FİKRİ DOĞAN-KRONOS NEWS
Baştan itiraf edeyim. Ahmet Altan portresi yazmak beni aşar. O derinliğe inip vurgun yemek de var işin ucunda. Ama yine de, dedim ki kendi kendime, ‘Dalmadan bilemezsin suyun derinliğini. Vurgun yersen de Ahmet Altan’ın derinliğinde ye.’ Müsaadenizle başlıyorum portre denemesine. Uzun süre çıkamazsam merak etmeyin. İnci mercana ulaşmışımdır belki aşağıda.
“Bir inci avcısı gibi, ta derinlere dalıp istiridyeleri açarak
bir sevinç arayacaksın, hayaller kuracaksın”
diyor ya kendisi bir yazısında. İşte öyle yapmaya çalışacağım bu yazıda.
1996’DA BAŞLADI TANIŞIKLIĞIMIZ
Ahmet Altan’ın adını, yazılarını ve romanlarını bilirdim ama öyle çok da aşinalığım yoktu kendisine. Asıl tanışmamız, tamı tamına tarih vereyim, 6 Haziran 1996 yılında oldu. Kendisiyle değil canım ‘derinliğiyle’. Çalıştığımız kurumda bir arkadaş “Ahmet Altan’ın ‘Ey Kavmim’ yazısını okudun mu?’’ diye sordu. “Yok, ne oldu ki?” diye sordum. Gözlerini de fikrine görsel destek verircesine kapatıp açarak “Oku oku” dedi. Mesajı alan ben işi gücü bırakıp yazıyı buldum.
O malum yazı işte. 1996’nın Türkiye’sinde yazılmış kutsal metin kıvamındaki yazı. Nuh’un, İbrahim’in, Lut’un kavmine öğüdünden izler taşıyor, (teşbihte hata olmasın) Altan’ın kavmine sitemi o tadı veriyordu. Bence Altan benim gibi kendisini tanımayan ya da çok az tanıyan milyonları kendine bağladı o yazıyla. Neden derseniz, bu coğrafyayı, bu coğrafyanın insanlarını, o insanların umursamazlığını, boş vermişliğini, tembelliğini, ilkesizliğini, korkaklığını, ikircikli ruh halini daha iyi anlatan bir yazı yazılmadı bugüne kadar.
ARMUT DİBİNE DÜŞERMİŞ…
Laf olsun diye değil, gerçekten duayen diyebileceğimiz bir gazetecinin, Çetin Altan üstadın oğlu Ahmet Altan. ‘Armut dibine düşer’ derler Anadolu’da. Çetin Altan neyse iki oğlu da o oldu büyüyünce. Haklarını vermek lazım, bana ‘Altan ailesini tek kelimeyle anlat’ deseler, ‘cesaret’ derim. Çetin Altan rahmetli de öyleydi gazetecilik ve milletvekilliği yaptığı dönemlerde. İki oğlu Ahmet ve Mehmet de öyle. Konumuz Ahmet Altan olduğu için oradan devam ediyorum.
18 YAŞINDA KIZ KAÇIRIP EVLENDİ
Bugün Ahmet Altan neyse gençliğinde de oymuş. 1950 doğumlu Altan, liseyi 3, üniversiteyi 2 farklı okulda tamamladı. Daha 18 yaşındayken ‘göynünün’ düştüğü Gülnur’la evlendi. Hem de o yaşta sevdiği kızı kaçırıp nikah kıyarak. O dönemde hafif külhanbeyliği de var ki, zamanında belinden sustalı bıçağın eksik olmadığını bir röportajında kendisi anlatıyor. 1981’de okulunu bitirip babasının izinden gazeteciliğe başladı. Hürriyet, Milliyet, Güneş ve Yeni Yüzyıl’da gazetecilik yaptı. 1982’de çok konuşulan, çok tartışılan ve çok satan romanlarını yayımlamaya başladı. Bunları rutin bilgi olsun diye verdim. Zihninizin bir köşesinde kalsın.
