Atılım Gazetesi’nin sahibi ve Yazıişleri Müdürü gazeteci Hatice Duman, tam 19 yıldır cezaevinde! Tam 19 yıldır özgürlüğünden mahrum. Tek bir kişinin işkence altında verdiği ve daha sonra da geri çektiği ifade nedeniyle 10 yıl mahkemesi sürdü. 2011 yılında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Anayasa Mahkemesi bu kararı 2 kez bozdu. Fakat yerel mahkemenin karara direnmesi nedeniyle tahliye edilmedi. Halen Bakırköy Kadın Cezaevi’nde kalıyor.Jailed Journos, Türkiye’de cezaevinde en uzun süre kalan gazeteci Hatice Duman’la röportaj yaptı.
Kaç yıldır cezaevindesiniz? Size yöneltilen suçlamalar neler? Yaşadığınız hukuki süreç hakkında kısaca bilgi verebilir misiniz?
18 yıldır hapishanede yaşıyorum. (Nisan 9 itibariyle 19 oldu) 13 Nisan 2003 yılında tutuklandım. Tutuklanmama temel olan gerekçeler konusunda bilgim yoktu, iddianame hazırlanana kadar. Tutuklandıktan 6 ay kadar sonra hazırlanan iddianameyle, bir dizi silahlı eyleme katıldığım iddia edilmişti. Bu iddiayla ilgili tek kanıt da işkence altında verilmiş bir ifadeydi. İfadeyi veren kişi, ilk duruşmada baskı ve işkence görerek hazırlanmış olan kağıtları imzaladığını söyledi. Ve verdiği ifadeyi reddetti. Böylece tek bir delil bile gösterilmeden 10 yıl tutuklu yargılandım. 2011 yılında dava sonuçlandı. Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verildi. 2012 yılında Yargıtay, yerel mahkemenin verdiği bu kararı onayladı.
AYM KARARI BOZDU, YEREL MAHKEME DİRENDİ
2015 yılında Anayasa Mahkemesi başvurumu değerlendirdi ve “adil yargılanma ilkesinin” ihlal edildiğine karar vererek tazminat ödenmesine hükmetti. Dahası, yargılamanın yeniden yapılmasını da karara ekledi. Türkiye’deki burjuva hukuk yasalarına göre hükmümün durdurulup tahliye kararı verilerek yeniden yargılama yapılması gerekiyordu. Ancak yerel mahkeme, tahliye talebimizi reddederek “hükümlü yargılama” denilen ucube bir kararla beni hapishanede tutmaya devam etti. Ardından sanıksız, avukatsız yaptığı tek duruşmayla hakkımda aynı kararı verdi.
Avukatım, Anayasa Mahkemesi’ne tekrar başvurdu. 2020 yılında mahkeme ikinci kez “adil yargılama ilkesinin” ihlal edildiğine karar verdi ve yeniden yargılanmanın yapılmasına hükmetti. Avukatımın tahliye talebi yine reddedildi. Ancak yeniden yargılanma kabul edildi.
“TAM BİR TİYATRO”
Toplamında “yargılanma” sürecine bakılınca dosyam bir fasit dairenin içinde dönüp duruyor esasında. 18 yıllık bir yargılama hikayesi tam bir tiyatro sahnesini andırıyor. Arka planda hapishanede kalmamı hükmeden bir karar var. Perde açıldığında ise oynanan tüm yargılanma oyununun sonucu bu karara varıyor. Ülkemizde burjuva hukuk sisteminin bir özeti bu. Gerçi şimdilerde artık perde arkası ve önü ayrımı da kalktı ve açıktan muktedirlerin talimatını uyguluyor mahkemeler.
Koğuşta mı yoksa hücrede mi kalıyorsunuz? Koğuşunuzu/hücrenizi kaç kişiyle paylaşıyorsunuz? Kaldığınız yerin fiziki şartları nasıl?
