadınların yıllarca içinde biriktirdiği kusurlarını açıktan yüzlerine vuran, ilk iş olarak da Fethullah Gülen’in ilmine, niyetine saldıran (AKP’li Özlem Zengin’in ifadesiyle) “üstelik mütedeyyin kadınlar” olan bu insanların bu kadar kini, kiri, irini içlerinde yıllarca nasıl sakladıklarını anlamakta güçlük çektiğimiz günler yaşadık.
Bir parti kökenli, dindar, başörtülü bir kadın düşünün! Amerika’da sokakta karşılaştığı başı açık bir Türk kadına bile ilk iş olarak hemen Hizmet Hareketini kötülüyor olsun ve Gülen gibi bir İslam alimine hakaretler savurmaya başlasın. Yıllarını o insanların içerisinde geçirmiş bir insan hem de. Oluyor bunlar!
Eskiden muhafazakâr kadınlar arasında özellikle hamile olunduğu durumlarda başkaları hakkında konuşmamaya, kimseyi kınamamaya çok özen gösterilirdi. Kültürel bir refleksin ve dini düşüncelerin gereği olarak bebeğimize sirayet etmesin gibi düşüncelerle yapılırdı bunlar. İslam alimlerine karşı da belli bir saygı seviyesi hep korunurdu. Bu süreçte Erdoğan’ın yaydığı nefret tohumları sayesinde böyle hassasiyetler de artık tamamen yıkıldı. Cahil cahil insanlar ilim sahibi ve din için hizmet eden çoğu din alimi veya bilim adamı olan insanları sakız çiğneme rahatlığında rahatlıkla suçluyorlar, aşağı görüyorlar; ötekileştiriyorlar, hain ve terörist ilan ediyorlar; hatta “papaz” ve “kardinal” gibi ifadeler eşliğinde tekfir ediyorlar. Hamile iken bile hiç çekinmeden her türlü aşağılama ve suçlamalara bulaşan bu “başı örtülü” mütedeyyin kadınları gördükçe tiksindiğimi itiraf etmeliyim.
Lafa gelince her türlü hadis ve ayetin referansları arasında rahatlıkla dolaşabilen, muhataplarına İslam’da kardeşlik, kul hakkı, Ömer’in adaleti, Peygamberin hırkası ve kalkanı, Fatih’in adaleti, Ahiret hesabı, gıybet ve suizan gibi konularda ahkam kesen o ‘mütedeyyin’ insanlar kendileri gibi Erdoğan’ı kutsamadıkları ve onu desteklemedikleri için başka masum Müslümanlar aleyhinde türlü türlü çirkefliklere sarıldılar; hala da akıllanmıyorlar. Efsunlamış bir şekilde sağa sola saldırıp zehirlerini saçıp duruyorlar. Erdoğan’ın Müslümanlar arasına soktuğu bu fitnelerin tamiri çok zor. Erdoğan, IŞİD ve El Kaide teröristlerinin tarihi anıtları yıkmaları gibi, kadınların sevgi, şefkat, vicdan ve yapıcılık gibi hasletlerinin üzerine kezzap dökerek adeta ‘Şefkat Abidesi Kadın’ ve saygı duyulan ‘Başörtülü Müslüman Kadın’ imajlarını yıkmış oldu.
Erdoğan’ın nefret körükleyen fitnelerine hemencecik kanarak kendi öz evlatlarını bile evlatlıktan çıkaranlar var. Bir anne düşünün ki sırf bu nedenle evladını reddeden bir babayı şefkatiyle hizaya getireceği yerde o öfkeye odun taşıyor olsun! Yine o kadınlar arasında eşlerini Cemaat’ten bir şekilde uzaklaştırmayı başaranlar veya bunu başaramayınca da hemen boşananlar var. Makam-mansıp sahibi dindar eşi KHK zulmü ile atılınca ve haksız yere terörle suçlanınca elde ettiği ‘sosyal statüsü’ sarsıldığı için hemen evliliklerini ve çocuklarını hemen rahatlıkla uçuruma atıp kendi geleceklerinin telaşına düşenler var. İşte bu ağızlarından hakaretler, suçlamalar ve mazeretler akıta akıta aslında kendi vicdanlarını ve korkularını bastırmaya çalışan zayıf karakterli ve şefkatleri körelmiş kadınlar, vicdansız İslamcı erkeklerin yanında tek tek geçiyorlar önümüzden.
Sonra bir de AKP’nin özellikle kadın mahkumlara karşı işletilen iğrenç zulümlere, çıplak aramalara ve tecavüz suçlarına karşı sırf algı oluşturmak maksadıyla öne sürdüğü ‘başörtülü’ kadınlar meselesi var.
AKP’li vekil Özlem Zengin iddiaları (araştırmadan) reddetmek; bununla da yetinmeyip ilave yalanlar üretmek suretiyle o iffetli kadınlara karşı işlenen insanlık suçlarının üzerini örtmeye çalışıyor. Erdoğan, “başörtülü” kadınlara karşı işlediği soykırım suçlarını inkâr ettirmek için 28 Şubat’ta kendisi de mağdur edilmiş olan başka bir “başörtülü” kadını simgesel bir araç olarak kullanıyor.
