GÜLŞAH ÇAVUŞOĞLU-TR724.COM
Sevgili Metin,
Mektubumun ve sevgisiz yapamayan saygımın sana ulaşması ümidiyle en başta selamımı vermek isterim. Ocak ayının sekizinde önüme düşen haberlerle dikkatimi çeken sen ve hikayenin, 25 senedir ne kadar taze olduğunu öğrenmem, bana bu mektubu yazdırıyor. Sana senden sonra da sözde duvardan düşenlerden bahsetmek istiyorum. Aynı tas aynı hamam, ama su daha sıcak, kış daha soğuk ve mehter adımlarına inat daha da yavaş ilerleyerek varamadığımız özgür gelecekten bahsetmek istiyorum.
Sekiz çocuktan yedincisi, Madımak’la alevlenen topraklarda Kürt ve Alevi bir çocuk, çetin bir sınavın Metin’i olarak dünyaya gelmişsin. Anneciğinden dinledim çok güleryüzlü bir çocukmuşsun. “Anneme ben bakacağım,” demişsin. Sanırım sahiplenmen o zamanlardan belliymiş. Haberi de sahiplenmiş, “O habere ben gideceğim onu benim izlemem lazım,” demişsin. Metin, sen habere koşmuş, hiç bitmeyecek bir yazgının habercisi olmuşsun.
Gazeteci olmak için belli okullara gidildiğini elinin kalem tutması gerektiğini biliriz. Uğur Mumcu ile kırılmayan gözlükler gerektiğini seninle de duvardan düşünce ölünmediğini öğrendik. Bir de gazeteci yaka kartını cesaret gömleğine iliklemeli. Gazetecinin cesaretten gömleği merakla ütülenip dürüstlükle iliklenmeli. Hem gurur hem utançla sana diyebilirim ki onlarca cevval gazetecinin hepsi hapiste. “Dünyanın kıskandığı” ülkemiz şimdi bir gazeteci hapishanesi.
Metin, yanımdasın ve gözlerinin büyüyerek aklına gelen onca soruya siyah bir deniz olduğunu görüyorum. Dışarda buruşuk takım elbiseleriyle “Kral çıplak” demeyi bırak; “Ey halk çırılçıplaksınız! Kral sizi soyup soğana çevirmiş” diyecek gazeteci yok. Bir havuz dolusu “Kral çok yaşa!” diyen de var ama ben onlara tellal diyorum. Anlayacağın doymayan güç, nefes aldırmayan riyadan kalın ve hırsızlıktan pis kokan yorganını dünyanın üstüne örtüyor.
İnan sana güzel haberler vermek isterdim. Adalet memleketin kalbi olmuş hızla atmakta demek isterdim. Öyle bir ifade özgürlüğü var ki insanlar düşüncelerini söylüyor ve el sıkışarak masalardan kalkarken herkes kendi doğrusuna daha inanmış ama karşısındakinin doğrusunun varlığını kabul etmiş oluyor demek isterdim. Gönül isterdi ki artık şairler sadece aşk şiirleri yazıyor uçurtmalar tellere takılmıyor, çocuklar penceresiz kalmıyor diyebileyim. Ancak arkadaşım, durum vahim. Lütfen bundan sonrasını otur da oku. Öyle bir hücre hayal et ki bebekler ağlıyor, analar sütlerini lavaboya sağıyor. Öyle karanlık bir hücre hayal etki içinde aydınlık insanlar ait olmadıkları tuğlaları sayarak ömür tüketiyor. Ne içerdeki biliyor neden içerde ne dışardaki biliyor aslında neden dışarda olduğunu. Bir ampulün ışığında kararan ülkenin aydınlık zindanları desem mübalağa etmiş olmam. Hasta insanlar kanserin son evresine kadar hapiste. Teker teker vefat ederken ülkenin namusunun komple duvardan düşüşüne şahit oluyoruz.
Bak ne diyeceğim devlet artık sadece Kürt, Alevi ya da Ermeni arkadaşları dövmüyor. Hep beraber dayak yiyoruz. Azıcık az alkışladığında sen artık hainsin. Eskisi gibi gazeteci olmana, net direk ifadeler kullanmana da gerek yok. Dedim ya varlığım varlığına armağan olsun diyemiyorsan “Kırın şu gözlüklünün kalemini” derler. Bir bakmışsın terzi yamağı da olsan bir hücrede uzun uzun sen nasıl olur da düşünürsün mağarasındadır. İşin ilginç tarafı aydınlar karanlıklarda da yazmaya çizmeye devam eder. Bak Seher, makam odası, dünyayı bir daha göremeyeceğim mağaranın doğurdukları…
Metin, kızdın mı, öfkelendin mi bilemiyorum. Ama bir dost gibi dinlediğinden ve o haberleri ben yapmalıydım diyeceğinden adım gibi eminim. Dilerim bir sonraki mektupta sana güzel haberler veririm. Vereceğim ilk müjdeli haber “Artık gazetecilik suç değil, 128 milyar nerede, Şenyasar ailesine adalet, Hakan annesine kavuşsun dedim hala dışardayım” demek olsun…