36 kişilik bir koğuşta kalıyorum. Şu an 12 kadınız. Ancak tutuklanmalardan dolayı bu sayı değişebilmektedir. Koğuşta 12 oda mevcut. Her odada 3 kişinin kalabileceği şekilde düzenlenmiş. Odaların oldukça küçük olması yaşamın fiziki şartlarını insani ölçülerden uzaklaştırıyor. Özellikle 36 kişi kaldığımızda bu kadar küçük bir odada nefes almak dahi zorlaşıyor.
Mahpuslar bakımından sosyalitenin en önemli noktalarından biri farklı koğuşlarla ortak alan ve spor gibi faaliyetlere çıkabilmektir. Neredeyse 4 yıldır tüm taleplerimiz bu noktada reddedildi ve bu etkinliklere çıkamıyoruz. Ayrıca diğer siyasi koğuşlarla birlikte kuralara çıkabiliyorduk. 2 yıl önce de bu hakkımız da elimizden alındı.
Kovid kısıtlamaları cezaevinde neleri değiştirdi? Hayatınızı nasıl etkiledi?
Pandemiyle birlikte hapishanede karantina uygulamasına geçildi. Doğrusu, bu kapsamda uygulanan çok az tedbirin Covid bulaştırma riskini azaltma amacı taşıdığını düşünüyorum. Açık görüşlerin tamamiyle kaldırılması, yayınlara yönelik verilen yasaklama kararları, revirlerin neredeyse bütünüyle tutsaklara kapatılması, pandemiyle ilgili olmayan sağlık tedbirleridir. Bu uygulamalar zaten hapishanelerde var olan sistematik tecrit ve baskı politikasının daha da yoğunlaştırılması anlamına gelir. Nihayetinde İçişleri Bakanı’nın basından yaptığı açıklamaları okuduğumuzda, bu amacın çok da gizlenmediğini görüyoruz. Dahası kapalı görüşlerin ayda bir yapılmaya başlanmasıyla belirli tedbirler çerçevesinde haklarımızı kullanabileceğimizi gördük. Şimdi yeni pandeminin pik yaptığı koşullarda ayda 3 kez kapalı görüş yapıyor oluşumuz da aynı şekilde ele alınabilir.
Sağlık hizmetlerine ulaşma konusunda sorun yaşıyor musunuz?
Pandemi döneminde revire çıkmamız neredeyse ortadan kaldırıldı. En ciddi hastalık durumlarında dahi haftalarca doktora çıkarılmadık. Şimdi doktora çıkıyoruz ancak muayene yapılmıyor.
Sağlık ihtiyaçlarınıza uygun cezaevinde yemekler çıkıyor mu?
Sağlık ihtiyaçlarıma uygun yemekler konusunda sıkıntılar fazlasıyla mevcut. Hipertansiyon hastası olduğumdan tuzsuz yemek tüketmek zorundayım. Aynı zamanda vejetaryenim. Her iki faktörü dikkate alacak bir yemek çıkmıyordu cezaevinde. Vejetaryen yemek tuzlu diğer hasta yemek de etli. Bu durumun düzeltilmesi, vejetaryen hasta yemeğin çıkarılması için defalarca dilekçe yazdım hapishane idaresine. Çok uzun zamandan sonra sadece 1 çeşit haşlanmış sebze veya baklagil verildi. Bunun dışındaki vejetaryen çorba ve diğer yemekler tuzlu olduğu için tüketemiyorum.
Kullandığınız ilaçlar temin edildi mi?
Hipertansiyon hastası olduğumu belirtmiştim. 15 yıldır da reçeteli ilaç kullanmaktayım. Doktorun verdiği raporla manuel tansiyon aleti aldım ve düzenli ölçümlerimi yapıyordum. Ancak 1,5 yıl önce kullandığım tansiyon aleti bozuldu. Bunun üzerine dilekçe yazıp tansiyon aletini değiştirmek istedim. Ancak 1,5 yıldır defalarca verdiğim dilekçelerin karşılığı olmadı. Hapishanede acil durumlarda tansiyon ölçümü yapılmakta ancak bu sistematik, ihtiyacı karşılayacak boyutta değil. Dahası tansiyon ölçümü acil durumlardan çok sonra yapılabiliyor ve bu da sağlığım açısından risk oluşturuyor.
