İDRİS GÜRSOY -TR724.COM
Geç kalmış bir yazı sayılabilir. Şundan: Turgut Özal, vefat yıldönümünde (17 Nisan) rahmetle anıldı. Yazılanlara baktım. Acaba ölümü ile ilgili yeni bir iddia var mı? Birkaç istihbarat yalanı gözüme çarptı. Meydan boş, ilgisiz insanları suçluyorlar. Onlardan biri GATA’daki nöbetçi subay. Adama neden otopsi yapmadın diye soruyorlar! Çok doğru bir soru ama muhatap yanlış! Nedenini devletin resmi belgeleri ve raporlarından açıklayayım.
Türkiye’nin 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal, 17 nisan 1993’te aniden hayata veda etti. Özal’ın ölümü şüpheliydi. Yıllar sonra Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 1 Ekim 2010 tarihinde bu şüpheleri araştırması için Devlet Denetleme Kurulu’nu harekete geçirdi. 13 Haziran 2012’de DDK raporunu bitirdi ve kamuoyuna bir kısmını açıkladı. Birçok gerçeği bu resmi rapordan öğrendik. Ne gibi?
Özal’ın ölüm nedeninin belirlenmesi amacıyla herhangi bir otopsi işlemi yapılmamıştı. Alınan kan örneklerinin akıbeti belirsizdi.
DDK’nın üzerinde durduğu başka konular da vardı. Özal’ı hastaneye taşıyan araç bir ambulans değil, hasta taşıma aracıydı. Hiçbir tıbbi teçhizat yoktu. Özal, GATA’ya doğru yola çıkmış ancak Hacettepe’ye götürülmüştü! Durumu acil olan bir kalp hastası acilen en yakın hastaneye götürülecekse, yol üzerinde Numune, Yüksek İhtisas ve Ankara Tıp Fakültesi vardı. Özellikle kalp cerrahisinde en gelişmiş hastane Yüksek İhtisas’tı. Neden Hacettepe seçilmişti?
Ölüm belgelerinin tamamında bir doktorun imzası var. “Doku örneği alalım” diyen doktorlara rağmen imzası olan doktor neden doku örneği aldırmamıştı?
Özal’ın doktoru Cengiz Aslan, “Otopsiyi aile istemedi,” diyor. Aile ise bunu reddediyor. Kanunlara göre, şüpheli ani bir ölüm varsa, aile iznine de gerek yok. Otopsi şüphesi olan durumlarda, doktor savcılığa haber verir, savcılık ailesinin rızasını istemeden otopsi yapılmasını ister. Neden bu yol takip edilmedi? Kan örneği alındı deniyor, sonra bu örnek kayboluyor. Nasıl kayboldu?
Özal’ın öldürüldüğüne ilişkin İkinci önemli şüphe, 19 yıl sonra Özal’ın mezarının açılması ve yapılan otopside, dokularda zehir bulunmasıdır.
5 Aralık 2012 tarihli Adli Tıp Kurumu, otopsi raporuna göre; naaşta 4 farklı zehir tespit edilmişti. Raporda, “Kemikte Polonyum 210′un bulunması normal değildir” deniyordu. Bu zehir, suikast zehiri olarak biliniyor. (Yaser Arafat’ın otopsisinde de bu zehir bulunmuştu.)
Ancak bazı üyeler, “zehir var ama zehirlenme yok” görüşündeydi. Raporda, “DDT, yıllar içinde çeşitli sebze ve meyvelerden tarım ilaçları aracılığıyla alınarak vücutta yağ tabakasında biriken bir maddedir. Polonyum 210 adlı radyoaktif madde ise çevresel etkenler vesilesiyle vücuda girmiştir” görüşünü dile getirildi.
Özel yetkili mahkemelerin kaldırılmasından sonra Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesi’ne verilen Özal dosyası, 26 Kasım 2014’te kapatıldı.
Gerçekler ne kadar çarpılırsa çarpıtılsın, devletin resmi raporları, Özal’ın ölümünden kimlerin sorumlu olduğunu kayıt altına alıyor.
Yazıyı şu anekdotla bitirelim. Devlet Denetleme Kurulu üyeleri Özal’ın naaşı açılsın mı diye aralarında tartıştılar. “Açılsın ve otopsi yapılsın” diyen bir üye, bu görüşünü şöyle savunmuştu: “Mezar açılmalı. Gerekirse zehirlenerek öldürüldüğü iddia edilen Fatih Sultan Mehmet’in bile mezarı açılmalıdır. Bu ülkeye hizmet eden devlet adamlarını öldürenlerin yıllar geçse de yakasına yapışılacağını, hesap sorulabileceğini göstermeliyiz.”
Ne yazık ki bu fırsat kaçırıldı. Özal’ı rahmetle ve özlemle anıyoruz.