Yine “başörtülü” Gazeteci Hilal Kaplan gibiler de Uhud Savaşı meydanındaki Ebu Süfyan’ın karısı Hint gibi ortaya atılıp adeta zalim erkeklerini galeyana getirircesine “mücadelede çok merhametli gidiliyor” diyebiliyor.
Benzer şekilde eşine zulümde destekçi ve teşvikçi olan, lüks ve şatafat düşkünü, Emine Erdoğan misali partili kadınlar kervanı da var. Veysel Ayhan’ın dediği gibi merhamet ve vicdandan yoksun olarak hareket eden bu kadınları gördükçe bunlar “kadın mıdır” diye sorasımız geliyor içimizden ve “hayır” diyerek dağlıyoruz vicdanlarımızı!
Sadece bunlar mı? Bir de ortalıkta kabadayı gibi ahkam kesen “başörtülü” partililer vagonu var. Komşularını fişlediğini açıkça söyleyerek 50 kişilik ölüm listesi olduğunu söyleyen ve “Bizim aile şöyle bir 50 kişiyi götürür” diyen partili Sevda Noyan’lar var.
AKP’li bakan olan eşi Fahrettin Altun ile evlerine belki sekiz-dokuz maaş giren Fatmanur Altun’un kendisini savunurken sarf ettiği; “Son söz, vatandaşla alay etmeyin, sabrımızı da sınamayın, ikiyüzlülüğünüzü ve ihanetinizi milletimizin gözlerinin önüne sermeyin” sözü de oracıkta duruyor. Bir haram, af ve mağfiret ile değil; hamaset dolu kabadayı lafları ile savuşturulup geçiştiriliyor.
Velhasıl; Bülent Korucu’nun dediği gibi, “AKP’nin en büyük keşfi: Mutant kadın” demek dışında elimizden başka bir şey gelmiyor. Korucu, “en yıkıcı icatları mutasyona uğramış kadın tipolojisi’’ oldu şeklinde durumu özetledikten sonra; ‘’Normal kadın duygusal zekâsı yüksek ve empati yönü gelişmiş bir varlıktır. Annelik tecrübesi yaşamak, öteki ile özdeşlik kurabilme yeteneğine katkı sağlıyor. AKP, hayatın bu en doğal gerçeğini altüst etti. ‘AKP’li kadın’ vicdansızlığın ve hedefe giden her yolu mubah görmenin Nirvana’sına ulaştı,” derken son derece haklı.
Daha önce de belirttiğim gibi, AKP “başörtülü bacım” lafları ile başlayan ve 28 Şubat’ın ‘türban’ mağduriyetlerini bayraklaştırarak devam edilen yolda ilerledi ve bugün geldiği noktada dünya üzerinde Çin’in ardından “başörtülü bacılara” karşı soykırım uygulayan (baskı, zulüm ve şiddet demiyorum) ikinci ama tek “Müslüman” ülke oldu. Üzücü olansa AKP’li “başörtülü kadının” bu zulme en azından tepki vermek yerine hararetle odun taşıyor olması! Cahil İslamcı, eğitimli Müslümanı yok etmeye çalışırken; cahil “başörtülü” de eğitimli, masum ve dine hizmet yolunda gayret eden “başörtülü” kadını yok etmeye çalışıyor. AKP’nin hikayesi budur!
Özetle; Erdoğan bir nesne ve araç olarak gördüğü kadını aldı; onun şefkatini beslemek ve gücünü yeni bir toplum inşasında kullanmak yerine, onu nefret söylemleri ile sahte dini duygular ve idealler üzerinden zehirledi; vicdanını köreltti, şefkat duygularını dağladı ve onun içindeki ‘yapıcılık’, ‘inşa edicilik’, ‘birleştiricilik’, ‘besleyicilik’, ve ‘sevgi’ gibi kabiliyetleri darmaduman ederek tamamen bozguncu, yıkıcı, dışlayıcı, reddedici ve nefret üretici boyalarla boyadı.
Aydınlık bir geleceğin; kadınların potansiyel ve kabiliyetlerinin yapıcı bir döngü içerisinde kullanılarak sağlanabileceğine ciddi anlamda inanan bir insan ve eğitimciyim. Hizmet Hareketi kadını öyle salih bir döngü içerisinde kullanabilme gayretinin bebeklik aşamalarını yakalamıştı. Bu Türkiye ve İslam dünyası için kıymeti henüz anlaşılamamış bir hazine idi. Erdoğan ve AKP’li kadın, o hayalin üzerine bir karabasan gibi çöktüler. Kadınları yapmak için değil yıkmak için kullanıyorlar. Ahlaklı, eğitimli, toplum için çalışan kadını denklem dışı bırakmakla kalmadıkları gibi onları tamamen silmenin, kişiliklerini ezmenin ve tamamen yok etmenin gayreti içerisindeler. Bir kadının tecavüzlere ve aşağılamalara maruz kalmış başka bir kadını görmezden gelmesi, aksine o tecavüzleri desteklemesi ne kadar büyük bir talihsizlik ne büyük bir ahlaksızlık ve ne de büyük bir vebal ve suçtur!
Madeline Albright’a atfedilen bir söz ile noktalayalım: “Cehennemde diğer kadınlara yardım etmeyen kadınlar için özel bir yer vardır.”