ROMANLARINA MÜSTEHCENLİK SUÇLAMASI
Dedik ya Altan ailesini ‘cesaret’ kelimesi anlatır en iyi diye. Yazı hayatı boyunca hakkında 300’den fazla soruşturma açılan, hapisler yatan, milletvekilliği ilk düşürülen ve iade edilen vekil olan Çetin Altan’ın oğlu da rahat durmayacaktı elbette. Rahat durmadı o da. Ya toplumun yüzyıllardır bastırdığı cinsellik gibi konuların kapağını açıp sokağa saldı romanlarında ya da insanların aklına getirmeye bile korktuğu Kürt meselesinin zincirini koparıp attı devletin yüzüne. Romanlarında müstehcenliğe çok yer vermekle eleştirildi. Hatta Sudaki İz romanı ‘müstehcen’ diye toplatılıp ‘ilgili’ bölümler siyah bantla kapatıldıktan sonra yeniden yayımlandı. Kadın-erkek ilişkilerini anlatırken de pervasızdı Ahmet Altan, Kürt meselesini anlatırken de. Romanlarında, hayatı, insanı, insani ilişkileri, kadın-erkek ilişkilerini ‘gizli saklı’ tuttuklarımızı ve ‘gizli saklı’ yaptıklarımızı yüzümüze yüzümüze vurduğu için sevildi ya da nefret edildi kendisinden. Ben daha fazla haddimi aşmadan romancılığını edebiyatçılara bırakıp gazeteciliği ile devam ediyorum.
‘BUNLARI YAŞAYAN İNSAN NASIL SUSKUN OLABİLİR?’
Ahmet Altan’ın ruh halinin, dünyaya bakışının, isyancı tavrının nasıl oluştuğunu merak edenler, onun bir röportajında söylediği şu sözlere dikkat etmeli bence:
“Düşünebiliyor musunuz ki, kardeşim Zeynep daha 5 yaşındayken 141 ve 142’ye aykırı davranmakla suçlandı bu ülkede. Onu çok korkuttular. Başarılı olduğu için yakasına kırmızı kurdele takmışlar. Sonra bir adam ‘Komünizm propagandası yapıyor’ diye ihbar etmiş. İşin komik tarafı istihbarat da bu ihbarı ciddiye almış. Bu ülke tuhaf bir ülkedir. Bunları bilen, gören ve yaşayan bir insan nasıl olur da suskun biri olabilir ki?”
Ahmet Altan’ı bildiğimiz Ahmet Altan yapan olayların temeli anlatılıyor aslında bu cümlede. O gün suskun kalmamaya karar veren Ahmet Altan bir daha da susmadı zaten.
İNSANİ VE HUKUKİ OLMAYAN HER ŞEYE KARŞI GELDİ
Bir ayağını evrensel hukuk ve demokrasiye öteki ayağın halkların eşitliği ve insan haklarına koyan Ahmet Altan, ‘dayatılan’ her şeye itiraz etti. Resmi ideolojinin dayattığı tarihe de itiraz etti, hukukun eğilip bükülmesine de. Vesayetin de karşısında oldu, tek adam rejiminin de, statükonun da.
Aslında Ahmet Altan hiç değişmedi biliyor musunuz! Vesayete, statükoya, tek adam rejimine, hukukun şahsileştirilmesine, resmi ideolojinin yalanlarına karşı kim varsa, kim bunlarla savaşıyorsa belirli kurallar dahilinde onlarla omuz omuza vereceğini söyledi. Söylediği gibi de yaptı. Milliyet’ten kovulmasına sebep olan ‘Atakürt’ yazısı mesela bunun sonucuydu. Altan bu yazıdan dolayı DGM’de yargılanmış ve 1 yıl 8 ay hapis cezasına çarptırılmıştı.
ATAKÜRT YAZISINI MUTLAKA OKUYUN
‘’Mustafa Kemal, Selanik’te değil de Musul’da doğmuş bir Osmanlı paşası olsaydı, Kurtuluş Savaşı’nı Türklerle ve Kürtlerle birlikte gerçekleştirdikten sonra kurulmasına önayak olduğu cumhuriyetin adını ‘Kürdiye cumhuriyeti’ koysaydı, kendisi de meclis kararıyla “Atakürt” adını alsaydı. “Kürdiye’de Türk olmadığı, herkesin aslında Kürt olduğu söylenseydi, Kendilerini Türk sananların aslında ‘deniz Kürdü’ oldukları iddia edilseydi…’’
diye başlayan ve,
“Biz Türkler, bir ‘Kürdiye Cumhuriyeti’nde yaşasaydık ne isteyeceksek, bu isteklerin bugün Kürtler tarafından dile getirilmesini kabul etmektir demokrasi. Kendimiz için isteyeceğimizi, bizimle eşit olduğunu kabul ettiğimiz insanlara vermemek için bu kadar kan dökmeye, ülkeyi bir çıkmaza sürüklemeye değer mi? Değmez diyenler ’demokrasi’ istiyor işte.’’
diye biten o muhteşem yazıyı dönüp bir daha okumanızı tavsiye ediyorum ki, bugün yaşananların sebebini daha iyi anlayasınız.