Dilediğiniz kitapları, gazeteleri veya diğer süreli yayınları edinme konusunda kısıtlamalar yaşadınız mı? İstediğiniz kitap ve dergileri okuyabiliyor musunuz?
Pandemi karantinasında en önemli ve Covid bulaşma riskini azaltmayla hiç ilgisi olmayan uygulama yayınların alınmasının tamamen yasaklanması ve kitap alımının kısıtlanmasıdır. Pandemiden önceki 1,5 yıl süresince sosyalist içerikli yayınlar toplatma kararı olmamasına rağmen yasaklandı. Hapishane idaresi “devletin güvenliği, güvenlik güçleriyle ilgili yalan haberler…” gerekçeleriyle yayınları vermedi. Öyle ki mizah dergileri “müstehcen” oldukları gerekçesiyle yasaklandı. Pandemi dönemiyle birlikte neredeyse okuduğumuz tüm siyasi, tarih, psikoloji, bilim teknik içerikli dergilerin cezaevine girişi engellendi. Bu durum gazeteleri de kapsıyor. Bu uygulamanın gerekçesi olarak 14 Nisan 2020 tarihinde çıkarılan yasa gösteriliyor. Yasaya göre, Basın İlan Kurumu aracılığıyla ilan ve reklam yayınlama hakkı bulunan gazeteler hapishaneye alınmaktadır. Aslında yasa gazeteleri kapsamasına rağmen hapishane yönetiminin keyfi tutumuyla dergiler de aynı kapsama dahil edildi. Dahası yine hapishanenin kararıyla alacağım dergiler, hapishanenin anlaşmalı olduğu 3 bayiyle sınırlandırıldı. Ayrıca dergi veya gazetelere abone olmamız da engellenmiş durumda. Kısacası istediğim dergi ve gazetelere ulaşmanın tüm yolları kapatıldı.
“KİTAP KOTASI VAR”
Kitaplara ulaşma noktasında da durum yukarıda belirttiklerimden pek farklı değil aslında. Kitap alımı “hediye kabul etme hakkı” çerçevesine dahil edilerek 2 ayda bir kez 7 kitapla sınırlandırılmış durumda. Bu da kitapların tek kişiden, tek seferde postalanması, kotamız doluysa kitapları kabul etmeme gibi uygulamalarla tam bir işkenceye dönüşmektedir.
“YARGI KARARI UYGULANMIYOR”
Aynı kapsamda diğer bir sorun da internet üzerinden yayımlanan makale, röportaj vb. fotokopilerin hapishaneye alınmamasıdır. 2014 yılında da böyle bir problemle karşılaşmış ve mahkemeye başvurmuştum. Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi başvurumu haklı bularak fotokopilerin tarafıma verilmesine hükmetmişti. Pandemi dönemine kadar bu hüküm uygulandı. Yargı kararı kesin hüküm olduğu için de uygulanması zorunluydu zaten. Ancak pandemi dönemiyle birlikte içinde fotokopilerin olduğu postalar geldiği adrese geri gönderilmektedir. Oysa adıma gelen her posta hapishaneye girmek zorundadır. Ortada yargı kararı olduğu için de fotokopilerin de verilmesi gerekiyor aynı şekilde. Ancak gelen fotokopilerin tekrar geldiği adrese gönderilmesiyle hem yargı kararı boşa düşürülmekte hem de yasal olmayan bir uygulamayla bu nokta ortadan kaldırılmaktadır.
HAPİSHANEDE “HİÇLEŞTİRME”
Gerek 2020 yılında çıkarılan yasalarla gerekse de uygulamalarla yoğunlaşan tecrit politikasının hedefinde entelektüel gelişimin engellenmesi durmaktadır. Muktedirlerin çoğu zaman açıktan dillendirdikleri ve hemen uygulamaya soktukları “tek”leştirme siyasetinin hapishanedeki karşılığı da böylece bir çeşit “hiçleştirme” oluyor. Muhaliflere, sosyalist gazetecilere talimatla verilen hapis cezalarının devamı da böylece getirilmiş olunuyor. Bu noktada yayınlara neredeyse bütünüyle ulaşımımın engellenmesi söz konusudur. Hapishanedeki kısıtlı yaşamı düşündüğümde bu unsur hayati bir önem taşımaktadır. Elbette sosyalist bir gazeteci olarak, bu baskılara boyun eğmemek ve kendi hakikatim doğrultusunda yaşam tarzımı kurmakta özgürlüğü de yarattığım zemindir.
