(Aşağıdaki satırlar kıymetli hocamızın, COVID-19 tedavisi için hastaneye yatmadan önce yazdığı ve gönderdiği yazısıdır. Kendisi şu an uyutulmakta ve oksijen tedavisi uygulamaktadır. / Samanyoluhaber notu)
İnsan, canlıların en şereflisi, en güzeli olduğu halde aynı zamanda en acizi, en zayıfıdır.
Bir taraftan kâinatlara hükmetme gayreti yanında, bazen sınırı aşarak Rabbü’l-âlemin olan Allah’ı (haşa) inkâra kalkışır. Halbuki; insan bir sineğe, bir mikroba mağlup olacak kadar zavallıdır.
Bir taraftan kâinat hazinelerini tartacak, tanıyacak kabiliyete sahipken, diğer tarafta bir kirazı, bir üzüm tanesini yapamayacak kadar acizdir.
Zaten bu aczine binaen en ziyade muhtaç olan kendisi olduğu için kâinat onun emrine verilmiştir.
Güneş, ay, yıldızlar, bulutlar, semekler (balıklar) ve sistemler, nebatat, hayvanat, taş ve topraklar, her şey ama her şey âdeta insan için yaratılmış ve insanın emrine verilmiş, hep beraber insana hizmet ediyorlar.
Bütün bunları emrimize veren Allah’ın (celle celâluhû), bizden istediği en mühim şey şükürdür. Onun için Cenâb-ı Hak şükre davet eder. “Hâlâ şükretmez mi onlar?” (Yâsîn sûresi, 36/35) “Ne kadar da az şükrediyorsunuz?” (A’râf sûresi, 7/10; Mü’min sûresi, 23/78) “Ey insan, nedir seni o Kerim Rabbin hakkında aldatan?” (İnfitâr sûresi, 82/6) gibi ilâhî mesajlarla şükre davet etmektedir. Şükürsüzlüğü, nimetleri yalanlama ve inkâr suretinde gösteriyor. “Rabbinizin hangi nimetini yalanlarsınız?” fermanıyla Rahman Sûresi’nin pek çok yerinde nimetlerini sayarak hatırlatıyor ve teşekküre davet ediyor.
Ne garip varlıklarız ki, bir insan çay içirse, karnımızı doyursa, küçük bir şey hediye etse teşekkür ediyor ve içimizde o insana karşı bir sevgi ve muhabbet duyarken, kâinatlar dolusu nimetler denizinde bizi yüzdüren Allah (celle celâluhû), olmazsa yaşama hakkını kaybedeceğimiz hayatın temel dinamikleri olan su, hava, toprak ve hararet (güneş) gibi, artı hakir bir sudan eşsiz güzellikte yaratan, bütün hayat levazımatını bizim için hazırlayan, onlardan istifade edecek uzuvları, duyguları, latifeleri ücretsiz veren Allah’a teşekkür etmemekle nankörlük ediyoruz.
Yeryüzünü bir rızık sofrası gibi önümüze seren Cenâb-ı Hak o sofradaki nimetlerini tattırmak, tanıttırmak için bir et parçası olan dilimize tatma duygusu vermiş, tanıtmak için, göz vermiş teşhir buyurduğu, taklidi mümkün olmayan garip ve acip sanatlarını göstermek için.
Nimetler kendi cinsinden şükür isterler, mesela; gençlik bir nimettir. İffetini koruyarak, hak yolunda imanla Kur’ân hizmetinde takvayı esas alıp, ihlâs ve samimîyetle, vefa ve sadakatle, insanlığın saadetine sarf etse, ahirette ebedî gençlik olarak karşısına çıkacaktır.
Bir elma yese şükretse, hamdetse Elhamdülillah’tan kendisine bir cennet meyvesi ikram edilecektir.
Bir insan Allah’ın ikramı olan, sayılması mümkün olmayacak kadar bol bulunan (kavun, karpuz, üzüm kiraz, elma, portakal v.s.) nimetleri severek yesin ama onları tadı ayrı, rengi ayrı konserve edilmiş ve bizim için yaratılmış Allah’ın sonsuz ikramlarına karşı nankör olsun, doğrusu bunu akıl, irade ve şuurla donatılmış insana yakıştırmak mümkün değildir.
“Şükrün mikyası: kanaattir ve iktisattır ve rızadır ve memnuniyettir. Şükürsüzlüğün mizanı; hırstır ve israftır, hürmetsizliktir. Haram-helâl demeyip rast gele yemektir.”
Şükürsüz nimetlerin lezzetlerin zevaliyle neticesi elemdir, pişmanlıktır.
Hakikîlerinin cennette olduğuna inandığımız nimetleri tattırmak ve tanıtmak için ikram edilen dünyadaki numunelerine teşekkür ise zail olsa bile saadettir, daimî lezzettir.
Şu ilâhî ikaz kulaklarımıza küpe olmalı, bizi iyi bir düşündürmelidir.
“Eğer şükrederseniz, ben nimetlerimi daha da artırırım, ama nankörlük ederseniz haberiniz olsun ki azabım pek şiddetlidir!” (İbrahim sûresi, 14/7) buyurulmuyor mu?
Şimdi düşünelim, ömrümüzün on yılı çocuklukta, yarısı uykuda, bir kısmı elem, keder, musibet ve sıkıntılar içinde geçiyor, bir kısmı da ömrümüz varsa ihtiyarlıkta. Geriye kalan beş on senelik dünya hayatı için Allah ve Resûlünden gaflet içinde, bir gün mutlaka yakamıza yapışacak ölümü hatırlamadan, hesabı, cehennemi hatırlamadan dört ayaklıların dahi yapmadığı bir hayata razı olmak gerçekten insana uygun düşmüyor.
Meşru dairedeki lezzetler, harama girmeye fırsat vermeyecek kadar yeterlidir, tatmin edicidir. Allah hiçbir şeyden mahrum bırakmamıştır. Kur’ân: “Yiyin, için, israf etmeyin. Muhakkak Allah israf edenleri sevmez.” (A’râf sûresi, 7/31) ferman ediyor.
Ömrünü, gençliğini, duygularını, uzuvlarını israf edenleri soframızdaki yemekleri, ekmekleri çöpe atarak israf edenleri, aklını, şuurunu şerde kullanıp yeryüzünü fesada verenleri Allah sevmediğini buyuruyor…
“Eğer siz iman eder ve şükrederseniz, Allah size neden azap etsin! Allah şükre karşılık veren ve her şeyi bilendir.” (Nisâ sûresi, 4/147)
Felç olan bir Hak dostuna konuşması için rica etmiştim. Dedi ki; “Benim, şükrünü eda edemeyip kıymetini bilemediğim vücudumun yarısını Allah aldı. Şimdi yarım vücudumun hesabını nasıl vereceğimi düşünüyorum. Sağlam vücudu olanlara diyorum ki; sağlığınızın kıymetini bilin, elinizden alınmadan, fırsat varken hesaba çekilmeden burada hesabınızı iyi yapın. Çünkü, dünyada kimseyi durdurmuyorlar, sevkiyat var. Pasaport ve vizeni sağlam yaptığın, emir ve yasaklara uygun hareket ettiğin ölçüde ötede rahat edeceksin…”