KIRMIZI KOLTUK’LU GÜNLER
1990’lı yılların ortasında Neşe Düzel’le birlikte TV’de Kırmızı Koltuk isimli bir program yaptı Ahmet Altan. Uzun süre ekranlarda kalan program çok da tartışılamayan meseleleri ekrana getirdiği için çok konuşuldu. Bir süre sonra yine Neşe Düzel’le birlikte ilginç bir programa başlayacakları duyuruldu. Amerikanvari programda ‘kapatılan dosyalar’ ele alınacak ve yeniden karara bağlanacaktı. İlk programın konusu da ‘Erdal Eren’ olarak anons edildi. Ancak bir el duruma müdahale etti. Günlerce tanıtımı yapılan program hiçbir açıklama yapılmadan yayından kaldırıldı.
TARAF MACERASI 2007’DE BAŞLADI
2007’de Alev Er’le birlikte Taraf gazetesini kurarken de ‘askeri vesayetle’ mücadeleydi amacı. Etti de mücadelesini. Şimdi Ergenekon ve Balyoz davaları sırasında yaşanan ölümleri bahane edip Altan’a saldıranlara bakmayın. Mesela dillerinden düşürmedikleri Ali Tatar’ın intiharı olayını Ahmet Altan ve Taraf gazetesine bağladılar hep. Defalarca delilleriyle açıklandı. Yarbay Ali Tatar intihar edene kadar Taraf gazetesinde bir kez bile adı geçmemişti. Sadece intihar ettiği gün gazetede haber olmuştu. Ama malum tayfa Ali Tatar’ın trajik sonundan da, diğer ölümlerden de hep Ahmet Altan’ı ve Taraf gazetesini sorumlu tuttu. Nedeni çok basitti. Bugün Ahmet Altan AİHM zoruyla tahliye edildi diye ağlayanlar, o günkü statükonun ve vesayetin destekçileriydi çünkü.
Yeri gelmişken yazalım. O günlerde “Ben bu davanın (Ergenekon davası) savcısıyım” diyen siyasiye bir şey demeye cesaretleri olmadığı, hatta aynı siyasi ile iktidar ortaklığı yaptıkları için Ahmet Altan’a vurmak kolay geliyor.
2007’de Ahmet Altan’ın vesayetle mücadelesi hükümetin ilgisini çekmişti. Malum devir e-muhtıra dönemiydi. Daha da ileri gidelim vesayetle savaşta Ahmet Altan hükümetin yanında değil, hükümet Ahmet Altan’ın yanında durmuştu. Vesayetçi ya da statükocu diye suçladıklarıyla sonradan kim kol kola girmişse, oyunu da o bozmuştur. Haksız mıyım sevgili okuyucu!
AKTÜTÜN SKANDALINI TARAF PATLATTI
Aynı isimler PKK’nın Aktütün Karakolu baskınında yaşanan skandalı ortaya çıkaran Taraf’ın ve Ahmet Altan’ın tavrına kızgındı mesela. Baskında ihmaller zinciri olduğu ortaya çıkmış. Onlarca asker hayatını kaybetmişti. Dönemin Genelkurmay Başkanı Başbuğ, Taraf’ta çıkan haberleri kastederek, “Herkesi doğru yerde bulunmaya davet ediyorum” demiş, dönemin Başbakanı Erdoğan da Başbuğ’u destekleyen açıklamalar yapmıştı. Taraf’ın buna cevabı ise “Paşasının Başbakanı” manşeti olmuştu. Dedik ya Ahmet Altan durduğu yeri hiç değiştirmedi.