Avukatlarınız ve birinci derece yakınlarınız sizi hangi sıklıkla ziyaret edebiliyor?
Pandemiden önce avukat, aile ve arkadaşlarımla düzenli görüş yapıyordum. Ailemin bir kısmı yurtdışında, diğer kısmı da bulunduğum hapishaneden uzak olduğu için sıkıntı yaşayabiliyoruz. Ancak kalabalık ve harika bir ailenin üyesiyim. Keza arkadaşlarımın da her an yanımda olduğunu hissediyorum. Bu sanırım bütün engelleri ortadan kaldırıyor.
“20 DAKİKALIK TELEFON GÖRÜŞMESİ YETMİYOR”
Pandemi döneminde durum değişti tabii. Avukat görüşleri kısıtlandı ve görüşler de kaldırıldığı için endişeli bir süreç geçirdik ve geçirmeye devam ediyoruz. Haftada bir defa yapılan 20 dakikalık telefon görüşmesi de çok yetersiz kalmaktadır. Şimdi kapalı görüş yapıyoruz ama Covid-19’un yayılım hızının riskleri endişelerimizi azaltmak bir yana arttırdı. Çünkü hem ailemden hem de arkadaşlarımdan Covid-19 geçiren oldu ve bir hafta boyunca endişe içinde beklemek durumunda kaldık. Dahası çokça TV kanalı var ve bunların da basın etiği adına ne varsa ortadan kaldırması söz konusu. Aslında genel olarak somut haberlerle değil, tahminlerimizle algılamaya çalışıyoruz dünyayı, ülkemizi.
“KİOSK ŞİMDİDEN BİZE YASAK”
Bu kapsamda diğer bir iletişim aracı KİOSK, Adalet Bakanlığı tarafından basına duyuruldu. Hapishanelerde bilişim teknolojisine geçileceği epey bir tantanayla işlendi. Ancak KİOSK sisteminin bir hak olmaktan öte ceza mekanizmasının, itaat ettirmenin bir yöntemi olduğu kısa sürede açığa çıktı. Açlık grevi gibi kendi bedenimle ilgili ve kararı tamamıyla bana ait olan eylemde dahi “ceza” verildiği düşünüldüğünde görüntülü telefon görüşmesi şimdiden bize yasak aslında. Zira görüntülü telefon görüşmesini “iyi halli” gibi bir durumda kullanabiliyorum. Zaten TMK kapsamındaki “ceza” verilen tutsaklar için bu “hakkın” kullanımı Hapishane Gözlem Kurulu’nun kararıyla olmaktadır. Türkiye’deki hapishanelerin mantık zemini düşünüldüğünde bu kararın ne olacağını tahmin etmek güç olmasa gerek.
Herhangi bir kötü muamele ya da sözlü ve/veya fiziksel tacizle karşılaştınız mı?
18 yıldır tutsağım. Sanırım bu soruyu tam olarak yanıtlamaya ne hafızam ne de sayfalar yeter. Sadece belli başlı olayları sizinle paylaşayım.
“GARDİYANLAR ELBİSEMİ ZORLA ÇIKARTIP ÇIPLAK ARAMA YAPTI”
Aslında işkence ve kötü muamele hapishaneye ilk girişimde başladı ve bundan sonra sistematik biçimde devam etti. Hapishane girişinde çıplak aramaya maruz kaldım. Ona yakın gardiyan elbiselerimi zorla çıkarıp arama yaptılar. Olaydan sonra suç duyurusunda bulundum. Burada ilginç olan suç duyurumun içindeki beyanlarımı “ihbar” kabul ederek hakkımda kamu davası açılmasıydı. Duruşmada bir gardiyan çıplak aramayı kabul edip anlatmasıyla bu davadan beraat ettim.
Türkiye’de çıplak arama kabul edilmiyor aslında. Ve bu insanlık dışı arama hemen her noktasının takip edildiği kamera sisteminin dışında kalan bir odada yapılmaktaydı. Elbette bu aramaya direndik ve kabul etmedik. Kamu davası da normal, yasal aramayı kabul etmediğimiz gerekçesiyle açılıyordu ve böylece çıplak arama gizlenmiş oluyordu. Ancak beraat kararı bu aramanın çıplak biçimde yapıldığını ortaya koydu. Bu konudaki ayrıntılar Gebze Adliyesi’nden öğrenilebilinir.
ASKER ARAMASI!
Bunun dışında üst araması çoğu zaman sıkıntılıydı. Mesela gardiyanların normal aramasından sonra asker araması gündeme gelmişti. Gebze Hapishanesi’nde. Hastaneye uzun süre götürülmedim bu aramayı kabul etmediğim için. Mahkemeye ise darp edilerek zorla götürüldüm. Onlarca erkek asker kollarımızdan, bacaklarımızdan tutuyor ve kadın asker üst araması yapıyordu. Adli Tıp bu saldırıdan sonra hakkımızda “iş göremez” raporu vermişti.
En son 2020 yılında tutuklanıp koğuşumuza gelen bir arkadaşımızdan polis tarafından SWAP örneği alınmak istendi. Kesinlikle yasal olmayan ve hatta Anayasa’ya aykırı bir uygulamaydı. Buna rağmen arkadaşımız koğuştan zorla alındı ve biz de karşı çıktığımız için hücreye atıldık.
2 KEZ SAVUNMA HAKKIM ENGELLENDİ!
Bunlarla birlikte iki kez mahkemede savunma hakkım engellendi ve savunmanın içeriği gerekçesiyle zorla duruşma salonunun dışına atıldım. Bu olayda da “iş göremez” raporu verildi Adli Tıp tarafından.
Dilekçe vererek talepte bulunduğunuz istekler gerçekleşti mi?
Karantina uygulamalarından dolayı bütün taleplerimizi dilekçeyle iletiyoruz hapishane idaresine. Sanırım bu dönem yazdığım dilekçelerin sayısı geri kalan hapishane sürecinden daha fazla diyebilirim. Ancak birçok dilekçe yanıtsız bırakılıyor. Yanıt verilenlerin çoğu da talepleri karşılanmıyor ve olumsuz oluyor.
YAŞAMIN MANASI, ZORLUKLARI, ENGELLERİ HAKİKAT ARAYIŞI MÜCADELESİYLE AŞMAYA ÇALIŞMAK…
CPT heyetinin iki kez hapishaneyi ziyaret ettiğini duyduk. Ancak heyet bizim koğuşta herhangi bir görüşme yapmadı. CPT raporlarının Avrupa basınına yansımaları nasıl bilmiyorum ama hapishane idaresinin belirlediği çerçevede görüşmeler yapmak hazırlanan raporların objektifliğini baştan ortadan kaldırıyor. Açıkçası CPT heyetinin raporları hazırlama yöntemi bir tercihe de dönüşmüş durumdadır. Avrupa Birliği’nin Türkiye’yle kurduğu pragmatist ilişkinin sonucudur bu raporlar aynı zamanda. Aslında topraklarımızdaki baskı politikasının bu denli pervasızlaşmasının dayanaklarından biri de bu olmaktadır. Bundan dolayıdır ki ülkemizdeki basının neredeyse yüzde doksan dokuzu sadece susturulmadı aynı zamanda muktedirler tarafından hazırlanan metinleri bıktırırcasına tekrarlıyorlar. Kalanın yüzde birlik kısmının direnişi bu bakımdan çok kritiktir. Bu direnişin bir noktasında yer almaktan onur duyduğumu belirtmeliyim. Zorlukları, engelleri hakikat arayışı mücadelesiyle aşmaya çalışmak yaşamın da manasıdır. Bu bakımdan duyarlılığınızı duyumsamak ayrıca çok güzel…Kaynak: Jailed Journos