Ahmet Altan, 2008’deki Aktütün baskınından sonra Taraf’ta,
“Peki, eğer Aktütün’de ölüme terk edilen o genç çocuklara sahip çıkmayacaklarsa, bu partiler neye sahip çıkacaklar?”
……
ya iktidar niye var?
o başbakan niye var?
böyle bir facianın hesabını sormayan bir başbakan olsa ne olur, olmasa ne olur?’’ diye yazıyordu.
Altan önceki gün tahliye edildikten sonra, “Erdoğan ve cemaatle bir olup orduya kumpas kurdu” falan diye yazı yazanların, ekranda çemkirenlerin dikkatine sunmak gerek bu yazıları. Malum şimdi Taraf gazetesinin arşivine ulaşmak mümkün olmadığı için kimin ne dediğini bilmiyor insanlar.
İKTİDARIN ALTAN’A HINCI BİTMEDİ
2012 yılı Aralık ayında Taraf’tan istifa eden Ahmet Altan, uzunca bir süre kendini romanlarına verdiği için gazetelerden uzak durdu. Bu arada malum 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonları yapılınca normal olarak gözler Ahmet Altan’ı aradı. İktidarın ‘operasyonlar hükümete karşı darbe girişimi’ savunmasına karşı bunların ‘yolsuzluk’ olduğunu savunan Altan, sık sık televizyonlarda boy gösterdi. 2015’te KHK ile kapatılan STV Haber’de söyledikleri yüzünden ‘halkı kin ve düşmanlığa sevk etmekten’ hakkında yine dava açıldı.
Bir süre sonra internet medyasına dönüş yapan Ahmet Altan, Haberdar’da yazılar yazmaya başladı. Aynı zamanda TV programlarına da katılan Altan, 14 Temmuz 2016’da yine KHK ile kapatılıp el konulan Bugün TV’de yaptığı konuşmalardan dolayı gözaltına alındı.
HER DEFASINDA ‘KORKMUYORUM’ DEDİ
Ahmet Altan’ın yıllardır savaştığı hukuk komedisi dizisi de aynı gün başlamış oldu. ‘Sübliminal darbe mesajı vermek ve darbeden önceden haberi olmakla’ suçlanan Ahmet Altan, kardeşi Mehmet Altan’la birlikte 12 gün boyunca gözaltında tutuldu. Altan hakkındaki karar savcılık tarafından açıklanmadan önce Sabah gazetesinin internet sitesinde yayımlandı. Kardeş Mehmet Altan tutuklanırken, Ahmet Altan adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı. Sonra bir el duruma müdahale etti. 24 saat sonra başsavcılığın itirazı üzerine ‘FETÖ üyesi olmak ve hükümeti ortadan kaldırmak’ suçlamasıyla o da tutuklandı. Altan, hapse girmeden önce “Korkmuyorum. Bu ülkeye bir gün demokrasi gelecek” diyebildi ancak kameralara.
Sonra yıllar 2019’u gösterirken 10 yılı aşkın ceza verildi ancak adli kontrol şartıyla tahliye edildi. Ahmet Altan hapishane çıkışı kameralara yine “Korkmuyoruz sizden” demeyi ihmal etmeyince, 8 gün sonra tekrar tutuklanmasına karar verildi. Altan, AİHM’in son kararı ve baskısı üzerine 14 Nisan’da bir kez daha tahliye edildi. Şimdi o ‘malum el’in duruma müdahale edip etmeyeceğini bekliyoruz merakla. Çünkü 71 yaşındaki Ahmet Altan’ın hapisten korkacağı yok gibi görünüyor. Susmayacağını da her fırsat bulduğunda söylemeden durmuyor.
Dediğim gibi, Ahmet Altan’ı yazmak kolay değil. Elimin erdiği, dilimin döndüğünce anlatmaya çalıştım ki yazdıklarım yaşananların 10’da biri bile değil.
O insani ve hukuki olmayan her şeyle savaşarak geçirdi 40 yılını. Anlaşılmak istedi. Son söz olarak 1996’da Ahmet Altan’ın ‘Ey Kavmim’ diye başlayan yazsını okuduktan sonra her fırsatta söylediğim bir cümleyi yazarak bitireyim:
Bir gün bu ülkeye demokrasi gelirse, anlaşılacak o zaman Ahmet Altan’ın kim olduğu…